top of page
1/2

Çevre Koruma Değinmeleri

Güncelleme tarihi: 5 Ara 2020


İlkokulumuzun sınıfını, bahçesini, duvar dışını “Mıntıka temizliği” savsözüyle temizlemeyi öğrenen kuşağız. Cumhuriyetin yurdu Demirağlarla ördüğü yoksulluk yıllarında açmayı unutmadığı yatılı okullarda okuduk. Oralarda da mıntıka temizliğinin yanında dersliğimizi, yatakhanemizi, bahçemiz temiz tutmanın yanında çevre koruma bilincini edindik. Önemli bir becerimiz de bireyin çevresini olumlu değiştirmek için yapabileceklerimizi de öğrendik. Çapayı, kazmayı, küreği, el aletlerini kullanarak kırılanı, döküleni onarıp yeniden kullanmayı da öğrettiler iş eğiti derslerinde. Ağaç dikmeyi, aşı yapmayı, soba temizleme, kurma, yangın önlemleri, sınıf tahtasını boyama, bozuk anahtarı onarma, badana-boya, çatı aktarma, ilkyardım bilgileri, yara bakımı, sağlığa uygun köy tuvaletleri yapma, yaşamın zorladıklarıyla edindiğimiz becerilerdi. Öğrencinin saç tıraşı bile bizim işlerimiz arasındaydı.


Bir yandan Tarhana Osman’ın ( Doç. Dr. Osman Nuri Koçtürk) kitaplarını okuyarak gıda sömürgeciliğini okurken, öte yandan da devletimizin okullarımıza gönderdiği II. Paylaşım Savaşı atığı süt tozu, un, margarin, soya yağı ile beslenme eğitimi uygulamaya çalıştık. Tezek, odun ateşinde süttozundan sıcak süt, undan gözleme yapmayı öğrendik. Yoğurdu ayranı evlerinde görmemişler gibi zorlayarak içirdik öğrencilerimize. O yıllarda bizim öğrencilerimize içirmeye üşenip el altından pastanelere sattıklarımızı vatandaşlar ucuz içti, ama köylünün ineğinin sütü, peyniri, yağı önemsizleştirildi. Hayvancılığımıza kurşun sıktığımızı Tarhana Osman’ı okumayanlar bilemedi. Okuyanlara da kökü dışarda, beşinci kol, komünist olarak bakıldı.


!967 yıllarının Sanayi ve Teknoloji Bakanı, Petrolü Millileştirmek istedi. Ülkede epeyce de ilgi topladı. Cumhuriyet Gazetesi’nde konuyla ilgi yazıları ilgiyle okuyorduk. Bakanın ayağının altı gres yağıyla yağlanıp kaydırıldı. Dağları yabancı ülke şirketleri talan ediyordu. O dönemde Bir de ilginç bir Tarım Bakanı vardı ülkemizin. Köy Çocuklarını sınavla alarak üç yıl yatılı okutup teknik tarım çiftçileri yetiştirir, başarı olanları da Ziraat Meslek Liselerine, Hayvan Sağlık Liselerine gönderilirdi. İlginç Bakan Orta Tarım Okullarını kapatıverdi. Bizim için çok önemli okullardı.(İki amcam oradan çıkarak polis ve DDY’de hareket memuru olmuştu). Şaşıran köylülerin duygularından yola çıkarak kapatıla nedenini soran gazeteciye İlginç Bakanımız; “Valla her halde okumadan imzalamışım.” demişti.


Hoş adamdı İlginç Bakanımız. On üç Devlet Üretme Çiftliği vardı ülkemizde, Birkaç yerde de Hayvan Irkını İyileşitirme Haraları. Çiftçinin ekeceği tokum buralarda yetişir, elenir, ilaçlanır, dağıtılır, ektirilirdi. Yerli ırk hayvanların iyileştirilmesi için de Özek ve irice köylere damızlık boğa verilirdi. Giderek süt, et, buzağı iyileştirmesi yapılırdı. İlginç Bakanımız Anadolu’nun yıllarca denenerek verimi görülmüş tohumlarını iyileştiren özekleri, işlediği şahman, kavulca, sazlıca, kırmızı ziraat tohumlarını bir yana bırakarak ABD’ den SENARO-64 tohumu getirtip Ankara, Polatlı, Haymana çevrelerine ektirdi. “ Davullu zurnalı Tarla Bayramı bile yapıp halay da çektiler. Ağustos geldiğinde Senaro-64 kel kızın saçı denli büyüyünce törenle tarlalara giden biçerler homurdanarak döndü. Övgülerle, yaymalarla gelen Holştayn. Montofon ineklerde Anadolu köylerinin ilkel ahırlarında bir iki yıl içinde tükendiler.


