top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

BARIŞA EVET

Güncelleme tarihi: 25 Ara 2020


“Coğrafya kader” demişti 14. yüzyıl düşünürlerinden İbn-i Haldun. Düşünür, 76 yıllık yaşamını sürdürdüğü Fas, Tunus, Cezayir, Endülüs ve Mısır coğrafyalarında tarihsel sürece çok yakından tanıklık etmiştir. 14. yüzyıl da iktidar hırsıyla dolu muktedirlerin rekabet, entrika, adaletsizlik, soygun ve sömürü ilişkilerinin havalarda uçuştuğu yüzyıldı şüphesiz ki. ‘Coğrafya Kader!’ sözü politik coğrafyaya ilişkin bir sözdür. Ezen ve ezilenlerin sınıflı dünyasında yaşanılan bölgenin coğrafi konumu, oradaki toplumsal yaşamın nasıl olacağı ile doğrudan ilişkilidir. Coğrafi özel konumun turizm faaliyetlerine, ulaşıma, ekonomik faaliyetlere, yerleşme şartlarına ve nüfus dağılışına etki ettiğini söyleyebiliriz.


Ekonomik faaliyetler içindeki özellikle ham madde, enerji kaynakları ve ulaşım ağı oradaki hayatın kapitalizmin bağımlı ilişkilerinin daha derin sonuçlarıyla açığa çıkacağını gösterir. 21. yüzyılda da süren emperyalist paylaşım savaşlarının ana nedeni önceki yüzyıllardan farklı değildir. Kapitalizm dünya gelindeki inişli çıkışlı ve kendi krizini de üreten yapısının sürdürmektedir. Sürekliliği için de sömürge alanı olarak gördüğü dünyanın her alanında savaşlar, çatışmalar, darbeler, ambargolar ve zorunlu göçler gibi kaoslar yaratmaktadır.Egemen sınıf, kendi sınıf dinamikleri dışındaki kitleleri ve dünya genelindeki coğrafyaları, kendi beka sorunu için birer araç olarak görmektedir. Bu, kötülükle yoğrulmuş politik zihniyet insanlığın mutsuzluğunun da sebebidir. Günümüzde de kendi coğrafyamız başta olmak üzere dünyanın farklı bölgelerinde çatışmalar ve savaşlar sürmektedir. Özellikle Orta Doğu savaş muhaberelerinin deney alanına dönmüş durumdadır. Eskilerin ipek ve baharat yolu olan efsane yollar, on yıllardır çatışma ve savaş bölgesi olarak kapitalist emperyalizmin ve despotik iktidarların kanlı hobi yollarına dönüşmüştür. Savaşlar da "ölen kim, öldüren kim," sorusunun yanıtı en trajedik yanıtlardandır.


Emri verenler dışında öldürenin de ölenin de çatışma veya savaşın kararını vermeyenler olduğunu herkes bilir. Ayrıca herkes şunu da bilir: Savaşlarda iki taraftan da ölenlerin yoksul halk çocukları olduğudur. Çünkü yoksulların çocukları paraları olmadığı için bedelli askerlik yapamıyorlar. Aynı şekilde siyasi nüfusları olamadığı için sözde ‘hastalık raporları’ alarak askerlikten yırtma, muaf olma girişimleri de olamıyor. Bu durumda emre uymaktan başka çarelerinin olmadığını düşünürler. Burada üstad Yaşar Kemal'in sözlerini hatırlamadan geçmeyelim " Benim kitaplarımı okuyan katil olmasın, savaş düşmanı olsun. İnsanın insanı sömürmesine karşı çıksın. Benim kitaplarımı okuyanlar cümle kötülüklerden arınsınlar."


