top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Karantina Günlükleri

Güncelleme tarihi: 1 May

Nurten B. AKSOY

*

BOŞ SOKAKLAR

Bugün 'evde tek başına'nın altıncı günü. Hava; insanların hastalığa aldırmadan sahillere, ormanlara koştuğu cumartesi pazar günkü gibi değil. Kaç gündür İstanbul yağmurlu, puslu ve çok soğuk; allahtan öyle, en azından sokağa "aş ermiyor" insan. İhtimaller de ortadan kalkınca evde oyalanacak ve yapacak çok şey bulunuyor.


Örneğin kitaplığımı düzenledim bugün, daha önce okuyup da aklımda güzel iz bırakmış bir kaç kitabımı tekrar okumak üzere bir kenara ayırdım, hatta okumaya başladım bile... Jean C. Garange'nin "Sisle Gelen Yolcu" romanını da yazarın diğer kitapları gibi daha önce okumuştum, ama konusunu unutmuşum. Şimdi kitabın her sayfasını okudukça, o sayfayı hatırlıyorum sadece. Demek ki yedi yüz sayfalık kitabı tekrar okuyacağım. Bu da ev hapsinin bir kısmını doldurdum anlamına geliyor. Bazen yeni kitaplar, bazen eskiler...


Aslında benim günlük yaşamımda değişen bir şey yok, Corona'dan önce de böyleydim; ev işleriyle, yazma ve okumayla geçirirdim günlerimi. Şimdiden farklı olarak yaptığım tek şey ise her gün akşamüstü çıktığım 2-3 saatlik geziler ve bazen de çektiğim fotoğraflardı.

Yani bu günlerde, akşamüstü oldu mu içim başlıyor kıpırdanmaya; hava kararmaya başlayınca metalci gençler gibi siyahlarımı giyip, atkımla yüzümü kapatıp, elimde bir çöp torbasıyla ve bir hırsız edasıyla çıkıyorum evden. Her yer bomboş, arada bir geçen arabaların sesiyle irkilsem de istifimi hiç bozmuyorum. Hemen yan sokaktan yürüyüp karşı sokağa geçiyorum. Zikzaklar çizerek evimin etrafındaki bütün boş sokaklarda yürüyüp yarım saat içinde evime dönüyorum. Bu arada ekmek, su gibi ihtiyaçlarımı da almış oluyorum. Tabii bu cesaretimde mahallemizin bakkalının ve manavının; "hocam siz daha gençsiniz, en fazla elli beş filansınızdır, size yasak yok ki" demelerinin büyük etkisi var. 😊


Bizim mahalle Kadıköy'ün en eski ve şirin mahallelerinden biri. Bu semtteki yolların hemen hepsi bir şekilde denize çıkar. İşte ben de o sokaklardan gizlice bakıyorum denize. Tıpkı sevdiğine uzaktan, hüzünlü gözlerle bakan bir aşık gibi ve biliyorum ki bu hasret çok sürmeyecek inşallah. 🙏🙏


Bu arada Yeldeğirmeni, yani bizim mahalle tam bir eski İstanbul semti. Arnavut kaldırımı döşeli daracık yokuşlu sokakları, Corona'dan önce gençlerin doldurduğu cıvıl cıvıl kafeleri ve ailenizin bir ferdi gibi her daim güler yüzlü ve yardımsever esnafıyla sıcacık bir semt. Ama şimdilerde boş sokakları, kapalı dükkan ve kafeleriyle adeta bir hayalet şehir. Issız sokaklar artık martıların, kedilerin ve köpeklerin. Bizim yerimize onlar dolaşıyorlar keyifle...


"Sanma ki derdim güneşten ötürü; Ne çıkar bahar geldiyse? Bademler çiçek açtıysa? Ucunda ölüm yok ya. Hoş, olsa da korkacak mıyım zaten Güneşle gelecek ölümden Ben ki her nisan bir yaş daha genç, Her bahar biraz daha aşığım; Korkar mıyım? Ah, dostum, derdim başka…"


Evet şimdilerde hepimizin derdi Orhan Veli'nin dediği gibi ne bahar ne de aşk... Varsa yoksa Corona...


*****

KABAKULAK


Bir hafta on gündür her akşam sinirlerimiz gerilmiş bir vaziyette ve heyecanla televizyonlarımızın başına geçip bu sinsi virüsün nasıl yayıldığı, kaç kişinin hastalandığı ve öldüğü haberlerini izliyoruz. Sürekli sokağa çıkma yasağının ilan edilmesini bekliyoruz endişeyle.

