top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Bir İnsanlık Ayıbı-Struma Faciası


“Geçmişten adam hisse kaparmış… Ne masal şey!

Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?

Tarihi tekerrür” diye tarif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

demiş Mehmet Akif Ersoy “Kıssadan Hisse” adlı dörtlüğünde. Şairin dediği gibi, günümüzde yaşananlardan da görüyoruz ki tarih hiç durmaksızın tekrarlanıyor, aynı acı olaylar hep yaşanıyor; değişen sadece zaman, mekan ve oyuncular.


24 Şubat 1942'de yine tıpkı bugünkü gibi soğuk bir şubat gününde Hitler'in soykırım zulmünden kaçmak üzere Romanya’dan Filistin’e gitmek için yola çıkan Yahudileri taşıyan Struma gemisi İstanbul’da bir Rus denizaltısından atılan torpido ile batırılır ve 750’den fazla Yahudi Karadeniz’in soğuk sularına gömülür.


Yıllar sonra “değişen bir şey var mı?” diye sorguladığımızda görüyoruz ki aslında değişen hiçbir şey yok. Çünkü insanlık ders almayı bilmiyor ya da istemiyor. İnsanlar yine dinlerinden, milliyetlerinden, fikirlerinden ya da renklerinden dolayı lanetleniyor. Ya ateş altındaki yıkılmış şehirlerinde, ya mülteci kamplarında tel örgüler arkasında yaşam mücadelesine devam ediyor ya da bir yerlere kaçıp kurtulmak isterken soğuk sularda can veriyor. Daha yaşanası bir dünyada, geçmiş acılardan ders alarak insanca yaşayabileceğimiz günlere diyerek Struma Faciasını anlatalım…

1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan felaket, sonunda Nazi hükûmetinin, eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini hedef alıp yok etmeye kalkması ile büyük acılara neden olur. İkinci Dünya Savaşında Doğu Avrupa’nın tamamına hakim olan ve 1940 yılında Balkan sınırına dayanan Nazi Orduları kendi ülkelerinde Yahudilere karşı uyguladığı sert politikaları burada da uygulamaya başlar.

Naziler Polonya’da yürürlüğe koydukları Yahudi karşıtı yasaların benzerlerini, müttefikleri Romanya’da da yürürlüğe koyar. 1941 yılına gelindiğinde Romanya’nın Yaş şehrinde 4 bin Yahudi’nin Nazilerce katledilmesiyle korku ve umutsuzluk içinde olan Romanya Yahudileri için Filistin’e gitmekten başka çare kalmaz.

İkinci Dünya Savaşı ile Nazi işgalinin olduğu her yerden Filistin’e büyük bir Yahudi göçü başlar. Türkiye karasularını kullanarak Filistin’e kaçmayı planlayan Romanyalı zenginlerden ve entelektüellerden oluşan büyük bir Yahudi grubu da birleştirdikleri para ile Struma isimli 1830 model bir motora sahip, 46 metrelik bir kömür gemisini kiralarlar. 12 Aralık 1941’de 769 zengin ve entelektüel Yahudi işte bu köhne Struma adlı gemiye binerek Filistin’e gitmek üzere yola çıkarlar.

Daha önce hayvan taşımacılığında kullanılan 150 yolcu kapasiteli Panama bandıralı Struma gemisinde sadece bir tuvalet ve dört banyo vardır. Gemiyi işletenler gemideki ahırları kamaraya dönüştürür ve 769 yolcuyu gemiye doldurur.

Yolcu başına 1000 dolar alan gemi sahipleri, yolcuların geminin küçüklüğü hakkındaki itirazları üzerine açıklarda büyük bir geminin beklediğini, yolcuların o gemiye aktarılacağını söyleyerek onları kandırır. Baskı altındaki Avrupa’dan kaçmaktan başka bir şey düşünmeyen korku içindeki yolcular çaresiz bu gemiye binerler. Oysa günlerce önce Romanya’daki gazetelerde ‘Struma: Yahudileri Filistin’e kaçıracak gemi’ başlıklı ilanlar verilmiş, bu ilanlarda lüks gemilerin fotoğrafları kullanılmıştı.

12 Aralık 1941’de Romanya’nın Köstence limanından yaklaşık 790 yolcu ve 10 mürettebatla kalkıp, İstanbul ve Çanakkale boğazlarından geçerek Ege’ye, oradan da Akdeniz’i geçerek Filistin’e ulaşmak isteyen Struma’nın motoru daha İstanbul’a ulaşamadan açık denizde arızalanır. Yolcuların aralarında topladıkları para ve mücevherler karşılığında, yakından geçen bir geminin mürettebatı gemiyi onarır. Ancak gemi ikinci bir motor arızası sebebiyle 15 Aralık’ta İstanbul Boğazı’nda, Sarayburnu açıklarında demir atmak zorunda kalır.

Bu arada Almanya’nın İstanbul büyükelçisi gemide salgın hastalık olduğu ihbarında bulunur ve Almanya tarafından yolcuların karaya çıkarılmaması konusunda Türk hükümetine baskı yapılır. Bölgedeki petrol çıkarlarının bütünüyle tehlikeye düşeceğini görerek Filistin’e Yahudi göçünü kısıtlayan İngiltere’nin de baskısıyla ne geminin yola devam etmesine ne de yolcuların karaya çıkmasına izin verilir. Almanya ile müttefik olan Romanya da gemiyi geri kabul etmez. Türkiye ise mültecileri Türkiye’ye kabul etmeye yanaşmaz çünkü hem Almanya hem de İngiltere’nin bu konuda yoğun baskıları vardır. Ayrıca Türkiye savaşta taraf olmamak için yoğun çaba sarf etmektedir.

