top of page
Yazarın fotoğrafıYusuf AKSOY

Kentsel Mekânlar ve Gezi Parkı

Yusuf AKSOY

*

Bağımlı ilişkiler alanı olan mekân, içinde olduğumuz, planlanmış, kültür aşılayan, çok yönlü denetlenen, açık ya da kapalı örgütlenmiş her yerdir. Mekânın içindeki ve çevresindeki tüm gösterge, simge ve eşyalar yeniden üretim araçlarıdır. Pre-modern dönemlerde mekân, beslenme ve güvenlik gereksinimi, tarım ve hayvancılığa bağlı ürünlerin el değiştirmesi gibi sınırlı ilişkilerin yeri idi. Modern üretim ilişkilerinin ve onun siyasal ilişkilerinin belirleyiciliğindeki dönemden itibaren mekânlar, meta ve piyasa dolayımlı daha geniş ilişkilerin yön verdiği politik alanlara dönüşmüştür. Mekânlar, içinde bulunduğumuz kapitalist sistem koşullarında maniple edilen algıdan ve görünür olandan çok farklı ve fazla anlamlar içermektedir. Nüfusu artık milyonlarla ifade edilen kentler, kırsal yaşamın tavsiyesini de zorlamaktadır. Günümüz kentleri, neoliberalizmin küresel kuşatması ile kapitalizmin sermaye birikim alanları ve yeniden üretim merkezlerine dönüştürülmüştür. Siyasal rejim değişikliklerinde, yer ve kurum adlarının, anıt ve heykellerin, üniformaların, başkentlerin değiştirilmesi, mekânların cinsiyetleştirilmesi ve zaman mekân ilişkilerinin yeniden planlanması hiç de masumane değişiklikler değildir. Tüm bu değişikliklerin arka planında yeni tahakkümün ideolojisi mevcuttur.


Yeryüzündeki ilk kentler Mezopotamya’da M.Ö. 3500, Mısır’da M.Ö. 3000, Çin ve Hindistan’da M.Ö. 2500’de Neolitik dönemin sonunda ortaya çıkmıştır. Antik Yunan ve Roma‘da ise kentlerin M.Ö. 6.-7. Yüzyıllarda kurulduğu arkeolojik bulgularla açıklanmaktadır. İlkçağ kentlerinin belirgin özelliği tarıma dayalı yerleşik hayatın ürettiklerini pazarlamaya yönelik düşüncedir. Bu kentlerin etrafları genellikle yuvarlak/elips biçiminde çevrilmiş ve haç sembolü gibi yol kesişimleri üzerinde kurulmuştur.


O dönemler ticari pazarı yönetecek gruplara biat ettirecek dinsel mabetler inşa edilmiştir. Bu dinsel mabetler kentin en büyük ve gösterişli yapıları olmuştur. Günümüzden 12 bin yıl önce kurulduğu iddia edilen , Şanlıurfa il sınırları içinde dünyanın en eski kült yapılar topluluğu olan Göbekli Tepe’deki arkeolojik bulgular bize bu konuda benzer birçok birçok bilgi sunmaktadır. Monoteist dinlerin mabetleri olan sinagog, kilise, cami vb. özellikle Ortaçağ’dan itibaren görünürlük kazanmaya başlamıştır. Bu dinsel mekânların mimarisi ise korku üzerine kul ilişkilerini düzenleyen özelliklerle yapılmıştır.


Günümüz kapitalizminde ise bu dinsel mekânlar denetimli olarak varlığını ve önemini sürdürürken, göğe yükselerek kutsallık çağrıştıran gökdelenler, Castells’in dediği gibi ihtişamı ve simgeselliği ile kapitalizmin mabetlerine dönüşmüştür. Çarpıcı bir örnek verecek olursak Mekke’de kutsal Kâbe’nin yanına en büyük Hilton otellerinden biri yapıldı. 10 yıl içinde gerçekleşecek bir proje ile de Müslümanlar için kutsal sayılan birçok kutsal mekân yıkılarak yerine Kabe’yi çevreleyen en az 30’ar katlı gökdelenler yapılmış olacak. Suudi Arabistan’ın yeşil sermayesi gücü ve ihtişamı artık gökdelenlerle tesis ediyor.

