top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Karantina Günlükleri

Güncelleme tarihi: 1 May

Nurten B. AKSOY

*

Evim Evim


Çok zor günler yaşıyoruz, yüreğimiz daralıyor, içimiz kararıyor, umutlarımızı yitirmek üzereyiz ama unutmayalım ki bahar geldi. Bugün 21 Mart yani Nevruz... Bir başka deyişle umut mevsimi, tabiat ananın yeniden dirilişi bir anlamda... "Öyleyse tabiat anayı örnek alalım yeniden dirilmek için" diyecektim, ama biz maşallah toplum olarak ölmek için gayret ediyoruz. Dışarı çıkmayın diyorlar, bir kulağımızdan girip diğerinden çıkıyor. Millet asker uğurluyor davul, zurna, halayla; sahiller dolmuş taşmış; mangallar, piknikler... ohhh gel keyfim gel... Kim korkar hain koronadan...


Hele bugün güneş sıcacık yüzünü gösterip de hava da ısınınca genci, yaşlısı, çoluğu çocuğu vurdu kendini sokaklara. Günlerdir penceremden izlediğim ıssız sokaklar bugün birden cıvıl cıvıl oluverdi. Ve bunun faturası akşam saatlerinde maalesef biz 65'liklere kesildi. KORONA Günlükleri birden bire MAPUS Günlüklerine döndü...


Artık ne kadar süreceği belli olmayan mapusluk günlerim başladı. Allahtan biraz stokçuluk yaptığım için yeme içme konusunda sıkıntım yok, akşamdan beri eş dost telefonla arayıp "Allah kurtarsın, bir ihtiyacın var mı" diye soruyorlar sağ olsunlar. Şimdilik bir ihtiyacım yok, ama olur da şeytana uyup firar etmeye filan kalkarsam ne olur diye kara kara düşünmeye başladım.


Sonra ailedeki avukatlar geldi aklıma, ama daha bi şey yapmadan, bendeki potansiyeli fark eden avukatım; "sakın ola ki yasağı delmeye kalkıp başımıza iş açma" diye uyarınca tüm umutlarım suya düştü. Biraz düşündüm de hani olur da başıma bir iş gelirse diye, tayyörümü giyer, takarım kravatımı, pardon fularımı, "İyi hal indirimi" alıp, yırtarım. N'olcak ki demokrasilerde çare tükenmez nasılsa 😂😂


Şimdi kendime bir program yapmam lazım, önce bir iki mapusane türküsü ezberlemeliyim, sonra da şişlenme tehlikesine karşı önlem almalıyım. Görüş günleri ne zaman henüz bilmiyorum, ama yarın 155'i arayıp temiz çamaşır filan isteyebilirim...


Neyse, bu kadar zevzeklik bu akşamlık yeter sanırım. Ama ne tuhaf bir ülke olduğumuza takılıyor hep aklım. Bir yandan hapishanelerdeki bilmem kaç bin kişiyi dışarı salma kararı al, ondan sonra tut, biz garibanları eve hapset... Ne diyeyim bu uğursuz virüs sadece bizim evde oturmamızla yok olacaksa, kaderimize razı olur, otururuz... Niyeyse bu gece de Ziya Paşa'nın dizeleri takıldı dilime:

"Eyvah bu bâzîçede bizler yine yandık, Zîra ki ziyan ortada bilmem ne kazandık."

(Eyvah bu oyunda yine bizler yandık, Çünkü kayıp ortada, bilmem biz ne kazandık.) 21.03.2020

****

Evde Tek Başına


Bugün "evde tek başına" faslının üçüncü gününü doldurdum. Şimdiki genç anneler pek bilmezler ama bizim kuşak iyi bilir. Bizler anne olduğumuzda "kırkımız çıkmadan" bizi sokağa salmazlardı. Aman "nazar değer, aman mikrop kaparsın, al basar" gibi bahanelerle büyüklerimiz bizi korumaya alırdı, biz de kuzu kuzu otururduk bebeğimizle baş başa. Yani bu ev hapisleri bizi yıldıramaz, kırkımız çıkana kadar otururuz, bizler alışığız da beylere Allah sabırlar versin.


