top of page
Eray Canberk

BELGELİKTEN: "DAĞLARCA  ŞAİR!"

Güncelleme tarihi: 5 Ara 2020


Dağlarca’nın ölümünü 15 Ekim 2008 çarşamba akşamı önce TRT 1 televizyonunun teleteksinden öğrendim. Daha sonra çeşitli televizyonların akşam haberlerinde de dinledim ölüm haberini.


Dağlarca’nın ölümünden iki gün sonra Radikal (17 Ekim 2008) gazetesinin kitap ekinde gördüğüm bir yayınevinin ilanları, günlerdir şiirleriyle ve anılarıyla birlikte olduğum, zihnimde yaşattığım Dağlarca’nın Türkçe tutkusu üzerinde yoğunlaşmama yol açtı. Söz konusu yayınevinin (İletişim Yayınları) ilanlarında Hasan Ali Toptaş’ın ve Gürsel Korat’ın kitapları “Çağdaş Türkçe Edebiyat” diye sunuluyordu. Bu ibare bir dizinin genel adı mı, önceleri de kullanılıyor muydu, henüz bilmiyorum. Çağdaş olan “Türkçe” mi yoksa “edebiyat” mı, bu da ayrı bir konu. Beni ilgilendiren başka bir şeydi; kendi kendime sorduğum “Bu ibareyi Dağlarca görseydi nasıl değerlendirirdi?” sorusuydu. Belki olumlu karşılar, belki de hiç akla gelmedik bir şekilde eleştirirdi. Bunu da bilemiyorum ve Dağlarca artık hayatta olmadığına göre kendisine sorup öğrenmem de artık olanaksız.


Şu olasılık da aklıma gelmedi değil: Dağlarca hastalığına ve ilerlemiş yaşına karşılık edebiyatımızı yakından izleyen biri olarak bu ibareyi (eğer daha önce de yayımlanmışsa) kesinlikle görmüş ve değerlendirmiştir. Şimdilik bunu da bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ama; bu da, her karşılaşmamızda, her konuşmamızda şiir sanatının bir başka özelliğini önüme seriveren, Türkçenin bir hazine arayıcısı merakıyla bir bir arayıp ortaya çıkardığı sırlarını paylaşmaktan kaçınmayan bir şiir ustasının tadına doyulmaz söyleşilerinden yoksun kaldığımdır.


Her şair dile ve şiire tutkundur ama Dağlarca daha da tutkundu. Her şair her şeyden önce şiiri düşünür ama Dağlarca daha da düşünürdü. Fransız şair Aragon “Nedir beni kemiren içimdeki bu ifrit, bu yara” demişti, Dağlarca da sonunda “İçimdeki şiir hayvanı” dememiş miydi Dağlarca için şiir bir yaşama biçimiydi. Her şeyde ve her yerde şiir vardı onun için. Şiir kitaplarını şöyle bir karıştırın; en olmadık durumları şiir kıldığını görürüsünüz.


Az çok yakından tanıdığım için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Hasta yatağında bile şiirle yaşamıştır. Belki de bedeni yavaş yavaş çökerken şiir tutkusuyla karşı koymuştur hastalığına. Bilinci belki bulanıklaşmıştır ama “şiir bilinci” asla. Dağlarca bir Türk şairi olduğu kadar bir dünya şairiydi de. Belki alışıldık bir söz olacak ama Dağlarca yerelden evrensele, tekilden çoğula ustaca açılmayı başarmış bir şairdi.


Kimse gocunmasın, yanlış anlaşılmasını da istemiyorum ama Dağlarca işte bu noktada Nobel’e değer bir şairdi demek geliyor içimden. Çocuklara sık sık sorulur “Anneni ne kadar seviyorsun?” ya da “Babanı ne kadar seviyorsun?” diye. Çocuklar bu soruya “Dağlar kadar, denizler kadar, gökyüzü kadar!” diye karşılık verirler çoğunlukla. Bu “dağlarca, denizlerce gökyüzünce” demektir bir bakıma.


Dağlarca da “dağlarca, denizlerce, gökyüzünce” bir şairdi. Daha doğrusu Dağlarca “dağlarca şair”di. Şöyle de diyebiliriz: Dağlarca, şair sıradağlarının en yüksek tepelerinden biriydi. Dağlarca’yı yitirdiğimiz günlerde kalemimin ucuna geliverenler işte bunlar…


(Ekim, 2008)

13 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page