Castells: “Kentleri anlamanın yolu mekânsal biçimlerin nasıl oluştuklarını ve dönüştüklerini kavramaktan geçmektedir. Kent ve mahallelerin mimari özellikleri ve planları, farklı sosyal gruplar arasındaki çatışma ve mücadeleleri yansıtır. Örneğin gökdelenler, kâr elde etme amacıyla yapılabildiği gibi teknoloji ve güven aracılığıyla kent üzerinde paranın gücünü sembolize ederler. Dahası bu dev binalar, kapitalizmin yükselme döneminin katedralleridir.” Henri Lefebre de mekân ile ilgili şu vurguyu yapar: “Mekân toplumsal üretimin bir sonucu olarak meydana gelmiştir. Dolayısıyla mekân politika ya da ideolojiden uzaklaştırılmış bir nesne değildir; her zaman politik ve stratejik olmuştur. Çünkü mekân tarihsel ve doğal unsurların kaynaşıp güncellenmiş halidir, ancak siyasi bir biçimde yapılmıştır. Bu çerçevede de mekân politik ve ideolojiktir. (Tümtaş, 2012). Tümtaş, bu nedenle mekân, sosyo-ekonomik ve siyasal çatışmaların bir alanı haline gelmektedir ve bu sayede toplumsal ilişkiler mekânda gerçekleşmektedir, demektedir. Kentlerin meydana gelişini açıklayan,’Hidrolik Toplum Kavramı ve Artı Ürün-Ekonomik Teoriler (Pazar yeri olarak kent) Askeri ve Dinsel Kuramlar, Childe, Sjoberg ve Lampard gibi sosyologların geliştirdiği kavramsal çerçeveleri incelediğimizde kentlerin kuruluşunun birden çok argümana yaslandığını görmekteyiz.


Yaşadığı çevreyi değiştirip yeniden kurma yeteneğine sahip olan insan/insan toplulukları diyalektik bir yaklaşımla daha iyi beslenme, güvenlik ve birlikte yaşama arzusundan dolayı yerleşik hayata geçmiştir. İrili ufaklı köylerin etrafları çevrilerek kentsel mekânlara dönüştürülmesi ilk çağlardan günümüze dek aynı beklentiler hedefinde olmuştur. Feodal tarım toplumlarında toprağın bölüşümü, tarım ürünlerinin artı değer üretmesi ve bunun paylaşılması despot aristokrasinin kontrolündeydi. Nüfus artışı, nüfus artışının üretimle ilişkilenerek gelişmesi ve teknolojinin devreye girmesiyle sanayi kentlerine geliş sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerin tümünün belirleyiciliğinde olmuştur.


Kapitalist modernite ile beraber kent algısı ve tanımı üretim ilişkileri üzerinden yeniden şekillenmiştir.. Kent ve kentte yaşayanlar meta bakış açısıyla piyasanın ihtiyaçları üzerinden bütünlüklü olarak düşünülerek yeni bir yaşam modeli içerisinde dizayn edilmişlerdir. Toplumsal ilişkiler çoğulcu bir anlayışın dışında, homojen anlayışla ele alınmıştır. Tekçi bir kültür oluşturma, dolayısıyla ortak bir üretim perspektifine uygun bir toplum beklentisi, toplu üretim mekanizmasına uyarlama hedefinde olmuştur.


Ülkemizde Toplu Konut İdaresi (TOKİ) ile kentsel dönüşüm adıyla uygulanan proje tamda budur. TOKİ, dönüştürülmek istenen kentsel mekan alanlarını hayata geçirmek bir yandan, kimseye ait olmaması gereken kasaba-ilçe ve kentlerdeki doğal ve yapılaşmamış alanları inşat sektörüne rant olarak aktarmaktadır. Böylece tek düze, homojen bir yapıya ait ve estetiğe hiç uygun olmayan konutlarla doğal alanları işgal etmiştir etmektedir. Yoksul ve emekçi mahallelerindeki yıkım, oralardaki komşuluk ilişkileri ve dayanışsal kolektif bir yaşam modeline müdahale ederek onu dağıtmış ve topluluğu bu ilişkilere yabancılaştırmıştır. “Marcuse, moderniteyi ‘rahatlığın demir kafesi’ olarak nitelendirirken söylemek istediği tam da TOKİ eleştirisinin özetidir. Aslanoğlu'nun da vurguladığı gibi, modern kentler bir yandan uygarlıkların ürünü yapılar, kütüphaneler, tiyatrolar, yollar, köprüler ile doludur. Diğer yandan ise yoksul barınakları, trafik kaosu ile kalabalıkların alanıdır. Modern kent insanın doğayla arasına ciddi anlamda mesafenin konduğu, yabancılaşmanın başladığı yerdir de aynı zamanda. Toplumcu ekolojist anlayış bu yabancılaşmayı bir dengeye oturtma uğraşısı içinde olsa da ‘yeşil kapitalizm’ anlayışına alternatif bütüncül bir karşı koyuş oluşturabilecek perspektifinden henüz yoksundur.


Kapitalizm 1990’lı yıllardan itibaren küreselleşme adını verdiği ve neoliberal politikalarla döngüsünü devam ettirme yönelimi ile insana, topluma ve mekânlara da daha farklı yerlerden bakmaya başladı. Bütünsel bakışın yerini sermaye birikimi ve dolaşımının ihtiyaçları üzerinden parçalı, bölünmüş bir anlayış almıştır. Postmodernizm; kenti, farklılığın ve çeşitliliğin mekânı olarak görüyor gibi yapsa da türdeş, edilgen ve sistemi besleyen örgütsüz ve biat edenlerin şekilsel farklılıkları olan, etrafları kuşatılmış özgürleri kastetmektedir. Günümüz kentleri kapitalizmin küresel düzeyde sermaye birikimi ve değişimi hedefli demografik, kültürel, toplumsal, iktisadi ve ideolojik olarak kendini yeniden inşa ettiği alanlar olarak görülmektedir.