Şu kendi küçük, korkusu büyük virüsü günlerdir kötülüyoruz, ama biraz da Pollyannacılık oynayıp iyi taraflarına bakalım değil mi? Benim kendi adıma sevindiğim en güzel yanı, çok uzun zamandır ara verdiğim yazılarıma yeniden ve severek başlamam oldu. Bir müddettir üstüme çöken ketumluktan kurtuldum, arşivimden kullandığım yazılarıma yenilerini eklemeye başladım. Tabii KORONA bu iyiliği sırf bana yapmadı, sosyal medyada son günlerde izlediğimiz videolar, şarkılar, yazılar bunun en güzel kanıtı.


Bir başka güzel yanı da bir süredir ölü toprağı serpilmiş Facebook hazretlerinin yeniden eski cıvıl cıvıl günlerine dönmesi; hesabını kapayanların, sessizliğe gömülenlerin hepsi yeniden ortaya çıktılar. Yani sokaklarda biten sosyal hayat sanal alemde coşkuyla sürüyor.

Bunları yazarken lise yıllarım geldi aklıma. Biz İstanbul'da yaşayan 65'likler 1970 yılında yaşanan Kolera salgınını iyi hatırlar.

Yıllar sonra ilk öğretmenliğimi yaptığım Sağmalcılar semtinde, 1970'te kirli su borularının yanlışlıkla içme suyu borularına bağlanmasıyla patlayan Kolera salgını bütün şehre yayılmış ve büyük korku yaratmıştı. O günün kısıtlı koşullarında içme sularımızı kaynatır, sebze ve meyvelerimizi sabunlu sularla yıkar olmuştuk. Okulda tuvalete gitmez, su bile içmezdik.


O günün imkanları bugünün çok gerisinde olsa da Koleranın aşısı vardı, bütün İstanbul aşılanmıştı. Liseyi okuduğum Cibali Kız Lisesine çok yakın olan Hıfzıssıha merkezi harıl harıl çalışıyordu. Sağlık ekipleri sırayla okullara gidip öğrencileri, öğretmenleri ve bütün personeli aşılıyordu. Aşıdan çok korkan ben, her gün heyecanla sağlık ekibinin okula gelmesini gözler olmuştum. Nihayet o gün edebiyat dersimizde kapı çalınmış, beyaz elbiseli, beyaz kepli hemşireler dalıvermişti sınıfa. Nereye kaçıp, saklanacağımı düşünürken, sürekli sıranın en arkasına kaçan bana gelmişti sıra. Öğretmenimize sıkı sıkı sarılıp, gözlerimi kapamıştım. Ve bütün sınıfın kahkahalarla "oldu da bitti" maşallah çığlıklarıyla ağlayarak aşımı olmuştum. Aşı faslı biter bitmez bizi evlerimize yollamışlar bir ya da iki gün de tatil yapmışlardı. O aşı beni nasıl da sarsmış ve etkilemişti; kolum sancılarla davul gibi şişmiş, ateşim çıkmış, o iki gün yatak döşek hasta yatmıştım.


Alınan temizlik önlemleri ve aşılarla salgın kontrol altına alınmış, ne yazık ki elli kişinin ölümüne sebep olan salgın allahtan tüm ülkeye yayılmadan önlenmişti. İşin ilginç yanı bu hastalığın kötü anısı nedeniyle Sağmalcılar semtinin adı daha sonra Bayrampaşa olarak değiştirilmişti.


Şimdi o günlere dönüp baktığımda yine de güzel günlermiş diye düşünüyorum. En azından o zamanlar "sizin sağlığınızı düşünüyoruz" deyip yaşlıları ayrıştıranlar yoktu. Evet, bir salgın vardı, ama genci yaşlısı bütün İstanbullular hastalığı aynı şiddette yaşamış, sadece hastalar izole edilerek karantinaya alınmış ve el ele vererek birlikte yenilmişti salgın. Şimdiki gibi yaşlılara potansiyel suçlu gibi davranıp, kendileri sokaklarda fellik fellik gezenler yoktu. Şimdi de yasak ya herkese uygulanmalı ya da kaç gündür yapıldığı gibi "şu kadar yaşlı öldü, ölenlerin hepsi yaşlı" gibi laflarla yaşlıların gönülleri yaralanmamalıydı... Neyse ki. Bu akşam sayın bakan; "şu kadar yaşlı hasta" lafını bırakıp "insanımız" sözcüğünü kullandı... Ne demiş Cahit Sıtkı:


"Neylersin ölüm herkesin başında, Uyudun uyanamadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında Bir namazlık saltanatın olacak, Taht misâli o musalla taşında..."

Sağlıklı günlere ulaşmak dileğiyle 🤗😍

24.03.2020.

14 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page