Çocukluğum Mamasın Barajı bilsemesiyle geçti. Barajlar Kralı Baba Süleyman Demirel’in adını da o zamanlar duymuştum. Onlarca insanın ölüyle de olsa su topladı. Üç köyü yerinden etmesine karşın Bayıraltı Köylerine Aksaray İline yararlı oldu. Çocukluğumun iklimi değişti, dere balıklarımız yerine aynalı sazan yetişti ama çevre köylere yasaklandı. Her yıl Kaçak avlanmadan ölenler oluyorsa da bölge halkı Sayın Demirel’i ve izleyeni olduğunu savlayan her siyasal partiler oy vermeyi sürdürüyor. ABD kuruluşu Morrison Şirketi’ni Türkiye Temsilcisi olduğunu söyleyen okumuş kesime de en kestirme yoldan “Komünist!” der, önemsemez, ilk olanakta ta şikâyet edip sürgüne yollardı. Mamasın HES’le komünizmin bağını kuramadım yaşamım boyu.


Kapadokya ağzı Aksaray’dan başlar; Selime, Belisırama, Güzelyurt, Ihlara Vadisi örneklerin görüldüğü ilk yerleşimlerdi. Peri bacalarının içleri boş olanlarda Kaya kiliseler, şapeller, I.yy. yasaklı Hristiyanlık döneme özgü kaya resimleri vardı. Çocukları toplayıp “ Her attığınız taş size sevap yazılacak.” diyen mollaların çocukları şimdi duvar diplerinde yabancı gezgin bekler, turizmden kalkınma umuduyla tanrısına şükreder.


Kapadokya Platosu’ndan batıya, Aksaray Ovası’na iner bahar ve güz aylarında gökyüzü denizi andırır. Yıllarca Eşref Paşa’dan Konak Meydanı’na indiğimi düşleyerek yaşadım. Yaklaşık elli kilometre sonra. Eşmekaya- Eskil arasında Kuzey Toroslar’dan akarken batan su yüzeye çıkar, çevresine yaşam vererek, bağ bahçe sulayarak on kilometre sonra da yeniden yer altına iner. Aynı kaynaktan mı beslenirdi bilemiyorum ama beş kilometre ötede Akgöl vardı. Akgöl çevre yerleşimlerin, yaylaların yaşam kaynağıydı, Koyun sürülerinin sulanmasında çok önemliydi. Binlerce koyundan oluşan sürüler sulanırdı. Yaz kış yaban yaşamının kuşlarının da barındığı sulak alandı.


Çevre köylerde havasının neminden kuru tarımın verimini sağlardı. Petrolle çalışan su motopompları yaygınlaşınca patates, pancar, ayçiçeği ekimi de başlayınca yaban kuşları tedirgin oldular ama kışı ılıman alanda geçirmeyi sürdürdüler. Kurma akıllı siyasilerin önerisiyle, bilim insanlarının yazanakları önemsizleştirilerek, düz ovada baraj kurulmaya kalkışınca alan da, göl de kurudu gitti. Virane alan doğal yollardan kendi kendini onarmayı bekler. Aynı ilin elli kilometre ilerisindeki otlak alanın yetmiş beş dekarı telle çevrilip hava alanı olacağı söylendi bir seçim öncesinde. Telle çevrili alan yıllarca bekledi. Çevre halkı tel örgüleri keserek hayvan otlatmaya başlayınca, hayvancılar mahkemelik oldular. Otlak kirası ve tel örgü zararının ödenmesi istendi. Sözünü ettiğim bölgedeki sulak alan geri dönmedi, üstlenici kuruluş bilinmez oldu, koyun sürüleri yok artık. Büyük bir beldeyi ilçe yapılınca halk asfaltta şükür namazı kıldı, ulusal basında ünlü oldular.