Bu akşam da gergin bir vaziyette sayın CB'nin ulusa seslenişini izlerken eskilere gittim, çocukluk günlerim geldi aklıma. Sanırım 1961 yılıydı, 27 Mayıs ihtilali olmuş, dönemin başbakanı ve arkadaşlarının Yassıada'da yargılanmaları başlamıştı. Çok küçüktüm; her akşam belli bir saatte aile büyüklerinin radyo başında toplanarak endişeyle o duruşmaları dinlediklerini hatırlıyorum. Olayın ne olduğunu kavrayamasam da evdekilerin yüz ifadelerinden kötü bir şeyler olduğunu anlar, köşeme çekilirdim ben de sessizce. Bu akşam da haberleri izlerken aynı duyguları yaşayıp eski günleri hatırladım...


Büyüdükçe ihtilalin ne olduğunu öğrendim, gençlik yıllarımız 12 Martların, 12 Eylüllerin ruhumuzda açtığı yaralarla geçmişti, hatta ahir ömrümde bir de salâlarla, dualarla desteklenen darbeleri de görmek nasip olmuştu. Şimdilerde her gece okunan salâları duydukça hep ölümler geliyor aklıma ve ister istemez ürperiyorum.


Neyse efendim bu karamsar konuları bir kenara bırakıp, sizleri biraz gülümsetebilmek için, ortaokuldayken sebep olduğum salgın hastalığı anlatayım. Orta son sınıftaydım ve oldukça başarılı bir öğrenciydim. Bizim nesil iyi bilir, o yıllarda ilkokul, ortaokul ve liseyi bitirirken çok başarılı da olsanız, mutlaka mezuniyet sınavına girmeniz gerekirdi. İşte o yıl bizim de mezuniyet sınavımız vardı ve harı harıl ders çalışıyorduk.


Bir gün okuldan çıkıp eve gittiğimde müthiş bir kulak ve boğaz ağrısının eşlik ettiği yüksek ateşle hastalandım. Grip veya soğuk algınlığına yakalandığımı varsayan hacıannemin verdiği aspirin ve ıhlamuru içirerek yattım. Ertesi sabah okula gitmek için kalkıp yüzümü yıkamak için banyoya girdiğimde aynadaki aksimi tanıyamadım. Yanaklarım, kulaklarımın altından boğazıma kadar şişmiş, "ay yüzlü" bir dilbere dönmüştüm. Ağrım da iyice artmıştı. Hacıannem hemen aile doktorumuza telefon edip halimi anlatmış ve Dr. Varujan'ı eve çağırmıştı. Beni bir güzel muayene eden doktor amca gülümseyerek "KABAKULAK" olduğumu ve hastalığı yaymamak için, bir anlamda beni karantinaya alamış, üç hafta okula gitmemem gerektiğini söylemişti.


Canımın çok yanıp hiçbir şey yiyememe mi yanayım, sınav öncesi okula gidemeyip derslerimden geri kaldığıma mı yanayım, bilemiyor, ateşler içinde yanıyordum. Ertesi sabah, aynı evde yaşadığımız yeğenlerim Belgin ve Ömer'in de benimle aynı kaderi paylaştığını, yani kabakulağı onlara da bulaştırdığımı öğrendim. Aslında bu habere biraz sevinmiştim, çünkü bu hastalık günlerini tek başıma tecritte değil, aile boyu hep birlikte geçirecektik.


Ailem raporumu okula götürmüş, hasta olduğum haber verilmişti. Arkadaşlarımı, öğretmenlerimi çok özlemiştim, ama o günün koşullarında kimseden haber alamıyor, hiçbir arkadaşımın gelip hatırımı sormamasına da çok bozuluyordum. Demek ki çok sevilen ve aranan bir arkadaş değilmişim diye için için üzülüyordum.


Neyse raporum bitip heyecanla okula gittiğimde pek çok arkadaşımın okulda olmadığını görmüştüm. Nerede olduklarını sorduğumda da 35 kişilik sınıfımızda 20 arkadaşımın kabakulak olduğunu öğrenmiştim. Yani ben hiç bilmeden hastalığı neredeyse bütün sınıfa bulaştırmıştım. Benden sonra arkadaşlarım bir kaç gün arayla okula dönmüşler, birbirimize kavuşmuş ve çok gülmüştük. Tabii sevgili öğretmenlerimizin büyük bir gayretle yaptıkları telafi dersleriyle eksiklerimizi tamamlamış ve girdiğimiz sınavlardan başarıyla çıkarak ortaokuldan mezun olmuştuk... Sağlıklı günlere kavuşmak dileğiyle... 🙏😊

17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page