top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

Balondaki Kadın

Güncelleme tarihi: 25 Nis 2021


Özdere’de dağlar denizin böğrüne bir bıçak gibi saplanmıştır adeta. Acı çeken Ege, koylarda bile kudurmuş gibi döver kıyıları. Bu öfke Ege’nin, bu öfke Poseidon’un öfkesi. Acıyla, intikamla saldıran Ege, kıyılardan kopardığı her parça toprakla aşka gelir. Aşka geldikçe geri geri çıkar, tekrar saldırır. Bu saldırı, böğründen bıçaklanan Ege’nin saldırısıdır; bu acı hiç dinmeyecek…


Kalemlik Kampı, nedense pek kalabalık değil bu yıl. Günübirlikçilerin, çadırcıların azlığı gözle görülür şekilde ortada. Geçen seneler iğne atsan yere düşmezdi.


Çadırcılar, sabahın altısında Orman İşletmesi’nin kıyıya yakın yerlerde konuşlandırdığı tahta masalarda yer kapmak için sıcak yataklarından kalkmış, bir iki parça eşyalarını masanın üstüne koyup uykularının geri kalanını tamamlamak için çadırlarına dönmüşler…


Çadırda aşk başkadır. Hele doğallığı seviyorsan, hayatı farklılıklarla zenginleştirmeyi biliyorsan, çadırda aşk başkadır. Bir de hiç durmadan efil efil esen rüzgâra kulak verdin mi… Çadırda aşk başkadır. Küçük bir esintiyle hareketlenen kızılçamların iğne yaprakları birbirine çarpar. İğne yaprakların birbirlerine çarpışı, on yıllık, elli yıllık, altmış yıllık kozalara çarpışı adamın heyecanını zirveye çıkarır. Hele bir de ceylân gözlün varsa,


“Düğünü nedecen,

Düğün senin evinde,

Gir oyna, çık oyna…


Ya bir de bir çirkine yazılmışsan,


“Ölümü nedecen,

Ölüm senin evinde,

Gir ağla, çık ağla…”


Kalemlik Tepesi de öteki tepeler gibi saplanmış denizin böğrüne. Asırlık kızılçamlar, Poseidon’un öfkesinden korunmak için eli tüfekliler gibi direniyor Ege’nin vakitli – vakitsiz dalgalarına. Kızılçamlar eli tüfekli birer asker, koca koca kayalar da aşılmaz birer duvar...


Ev sahibim bu yıl da konuk etti yazlığına. Konuk etmek demek, öyle Anadolu insanının konukseverliğinden değil hani! Hocam Nasrettin’in düdüğü misali, icabını yerine getirmen koşuluyla. Çişli suların tadına bakanlar hayata böyle bakıyorlar artık. Paranın gül yüzü onları da güle (!) çevirmiş.


Kalemlik Orman Kampı’nın karşısında kurulan Merkez Bankası Dinlenme Tesislerinin konukları mağrur olur. Çevrede bulunanlara tepeden bakar. Paranın gül yüzü de onlara bu iyiliği etmiş anlaşılan. Denize girince kimse kimseden ayırt edilmez, hepsi yarı çıplak. Ayıp yerlerini el kadarcık şeylerle kapatmışlar.


Avamın, lortların mağrurluklarına aldırdığı yoktur. Yüze yüze iskelelerine gelir; sonra da orada denize atlamanın mutluluğunu yaşarlar. Onların gelişleri, iskeleye neşe getirir. Mağrurlar da bastırılmış zevklerini yaşarlar böylelikle...


Birden gözümü denizin mavisinden alıp göğün mavisine çevirdim. Ötelerden bir balon, rüzgârın akışına bırakmış, süzüle süzüle gelmekte. İçindeki bir şeyi arar gibi rüzgârdan daha yavaş hareket etmekte, bir keşfe çıkmış besbelli. Birisini arıyor, bir umudu arıyor gibi.