Batı Anadolu yıkımdan kaçabiliyor mu? Soma ilçesinde termik santralin kömür atıklarının kül tepecikleri iki yıl içinde yeniden yeşillendiğini gördüm ama Üç yüz bir madenci ölüsünün geriye dönmeyeceğini biliyorum, işletmecinin aklandığını da duydum. Her gün doğal görüntüsünden mutlu olduğum tepeler, dereler, vadiler otuz sekiz yılda üç kez yandı / yakıldı ama şimdi yine güzel bir orman oldu. Doğa kendi kendini onarıyor, insanlar denli acımasız değil yine de. Soma’da, sahillerde yapılaşma adına yok edilen doğal çevre zenginliklerinin, açık hava müzelerinin arayanı soranı yok nedense. İnanılası bir iş değil; vatandaşın bahçesinde bağında yangın çıkmaz ama devletin ormanında yangın hiç bitmez nedense? Doğanın hoşgörüsünü insanlar göstermiyor ne yazık ki.


Altmışlı yıllar sömürgeci, yayılmacı ülkelerin kışkırtması sonucu yapay gübre kullanma sevdasıydı. Sevda, karasevdaya dönüştü; gübrenin, hormonların, GDO’lu tohumların çılgın çağını yaşamamız yetmiyor, yok etmekten haz duyuyoruz. Öyle bir noktaya vardık ki sorumsuzluğumuz şaşılası sırdan işlerden oldu. “Ben gübre de atarım, hormon da kullanırım. Üretimimi artırıp alacağım paraya bakarım. Vatandaşın kanser olması beni ilgilendirmez.” diyen üreticinin ülkesinde yaşıyoruz. Kolaycı, sorumsuz, bilinçsiz köylülük diyelim.


Toprak aşınması, taşınması, taşkınlar, depremler, yangınlar bilindik savaşım yolları olarak yaygı bir yaymacayla oyalandık. Bilim insanı bildiğimiz, güvendiğimiz insanların çabaları da istendik sonucu vermiyordu. Önerilerinin gerçekliği, ulusal yarar açısı mı yoktu yoksa başka amaçlarla mı bizi oyalıyorlardı?


1991 yeni bir dikey yarılmaydı dünya siyaset tarihinde. Yeni Dünya Düzeni, Varşova Paktının dağılması, Balkan parçalanmaları, Berlin Duvarı yıkılınca yapılan bayramlar, dağılan Sovyetler'den türeyen pulcuk devletler… Türkiye Balkanlardan umutlu değildi de Kafkas Pulcuk devletlerine “Ağabeylik Yapacağı!” sevdasına kapıldı. Turuncu Devrimler Dönemi, kimin ne söylediği belirsiz, at izi it izine karışmış, çapı küçükte olsa savaşlar… İç Savaşlar… Türkiye’den başka ülkeler toprak satıldığının söylendiği dönemler… Sivil toplum Kuruluşlarının birini anlamadan birisinin kurulduğu yıllar. Gezi olayları iki ağaç için çıktı denilse de ülkedeki sıkıntıların açıktan dillendirilmeye başladığı günler. Her STK kendince bir şeyler söylüyor ama anlaşılır bir nen yok.

2012 yılında yaşamı ilçemize gelen ünlü kadın yazarı karşıladık, ağırladık, kitaplarını sattık. Yaşamını Akbük’te sürdürdüğünü, yazı işliği kurduğunu, yazmaya gelen yazar arkadaşları da de aynı umutlarla okudum ama anlamadım. Bir nenler anlatıyor gibi görünüyordu da bir nen anlatmıyor, anlaşılmıyordu. Doğa ve Çevreye yönelik kitaplar yazmıştı sözde. Kitaplarına yazdığım incele yazısında sordum. “Ateşten, sudan, topraktan, kâğıt ve plastik atıklardan söz açmışınız. Halkımızın sorumsuzluğundan, yangın çıkarsa güzelim kıyı şeridinin yok olacağında haklı olarak. Bütün kitaplarınızda ortak eksikler var. Kıyıların kimler tarafından talan edildiğinden, özel mülke dönüştürüldüğünden söz açmamışsınız. En önemlisi de ülkemiz topraklarının hangi devlete ne kadar ve ne değere satıldığını yazmamışsınız. Yabancı devletlerin toprak almaları ilerde ülkemize sorun çıkarmaz mı? Olası savaş durumunda askeri amaçlar için kullanılırsa ne yaparız?


Çok içten yanıtladı:

“ Bunlar benim sorunum değil. Politikacıların sorunu. Ben yazarım, yazdığımın parasını alırım.”Sorun anlaşılmıştı, yazarın, yazar gibi düşünen yazarları adlarına bir kırmızıçizgi çekip STK’ ları gözlemlemeye başladım. Hepsinin yolu adı skandallara karışan bir vakfa çıkıyormuş. Güvendiğim bir milletvekili de yabancılara toprak satışında bir sakınca görmediğini söyleyince siyasetten de soğudum. Isparta- Keçiborlu inceleye giden bilim insanlarını taşıyan uçak düştü mü / düşürüldü mü? Çukurova’da elektrik kaçağını önlemeye çalışan kaç elektrik mühendisi, tekniker, teknisyen bilinmeyen kişilerce öldürüldü? Uluslararası sermayenin işletmeye açmaya çabaladığı maden/ mermer ocaklarına olumsuz yazanak düzenleyen bilim insanı nerede, ne oldu?