Emekçi ve yoksul çocuklarının anlayışında, vazifeyi yerine getirme, ahlaki bir sorumluluktur. Bir sıralı görevdir, bayrak yarışıdır. Hayata, güvenlik görevi ile destek olmaktır. Aileye, akrabalara, komşulara ve tüm halka karşı bir cesaret ve güven göstergesidir. Vefa ve vicdan borcudur ardına bakmadan gitmek…Ve bitiminde sağ-salim dönüp annelerine ve sevgililerine sarılmaktır.


Ölüm ve öldürme gerçekte hiç yoktur emekçi ve yoksul çocukların usunda ve kalbinde. Çünkü kutsal olan yaşamdır. Soma’da yeterli güvenlik önlemi alınmadığından çöken ve su dolan madende ölen işçi evladı için “Benim oğlum yüzme bilmezdi. Ne yaptı acaba?”, diye ağlayan anne ile bir şehit annesinin ”Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece, size hep tatlı gelecek!”, sözü yüreğimizi dağlıyor. Ve Bertold Brecht’in dizeleri sanki bugünün sessiz çığlıklarını anlatıyor:

Sonra dost düşman bütün insanlar sustu

Yalnız analar ağladı dünyanın iki ucunda


Gecekonduların çığlığı gecekondularda kalmasın. Savaşlar sadece cephelerde yapılıp askerlere ve yapılan bölgeye değil, çok daha geniş alanlara ve aklımıza gelmeyen diğer canlılara zarar veriyor. Aşağıda bu çok zararlı etkileri ‘Savaşlar ve Ekosistem’ başlıklı daha önce yayınlanan yazımdan alıntılayarak tekrar paylaşıyorum:

“Savaş ve çatışmaların genelde görünür olan sosyal, siyasal, iktisadi, kültürel ve uluslararası sonuçları kamuoyunca tartışılır. Oysa savaşlar sadece insan topluluklarını değil, bir bütün olarak çevreyi katleder. Hava ve su sirkülâsyonları yoluyla uzak coğrafyaları da aynı sonuçlarla etkiler. Savaş endüstrisinin gelişimiyle kullanılan silahlar tehlikelerinin artmasının yanında çeşitlenmiştir de. Silah olarak henüz kamuoyunca tanınmayan birçok silah türü, canlı nesline karşı kullanılmaktadır. Günümüz savaşlarında çok gelişkin nükleer, kimyasal ve biyolojik silahlar kullanılmaktadır. Nihayetinde de canlılara ve çevreye yönelik küresel düzeyde tehdit ortaya çıkmaktadır. II Emperyalist paylaşım savaşının acı sonuçları hâlâ hafızalardadır.


Savaşta milyonlarca insan ölmekle kalmadı, çevre aşırı tahrip oldu, büyük zorunlu göçler yaşandı, canlı genetiği bozuldu. Hiroşima’ya atılan zenginleştirilmiş uranyum veya Nagasaki’ye atılan plütonyom gibi nükleer bombalarla 220 bin kadar insan öldürüldü, binlerce özürlü insan ve bitki yetişmeyen kurak toprak alanları ortaya çıkardı. Nükleer başlıklı silahların yoğun radyasyon yaymasından dolayı sürekliliği olan kanser vb. hastalıklar insanların yaşam haklarını ellerinden alıyor. Savaşlarda özellikle sanayi işletmeleri de hedef alınıyor ve telafi edilemeyecek oranda ortaya saçılan kimyasallar ve radyasyon yayılımı cephe ile alakalı olmayan tüm halkın yaşamını tehdit ediyor.”


İnsanlık ve doğa daha fazla katledilip, tüketilmeden savaşın panzehiri olan barışı yeşertmek için daha fazla zaman kaybetmeliyiz. Kapitalist emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin savaş çıkarma özgürlüğüne insanlık olarak artık “dur!” demeliyiz. Savaş denen vahşeti gezegenimizde durdurup, barışı egemen kıldığımızda doğa tüm canlılarıyla gülümseyebilecektir. İşte o zaman tüm coğrafyalarda savaş kader olmaktan çıkacak, BARIŞ olacaktır.

76 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page