top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

NEVİN NAZİK

Güncelleme tarihi: 17 Ara 2020



Çobanbey Mahallesi’nde bir apartmanın zemin katında kiracı olarak oturuyordu Cemal Taylan. Kendini bildi bileli, güneşi üstüne doğurmamıştı. Şehir yerde günün üstünüze doğması zaten mümkün değildir. Bitişik nizam yapılan apartmanlar kuşluk vaktine kadar geçit vermez güne.


Sabah sabah başkalarına garip gelen kahvaltısını yaptı: Sofra olarak kullandığı ekmek tahtasının üstünde kestiği iki domates, iki üç yeşilbiber, bir somun ekmek, bir bardak çay…

Terzi Orhan’ın diktiği çizgili kruvaze takım elbisesinin içine beyaz bir gömlek giymiş, yana çizgili kravatıyla da farklı olmuştu yine. Arkadaşları görse neler derlerdi kim bilir? Şunu bunu demelerine aldırmazdı Cemal Taylan. Kirli saç, kirli kot, ona göre değildi. Ayakkabı ile içeriye girmek, gömleği, pantolonu ortak giymek hep aykırı gelirdi ona.

Setbaşı Köprüsü’nün korkuluklarına dayanarak derinden akan dereye dalıp gitmişti. Setbaşı Deresi de ülkenin sosyal yapısı gibi kirlenmeye yüz tutmuştu. Yer yer kirlilik adacıkları oluşmuştu. Dere yatağı Bursa Ovası’na doğru yeşil bir vadi, yeşil bir deniz gibi uzanıp gidiyordu. Ayrık otları, labadalar, kanyaşları, hardallar, yaban semizleri; atkestaneleri, karaağaçlar, söğütler, çınarlar… Setbaşı Vadisi’nin zenginlikleriydi.

O kadar dalmıştı ki, hayli zaman önce gelip onu izleyen Nevin Nazik’i fark etmemişti. O dereyi, Nevin Nazik de onu izlemişti. Üstüne düşen bir gölgeyle kendine geldi. Saat: 11 00. Gözlerini derenin derinliklerinden alarak, gölgenin geldiği yöne çevirince Nevin Nazik’le göz göze geldi:


“A a a dalmışım, kusura bakma!”

“Evet, dalmışsın, derenin derinliklerine!”

“…”

“Beni mi, Mavi Şeytan’ı mı düşünüyordun?”

“Yapma ne olur, gün bugün güzel başladı diye gönenirken, kara bir bulut gibi çökme üstüme!”

“Hadi, hadi, on beş gündür, Mavi Şeytan’ın yanında isyan günlerimizin güzelliğinden koparak, bir hoş oldun, fark etmedim mi sanırsın?”

“Nevin Nazik, incitiyorsun beni!”

“Kulağıma eğilip de söylediğin Livaneli türkülerinin isyan ateşini ne de çabuk unutmuşsun!”

“Ne olur böyle söyleme!”

“Ya şimdi Cemal Taylan, o türkülerin ruhu ve sen bir araya gelebiliyor musun?”

“…”


Setbaşı Köprüsü’nden Tophane’deki çay bahçesine vardılar. En köşedeki her zaman oturdukları masa boştu, varıp oturdular. Bursa Şehri ayaklarının altındaydı: Altıparmak, Kültürpark, Hürriyet, Hürriyetli Göçmen Kızı Nezihat’ın evi, Uludağ’ın yaban domuzlarının korkulu rüyası, Hasan Hıdır’ın cirit attığı Fomara sokakları…


İlk çaylarını tek kelime etmeden içtiler. Nevin Nazik çantasından “sipahi” sigarasını çıkardı.

“Ben verdiğim sözü tutamadım Cemal Taylan, bir haftadır gizli gizli içiyorum. İçmezdim, içmemeye ant içmiştim; ama o Mavi Şeytan’a sebep içiyorum. Mavi Şeytan ve sen ikişer kere Mavi Şeytan oluyorsunuz gözümde. İki Mavi Şeytan’ a bununla karşı durmaya çalışıyorum.”

“Ne olur yapma, anladığın gibi değil, o benim sadece bir arkadaşım!”

“Öyle mi, gözlerin öyle demiyor ama hadi sıkıysa gözlerimin içine bak, ne göreceksin?”

“…”

Bakamazsın kuzum, bakamazsın! 1978 Eylülü bir araya getirmişti bizi. Bilmeliydim, eylül, ayrılık mevsiminin en belalı ayıdır. Eylül, ayrılık getirir, bilmemişim, kahretsin!”


Dörtyollu Nevin Nazik, yaşça büyüktü Cemal Taylan’dan. Görünüşü, yaşından daha da büyük gösteriyordu. Çok çile çekmiş, çok ezilmiş Anadolu kadının duruşu vardı. O, işte onu sevmiş; sevmemiş de yakın bulmuş, arkadaş bulmuş. Yalnız şehir günlerinde yanında yoldaş bilmiştir belki de kim bilir?

