top of page
STEFAN ZWEİG

BİR YİĞİTLİK ANI

Güncelleme tarihi: 13 Oca 2022


Gece yarısı uykusundan uyandırıp sürüklediler onu, Kılıç şakırtıları duyulur hapishanenin avlusunda


Ve buyurgan sesler; bu bilinmezlikte Titreşir korkutucu gölgeler birer hayalet gibi. İleriye doğru itiyorlar onu ve derin bir dehlizden geçiliyor Uzun ve karanlık, karanlık ve uzun. Bir sürgü gıcırdıyor, bir kapı gacırdıyor; Gökyüzünü ve buz gibi havayı duyuyor içinde Ve onu bir arabaya, tekerlekli bir lahte Bindiriyorlar ite ite.


Adamın yanında, zincire vurulmuş Suskun ve yüzleri solgun Dokuz yoldaş; Tek bir sözcük bile çıkmıyor ağızlarından Hepsi seziyor çünkü Arabanın kendisini nereye götürdüğünü Şu altında dönüp duran tekerleklerin dingiline bağlı olduğunu Yaşamının,

İşte durdu Gümbür gümbür giden araba, kapılar gıcırdadı: Üzgün ve şaşkın bakışlarla bakıyorlar Açılan demir parmaklıktan Karanlık bir dünya parçasına. Alçak ve kirli damlarla örtülü evler Bu karanlık ve karla örtülü alanı çevrelemekte. Kül rengi bir sis tabakası Süslemekte yüce mahkemeyi Ve kilisenin altın kubbesini yalıyor ilk ışıkları Henüz doğmakta olan soğuk güneşin


Hiç konuşmadan sıra sıra diziliyorlar alanda. Bir teğmen, haklarında verilen kararı okuyor: Yaptıkları ihanetin karşılığı öldürmektir, kurşuna dizilerek


Ölüm! Bu sözcük, kocaman bir taş gibi düşüyor Sessizliğin titreyen aynasına, Ve sert bir ses duyuluyor Sanki bir şey kırılıp iki parça olmuşçasına, Ve sonra, Sessiz bir mezara düşüyor Bu sesin bomboş yankısı, buz gibi sabah sessizliğinde.


Sanki düş görür gibi, Bütün olup bitenleri hissetmekte adam, Ve şu anda ölmek zorunda olduğunu biliyor. Birisi öne çıkıyor ve onun sırtına Bembeyaz ölüm gömleğini giydiriyor sessizce Son bir söz ve sıcak bir bakış, yoldaşları selamlıyor; Sessiz bir feryatla Öpüyor adam rahibin kendisine emrederek uzattığı şeyi, Çarmıha gerilmiş Mesih’i.

Sonra, üçer üçer Onunu da, kazıklara bağlıyorlar.


İşte aceleyle bir kazak geliyor Gözlerini bağlamaya. Ve adam, Bu gördüklerinin sonsuzca körlükten önceki son görüntü olduğunu biliyor. Ve şu uzaklardaki gökyüzünün sunduğu Küçücük bir dünya parçasına, tutkuyla bakıyor. Sabahın ilk ışıklarıyla pırıl pırıl ışıldayan kiliseyi görüyor: Sanki son kutsal akşam yemeğine hazırlanmış gibi İçi kutsal sabah kızıllığıyla dolu çanağı alev alev yanmakta Ve o, ani bir mutlulukla ona doğru uzanıyor, Ölümden sonraki kutsal yaşama uzanır gibi.


İşte şimdi gözlerinin önüne sonsuzca bir gece bağlıyorlar. Ama şu anda, Damarlarında dolaşmakta olan kan daha da renkli Ve bu kandan Pırıltılı dalgalar halinde akan Bütün bir yaşam fışkırıyor.

Ve o, Bu anda, şu ölüm ânında Kaybedilmiş bütün bir geçmişi Ruhunda yeniden canlandırıyor; Bütün bir yaşam yeniden uyanıyor içinde Ve perde perde gözlerinin önünden geçiyor: Çocukluğu, yoksulluk içinde geçen çocukluğu, o renksiz ruhsuz yüzü, Babası, annesi, erkek kardeşi, evi Birkaç dost, iki yudum şehvet, Şöhret olma düşü ve bir tutam rezalet; Kaybolan gençlik bütün güzelliğiyle Damarlarında dolaşıyor; Ve adam, kazığa bağlandığı şu son âna kadar Bütün yaşamını yeniden duyumsuyor yüreğinin derinliklerinde. Ama acı gerçek, Siyah ve ağır Gölgeliyor içindeki bütün güzellikleri bir anda. Ve şimdi, Birinin kendisine doğru gelmekte olduğunu seziyor. Seziyor siyah ve sessiz adımların Giderek yaklaştığını; Ve seziyor, elini göğsünün üzerine koyduğunda Kalp atışlarının giderek zayıfladığını Ve sonunda atmaz olduğunu. Bir dakika daha sonra her şey bitecek. Kazaklar, Diziliyorlar önünde, parlayan üniformalarıyla Silahlar omuzlardan iniyor, nişan almış eller tetikte, Davul sesleri yeri göğü inletmekte, Bu bir tek saniye bin yıla bedel.

Ve birden bir haykırış: Durun!