Gezi Parkı direnişinin en belirgin görünen nedenlerinden biri de tam bu bakış gereğince, kenti üretici özgür insandan, toplumdan ve yeşilden koparmaya karşı yüksek sesli itirazdır. İstanbul’u, 15-16 milyon insanı içinde barındıran demografik yapısıyla, ulusal ve uluslar arası sermayeye ait endüstri işletmeleriyle, jeopolitik konumu ve diğer yönleriyle değerlendirdiğimizde Gezi Parkı’nın ortadan kaldırılması için yapılan saldırıların arka planını anlamakta hiç de sorun yaşamayız.


12 Eylül askeri darbesi sadece muhaliflere karşı suç işlemedi, toplumun ortak mirası olan kıyıları rantiyeye vererek, zeytinlik alanları inşaat arsalarına dönüştürerek çok çeşitli mekânlara karşı da suçlar işlenmiştir. 12 Eylül Anayasası hala varlığını sürdürdüğü için darbeden sonraki tüm hükümetler aynı despotluğu, baskıları ve çevre talanının sürmesi ile ilgili suçlara ortak olmuştur. İnsanca değerler ve ekoloji adına örgütlenmenin suç sayıldığı ender ülkelerden biri durumunda olma halimiz ne yazık ki katlanarak sürmektedir. Kıyıların ve zeytinlik alanların talanıyla başlayan çevre katliamı, son 15 yılda da Termik Santraller, HES’ler, Maden Ocakları, Taş Ocakları ve kentsel dönüşüm adı verilen talan ve işgal uygulamalarının ismi olan TOKİ’lerle sürmüştür.


Güneş’in de dediği gibi: “Türkiye’de kamu (en örgütlü biçimiyle devlet), kentlerin üretiminden çok tüketimi aşamasında yer almayı ‘tercih’ eder. Tabi ki bu tercih, kaba özel mülkiyet anlayışına dayanan liberal bir anlayıştan kaynaklanmaktadır. Ercan’ın vurguladığı gibi: “Gezi Direnişi’ne akın akın insanların yönelmesi, bir anda kendi insan oluşumuzu hatırlamakla ilgiliydi. Bu genel insan oluşun öyküsü, bu genel oluşu ifade etmeden sınıf analizlerine yönelmek, bir şeyleri eksik, hatalı ve hatta Gezi Direnişi’nin duygusunu anlattığımız Cami, AVM ittifakının devlet içinde gücünün göstergesini eksik ifade etme anlamında olacaktır. (Ercan, 2013). Kentsel dönüşüm adına Taksim ve Gezi Parkı projelerindeki cami, kışla ve AVM kapitalizmin sermaye birikimi dolaylı kendini yeniden üretmesinin sembolleri ve güç merkezleridir.


Tarihsel olarak yaşam alanlarımıza sahip çıkma sorumluluğumuzu erteleyemeyiz. Kapitalizmin ‘kalpsiz mekânı’ olan kent anlayışına, dur diyebilmek, yakıcı bir toplumsal bir görev olarak karşımızda durmaktadır. İnsandan, toplumsal üretim ilişkilerinin belirleyiciliğinden ve doğadan yalıtılmış ayrık kentsel mekâna hayır demeliyiz. Tüketime ve yıkıma karşı kolektif üretici yaşamı mümkün kılan, doğayla iç içe gelişebilecek ve denetlenebilecek kent hakkı bilinciyle kentsel mekânlarımıza tutarlı bir biçimde sahip çıkmalıyız.

Bu duygu ve düşüncelerle Gezi'nin 11. yılında doğa ile barış içerisinde, onurlu bir hayat için bedel ödeyerek hayatını kaybeden tüm güzel insanlarımızı saygı, özlem ve onurla anıyorum.

 

KAYNAKÇA

Aslanoğlu, Rana A. ,(2000) Kent Kimlik ve Küreselleşme, Bursa: Ezgi Kitabevi

Ercan, Fuat ,(2013),’ Cami ve Avm’nin İttifakından Kışla’ya ‘, Gezi Direnişi Üzerindeki Düşünceler, Ankara: Notabene Yayınları

Güneş,Muharrem,/… (2014),’Dayatmacı Çözüm Yerine’ ‘Yerinden Çözüm Bir Sorun Bir Çözüm Önersi’ Bütünleşik Kent Yönetimi’’Kent ve Politika, Ankara: Detay Yayıncılık

”(Güçlü,2002, s.11-1http://sosyolojisi.com/manuel-castells-1942-kollektif-tueketim-ve-kentsel-hareketler-cagdas-kent-sosyolojisi-kuramlari/1557.html)


Tümtaş, Mim Sertaç,(2012) ,Kent, Mekan ve Ayrışma , Ankara: Deltay Yayıncılık

wikipedia.org

38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page