Balon alçaldı, alçaldı, neredeyse denizin üstünde gibiydi. Balonda bir kadın vardı: Kadın, mavi denize batırılmış gibi her bir şeyi masmaviydi. Doğa aşığı bir kadın ya da macera tutkunu biri. Kim bilir belki de aşkından mecnun olmuş biri…


Kalemlik Koyu sakinleri, Merkez Bankası’nın mağrurları, denizle kucaklaşmayı bırakmış, balondaki kadını izliyor. Balondaki Kadın dürbünüyle sahili tarıyor. Az öncenin iskeleden atlayanları, dubada güneşleyenleri, yüzme bilmeyip sığda oynayanları, kumda oynayan sabileri, örtüsüyle, giysisiyle, haşaması ile denize girenleri, “bir sana; bir de umudun enerjisine doymadım deyip sinerji yaratanları, bu ses Ulaş’ın sesi” diyen On iki Eylül evvelinin keskinleri, ben umudun arzunun şairi, ben sevdiğini kara kargaya kaptıran beceriksizler şahı İbrahim’i, ben Akyokuş’un boz topraklarından gelip denizin mavisiyle kucaklaşanı… ben ben ben… işte o.


Mavili Kadının dürbünü top sakalları beyazlamaya yüz tutmuş birine takılınca, heyecanlandı. O, olabilir miydi? Yıllardır onu arıyordu. Ne yediklerinden tat almış, ne uykusu uyku olmuştu. Hayatı zehir olmuştu. Bir görse, bir yaşadığını bilse dünyalar onun olacaktı. Kalbi hızlı hızlı atmaya başladı. O heyecanla balonu o tarafa sürdü.


Kadın, top sakallının gözlerine takıldı. Bu gözler, o gözlerdi. Yirmi beş sene önce görmüştü bu gözleri. “Ben gördüğümü, Allah billâh unutmam,” diyordu. Allah billâh unutmamıştı. Bu gözler, o gözlerdi. Yirmi beş sene önce, “bu gözler, bir deniz, bir umman,” dediği gözlerdi. O gözlerin içine girmiş, bir daha da çıkamamıştı. Yirmi beş sene önce girdiği bu gözlerin içinde boğulup gitmek üzereyken Meşeli Tepe’nin insan azmanı tarafından saçından tutularak, kaçırılmıştı…


Artık ne doğan güneşin, ne yeni başlayan günün ne gökteki yıldızların ne de tekmil güzelliklerin bir anlamı yoktu artık! Uykusu delik deşik, yedikleri tatsız tuzsuz. “Onsuz da yaşamalıyım, onsuz da bir dünya yaratmalıyım,” diyerek, dört elle sarılmış yaşama. Bu elle dünü yok etmek istemiş, bu elle o gözleri unutmak istemiş, bu elle yeni bir hayata, merhaba demiş... Bu gözleri unutmayı çok istemiş; lakin becerememişti işte. Bu gözler, her an her yerde, uykunun en derininde, iki nokta ışık gibi belirmişti hep…


Balondaki Kadın, kendinden geçti, denizin derinliklerine düşecekmiş gibi oldu, toparladı. Bir zaman hareketsiz kaldı. Sonra bu yolculuğa ne amaçla çıktığını düşünüp kendine geldi. Sürdü balonunu o gözlere. Sürdü balonunu yirmi beş sene önce görüp de tutulduğu gözlere. Vardı, tamam bu gözler dedi. Şimdi emindi. Yeniden daldı o gözlere, yeniden çarpıldı o gözlere. Bu gözler sıcacık bir düştü, bu gözler umuttu, bu gözler, aştı, işti; bu gözler oğul uşaktı. Bu gözler Kerem’di, bu gözler hayattı, bu gözler cennetten bir köşeydi…

İyice yaklaştı, ip merdiveni uzattı…


“Tırman Kerem, haydi vakit tamam oldu; seni almaya geldim, acele et! Düşünecek zaman değil! Bak, günler anlamsız gelip geçiyor. Haydi, tırman!”


“Evet, günler anlamsız, tatsız tuzsuz gelip geçiyor!”


“O halde, acele et yaşanmamış günleri yaşanır kılalım!”


“Geldim, bekle, az sonra kavuşacağız. Bu hasret bitecek!”


Kerem bir çırpıda tırmandı ip merdivene. Bugüne kadar böyle çabuk olmamıştı. Öyle yavaş, uyuşuk biri de değildi Kerem. Fakat bu seferki hızına kendi bile yetişememişti…



İki çift el umuda sarıldı, iki çift el yaşama sarıldı. İki çift el kavuşmanın hazzıyla kenetlendi. İki çift el yeni bir yaşamla kucaklaştı.

Dört el, iki el olarak sürdü balonu, mavi denizin üstünden mavi bulutlara doğru. İki beden yek beden oldu, maviliklerin arasında, denizin seyrinde. İki can’ı üç’e taşımak için, özgürlüğü yaşadılar doyasıya…

Etiketler:

12 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page