“Mavi Şeytan’a diyeceğin bir şey yok, peki Anamurluya ne diyeceksin?”

“Kuzum bugün sen solundan mı kalktın?”

“Ne gördün soldan? Senin de toplum çoğunluğundan hiçbir farkın yok! Sol elle yemek yenmez, sola yüzük takılmaz, iyililik melekleri sağda, kötülük melekleri solda! Ne demek solundan kalkmak?”

“…”

“Sol elinizi kessinler bakalım, bilmem nerenizi kime yıkatacaksınız, Sol el orayı yıkamaya yararmış! Ne saçma sapan bir şeyler bunlar! Senin gibi aydın geçinenler de buna çanak tutunca dayanamıyorum işte böyle!”

“Öyle demezler mi Nevin Nazik?”

“Geç bunları, saf ayaklarına yatma!”

“Oturduğumuz saatten beri güzel olan bir şey söylemedin. Karabasanların Bursa Ovası’nı kapladı.

“Söylemem tabi, Mavi bir Şeytan elimden alır seni, sessiz mi kalayım?”

“…”

“Ya Anamurlu ne oluyor?

“…”

“Geçen akşam Habibelerde konuşup tartışıyorduk. Cemal Taylan bir tane demez mi?”

“…”

Uludağ’ın tepesinden boşanıp gelen bulutlar Bursa şehri’nin üstüne çöktü. Gün, hiçbir şeye şahit olmamak için kara bulutların arkasına saklanmış, bayram ediyordu besbelli. Heykel’e doğru giden araçlar, farlarını yakmış, kararan güne ışık olmaya çalışıyor. Belediye otobüsleri duraklardaki heyecanlı, korkulu yolcuları evlerine taşımak için dolup dolup boşalıyordu. Şeytan bir düğün kurmuş, rüzgârla birlikte dönüp duruyor. Önüne çıkan sandalyeleri, masaları yere sererek Hürriyete aşağı silip süpürüyordu. Nevin Nazik, bu korkuyla eline yapıştı Cemal Taylan’ın, sonra:


“Ne olur beni bırakma yalvarırım!”

“Beni bırakma” diyerek sarıldı kime kimseye aldırmadan. Gözlerini gözlerine dikmiş, ‘beni bırakma’ diyordu. Setbaşı tarafından esen bir başka esinti de saçlarını Cemal Taylan’ın yüzüne doğru savurdu. Suya hasret saçlar bir kırbaç gibi şakladı yüzünde. Kırbaç yalabık oldu kafasında, kırbaç şimşek oldu düşüncesinde. Tam bu sırada Nevin Nazik’in Mavi Şeytan’ı ayın on beşi gibi belirdi karşında. Gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Kestane kızılı saçlar ıldır ıldır yanıyordu. Bir kara elmas, bir altın sarısı oluyordu. Boyu da büyüdükçe büyüyordu gözünde. Bir dünya güzeli değildi ama Karacaoğlan’a yürekten katılırcasına.


“Ben güzele güzel demem, / Güzel benim olmayınca,” diyordu bütün içtenliğiyle. Öte tarafta Anamurlu da ne ay yüzlü, ne gök gözlü, sadece bir göz, hepsi o kadar…


Nevin Nazik’in Mavi Şeytanı, Cemal Taylan’ın İkrarı, yönü, salâvatı, musahibi, Kâbesi… Nevin Nazik’in Mavi Şeytan’ı Cemal Taylan’ın hayat kaynağı, Toros Türkmenlerinin kutsal katranı, Anadolu erenlerinin Bektaş Veli’si, Biçare Yunus’u, Sivas ellerinin Pir Sultan’ı… Nevin Nazik’in Mavi Şeytan’ı Cemal Taylan’ın yüreği, nefesi, gözü, ışığı, durmadan çağlayıp akan pınarı…


Nevin Nazik’le Cemal Taylan kalkmak üzereydi ki...


“Karar katidir, yanlış da olsa uygulanacaktır,”diyen bir sesle irkildiler, Mudanyalı Mahir’di bu.

“Bizi zaafa uğratacaklara aman yok!”

Bandırmalı Coşkun’du.

“Bizi çökertmenize izin yok!”

Gemlikli Bayram!

“Biz eyleme, sen aşka Cemal Taylan, yağma yok yavrum, bedelini ödeyeceksin, diyordu Oflu Osman!

“Emir demiri keser gardaşlar, emir demiri keser. Ben de olsam af yok,” diyordu Manisalı Mustafa!


O gün bir güzel ısladılar Cemal Taylan’ı. Çizgili takım elbisesi beyaz gömleği, paramparça olmuş, Türkçe bölüm başkanı Sabit Bayıldıran’a özenerek taktığı siyah gözlüğü kırılmış, çizgili kravatı koparılmıştı. İyice dövüp öfkelerini aldıktan sonra da ayaklarından parkın girişine kadar sürükleyip az ötedeki taflan kümesine aşağı yuvarlayıvermişlerdi…


Cemal Taylan Kendine geldiğinde, vakit gece yarısına varıyordu…


6 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page