Tarihi geçmiş Filistin vizesi bulunan birkaç yolcu İngiliz hükümetinin onayıyla, Martin Segal ve ailesi de ABD’nin ricası üzerine Vehbi Koç’un aracı olması ve Türk hükümeti nezdindeki girişimleriyle gemiden indirilir. Segal, bir Amerikan petrol şirketinin Romanya müdürü, Vehbi Koç ise aynı şirketin Türkiye temsilcisidirler. Koç, Segal ailesi için zamanın İçişleri Bakanı Faik Öztrak ve İstanbul Emniyet Müdürü İhsan Sabri Çağlayangil ile bir dizi görüşme yapar.

Dokuz hafta boyunca kıyıda demirli vaziyette bekleyen gemiye Kızılay ve İstanbul’daki Yahudi toplumu tarafından yardım malzemeleri ulaştırılır. Yardımları İstanbul’daki Yahudi toplumunun önderlerinden Simon Brod ve Rifat Karako organize eder. Struma’nın arızalı olan motoru da tamir edilmek üzere sökülür. O yıllarda henüz 15 yaşında olan Yahudi asıllı Türk iş adamı İshak Alaton da yardım faaliyetlerinde görev alır.

Gemide kalan yolcuların akıbeti ile ilgili haftalar süren müzakereler sonuç vermeyince, Türk hükümeti 23 Şubat 1942’de motoru halen çalışmayan gemiyi Karadeniz’de Şile açıklarına çektirir. Gemi Sarayburnu’ndan uzaklaşırken yolcular yatak çarşaflarına “Yaşasın Türkiye, Kurtarın bizi!” yazarak Türkiye lehine sloganlar atsa da bu çabaları fayda etmez. Gece boyunca sürüklenen gemi, 24 Şubat sabahı büyük bir patlamanın ardından batar.

103’ü çocuk olmak üzere 768 kişi sularda kaybolur. Sadece David Stoliar adlı 20 yaşında bir yolcu ve Ivanof Diko isimli ikinci kaptan sağ kurtulur. Stoliar ve Diko sabaha kadar bir tahta kirişe tutunarak hayatta kalmaya çalışırlar. Soğuk sularda donmak üzere olan bu iki kişiden, tüm umutları tükenen Diko kendini akıntıya bırakarak yaşamına son verir. Stoliar ise çaresizlikten bileklerini kesmek ister ancak donmak üzere olan elleri çakıyı açamaz. Ölmek üzereyken 12 kürekli Türk Kurtarma Kayığı tarafından bulunur ve karaya çıkartılır.

Uzun yıllar neden battığı bilinemeyen gemiden sağ kurtulan tek yolcu olan David Stoliar, İsrail Silahlı Kuvvetler Radyosuna verdiği bir demeçte; geminin bir Türk torpido botunun açtığı ateş ile batırıldığını iddia eder. Oysa 1960’larda Sovyet arşivlerinden çıkan belgeler ışığında Struma’nın Sovyet denizaltısı Shch-213 tarafından torpido ile vurularak batırıldığı anlaşılır.

Nazi Almanya'sına stratejik malzeme akışını önlemek amacıyla Karadeniz’e giren tüm tarafsız ya da düşman gemilerini batırması yönündeki gizli talimatı yerine getiren Sovyet denizaltısı 23 Şubat akşamı Türk kargo gemisi Çankaya’yı da batırmıştı.

Struma’nın batırılması hadisesi Sovyet askerî arşivlerine şu şekilde işlenmiştir: “Sc-213 denizaltısı 24.2.1942 sabahı korumasız vaziyetteki düşman gemisi Struma’ya rastladı. Gemi 1118 metreden başarıyla torpidolandı ve batırıldı. Genç subaylar, gemi komutanı ve astsubaylar ve torpidoyu ateşleyen Kızıl Filo denizcileri cesaret örneği sergilemişlerdir.” Ancak Olayın ardından 1942’nin Ekim ayında, Sc-213 denizaltısı da Karadeniz’e döşenmiş bir mayına çarparak batar. Mayının Romanya tarafından döşendiği iddiası güçlü olmakla birlikte, bir Alman denizaltı avcısı tarafından batırıldığı da rivayet edilmiştir.

Struma gemisinin yolcularına Filistin’e giriş vizesi vermeyen Büyük Britanya’nın Sömürgeler Bakanı Lord Moyne 1944 yılında Struma faciasındaki sorumluluğu nedeniyle bir suikast sonucu öldürülür. Yahudileri Filistin’e taşımak amacıyla bu yolculuğu düzenleyenler ise ölüme sebebiyet vermekten Romanya’da yargılanırlar fakat geminin batma sebebinin bir denizaltı olması nedeniyle beraat ederler.

Yolcu ve mürettebatıyla Karadeniz’in karanlık sularında kaybolan Struma bir insanlık ayıbı olarak tarihe geçer. Olay tüm dünyada tartışılır. Savaş sonrası, araştırmalara konu olur. Filistin’de protesto gösterilerine ve ayaklanmalara neden olur. Her ne kadar olayların sorumluluğu dönemin Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’ne yüklenmek istense de daha sonra açıklanan İngiliz Dışişleri arşivlerindeki Türkiye-İngiltere yazışmaları, bu facianın asıl sorumlusu olarak, Orta-Doğu çıkarlarını yitirmek istemeyen İngiltere’nin katı tutumunu gösterir.

99 görüntüleme1 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page