Atatürk Orman Çiftliği 1964-68 yıllarında görüntüleriyle belleğimde kaldı. İyi ki kaldı ilkgençlik anılarım. Torunlarıma masal olarak anlatıyorum. Okluk Koyu’nu, Bitlis-Ahlat- Van Gölü kıyılarını görmedim, göremeyeceğim de, Akçalı gücüm, ulusal bilincim görmemi engelliyor. Köy ve köylülük yok artık. Mahalle bakkal amcalar da son soluklarını almak üzereler. AVM’ler dört içi kasabalara dek sokuldu. Beton- Çelik kulelerle yarışamıyor kavağımız, çamımız. Torunlarım sütün, etin, zeytinin, reçelin AVM’lerde üretildiğini sanıyorlar. Anne ve babasını mı, kredi kartlarını mı çok sevdiği sorgulanır oldu. Taşıma servisleri, okul kantinleri olmasa okula gitmeyecekler neredeyse. Okullarında Kantin olmayan ülkeler de var yer yuvarımızda. Ülkesi G-8 içinde ama yemeğini, suyunu, beslenme çantasında taşımaya alıştırılmış.


Kuşağım da kelaynak kuşları kadar kaldı ülkemde. Şaşar dururum düşüncelerine, duruşlarına, söylemlerine. Yine de Yusuf Yavuz, Soner Yalçın, okurlar; ülkenin dağına taşına, suyuna ormanına, ekeneğine, tohumuna dertlenir dururlar. Belki bir gün bunları da kentsel dönüştürmeye alırlar. Ya da kitaplarını , yazılarını yakarlar (!?). Yusuf Yavuz gibi düşünen onlarca onurlu ve omurlu yazar, bilim insanı, gerçek çevreci hayvancılığımız kurtarmak adına Karakeçili- Sarıkeçili oymaklarını yerleştirecek alanlar da düşünüyor. Boşu boşuna. Muhacir kardeşlerimiz, sığınanlar dururken sıra gelir mi onlara bilemem.


Oldum olası Tarım, Çevre ve Köy işleri Bakanlarını, Sanayi Bakanlarını severim. Çok güzel söz ederler. Ninni gibi gelir bana. “ Tarımı büyük şirketler yapsın!” deyiverdi sonuncusu. Sevindim. Artık eli nasırlı, ayağı yarık ve çatlak içinde olan insanlarımız olmayacak. Traktörlerini, ekim dikim makinelerini, tarım araçlarını bahçelerinin bir kenarına yapacakları örtü altına koyup “ Bizim zamanımızın İlkel Tarım Araçları Müzesi” yapacaklar sanırım. Boş zamanlarını da evlerinde, kahvelerde 7 / 24 televizyon izleyeceklerdir. Belki de ellerime son teknoloji ürünü IFON verir yüce devletimiz.


Küme evlerimizin önüne bisiklet , motosiklet park yeri yapmak için gelmiş ustaya; “ Üstü örtülü olduktan sonra tabanına beton dökmenize gerek yok. Bir de betonun çirkinliğini görmeyelim.” dediğimde yanıtı çok çağdaştı. “Bunlar çevresi manyaklar, hayır gelmez bunlardan. Gezi direnişi yapamayınca bizimle uğraşıyor. Bir de eski devrimciler var. Ülkede devrim yapamayınca apartman içlerinde, asansör boşluklarında kedi-köpek bakıyorlar saklı gizli. İllegal paticilermiş. AVM’ler kedi köpek yiyeceklerine zam yerine indirim yapıyormuş.”


Nasıl bir yanıt vereceğimi düşünüp bulamadım. Sayın Yusuf Yavuz’a, Sayın Soner Yalçın’a sormam gerekiyor sanırım. Babalarına bir tas çorba vererek bakmaktan yüksünen; dış alım mamalarla pati sevdasına tutulanlar kuşağı da mı (Z) kuşağından oluyor?

Ödemiş; 21 Mayıs 2019

Etiketler:

5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/682
bottom of page