Subay öne çıkıyor, elinde beyaz bir kâğıt parçası, Sesi açık ve berrak Ölüm sessizliğini kesiyor: Çar hazretleri Tanrı adına merhamete gelip Kararı bozdu ve daha hafif bir cezaya çevirdi.


Sözcükler kulağına yabancı geliyor, Söylenenleri anlamaktan henüz çok uzak, Fakat damarlarındaki kan Yeniden harekete geçiyor. Adam yerinden doğruluyor ve bir şarkı mırıldanıyor Ve ölüm Donmuş eklemlerinden duraksayarak uzaklaşıyor, Hâlâ karanlığa bakmakta olan gözleri Sonsuz ışığın selamını seziyor.


Gardiyan, Bağlarını çözüyor sessizce, Bir çift el, gözündeki beyaz bağı sıyırıyor Soyulmuş bir ağaç kabuğu gibi Yanan şakaklarından. Bakışları sendeleyerek uzaklaşıyor mezardan Ve bu halsiz, gözleri bulanık zavallı adam, Donmuş benliğine dönmek için Çevresini yokluyor.

Ve o anda Sabah kızıllığında hâlâ ışıl ışıl parıldamakta olan Kilise ve kubbesi ilişiyor gözlerine. Sabah kızıllığının olgun gülleri, Kutsal dualar gibi sarmış kiliseyi, Çatısı üzerinde parıldayan haç, Kutsal bir kılıç gibi Yukarıyı, sevinçle kızarmakta olan bulutları işaret ediyor. Ve orada, sabah aydınlığında yükseliyor Çağıldayarak kilisenin dev kubbesi. Bir ışık seli, Alev alev yanan dalgalarını Kutsal ilahilerle çınlayan gökyüzüne fırlatıyor.


Sis bulutları Dünyanın bütün kötülüklerini sırtına yüklenmiş gibi, Kara bulutlar halinde Yukarıya, o ilahi aydınlığa doğru yükselmekte. Ve bin sesli bir koro okuyormuşçasına Derinliklerden ilahi sesleri geliyor, Ve adam, Çektikleri işkenceler yüzünden acı içinde kıvranan İnsanların anlatıldığı kutsal ezgileri duyuyor ilk defa, Ve işitiyor adam ilk defa Küçüklerin, zayıfların, erkeklere peşkeş çekilen kadınların, Duygularıyla alay edilen genç kızların seslerini, Yaşamları boyunca hep ezilenlerin nefret ve kinini


Ve dudaklarında hiçbir gülümseme belirtisi bulunmayan yalnızları; İşitiyor, hıçkırarak ağlayan çocukların yakınmalarını, Kandırılmışların feryadını.

Ve işitiyor adam, Bütün acı çekenlerin feryatlarını, Haksız yere suçlananların, bitkinlerin ve horlanmışların seslerini, Bütün sokakların ve günlerin değeri anlaşılmamış soylu varlıklarının sızlanmalarını. Ve duyuyor, bütün bunların seslerini ve bütün bu seslerin Eşsiz bir uyum içinde gökyüzüne yükseldiğini. İşitiyor o, Tanrı’ya sadece acıların ulaştığını, Görüyor ötekilerin, kurşun gibi ağır bir yaşamı yeryüzüne nasıl bağladıklarını. Fakat, yukardaki ışık seli, Koronun yükselen sesinin kabarıp coşmasıyla Dünya acılardan uzaklaşıp Öyle büyüyor, öyle genişliyor ki!


Ve adam biliyor, bütün bu insanların dileklerini Yerine getireceğini Tanrı’nın. Onun göklerinde merhamet ve bağışlama ezgileri dolaşmakta çünkü. Tanrı ezilmişleri sorgulamaz, Ve sonsuz bir bağışlayış, Tanrı’nın evini sonsuzca bir ışıkla aydınlatır. Mahşerin dört atlısı uzaklaşıyor oradan, Ölüm ânında bütün bir yaşamı yaşayanlar için Acı, neşe oluyor, mutluluk ise acı. Alev kırmızısı bir melek Yeryüzüne doğru daha şimdiden süzülüyor Ve adamın ürperen yüreğine Acının çocuğu İsa’nın kutsal sevgisinin parıltısını serpiyor.

Ve adam, Yere yıkılırcasına dize geliyor, Bir anda, sonsuz acılar içindeki Bütün evreni hissediyor içinde. Vücudu tirtir titremekte, Beyaz köpükler saçılıyor ağzından, Vücudu kaskatı kesiliyor ve değişiyor yüz hatları, Ağlıyor, sırtındaki ölüm giysisini Islatıyor boşanan gözyaşları. Çünkü adam, ölümün acısını dudaklarında yaşadı yaşayalı Yaşamın tadına vardığını hissediyor içinde, Ruhu işkence görmek ve yaralanmak için yanıp tutuşmakta, Ve o, Bu bir tek saniyede Bin yıl önce çarmıha gerilmiş İsa’dan başkası olmadığını, Tıpkı onun gibi, Ölümün acı busesini dudaklarında tattı tadalı Anlamıştır, yaşamı acı çekerek sevmeyi.


Askerler, iplerini çözüp kazıktan uzaklaştırıyorlar onu. Yüzü solgun Ve sönük. İtiyorlar onu ötekilerin arasına saygısızca. Bakışları, Yabancı ve tamamen içine kapanık, Ve titreyen dudaklarının çevresinde Karamazovların sarı gülüşü var.

*

Stefan Zweig

10 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page