top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Dünya Romanlar Günü

Nurten B. AKSOY

*

Kimi zaman bir meydanda klarnet ve darbukalarıyla içli bir ezgiye eşlik eden, kimi zaman renkli giysileriyle elindeki çiçeği size uzatan, kimi zaman şen kahkahalarıyla etrafı neşelendiren Çingeneler toplumumuzun ve kültürümüzün ayrılmaz bir parçası… Türkiye’de yoğun olarak başta Adana (Cono aşireti) olmak üzere, Çanakkale, Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Düzce, İstanbul ve İzmir’de yaşayan ve Dünyanın da en renkli göçebe topluluklarından olan Çingenelerin sorunlarını tartışmak üzere Nisan 1971’de Londra yakınlarında ilk Uluslararası Roman Kongresi toplanmış. Bu kongreye atfen de 1990’dan itibaren 8 Nisan Dünya Romanlar Günü olarak kutlanmakta. Biz de hem Çingenelerin bu gününü kutlamak hem de onları daha yakından tanımak istedik.


TARİH ve DİL

Arnavutlar, Çerkesler, Gürcüler, Bulgarlar, Boşnaklar, Sırplar, Araplar gibi Romanlar da bir kavimdir Roman kavmini kavim yapan iki temel unsur vardır. Bunlardan birincisi Roman tarihi diğeri ise Roman dilidir. Bugün farklı bölgelerde yaşayan Romanların ataları aynı geçmişi paylaşmışlardır. İşte bu tarihin sonucunda ortaya Roman dili ve Roman kültürü çıkmıştır. Doğrudan doğruya Roman tarihine kaynaklık edebilecek çok az sayıda yazılı belge bulunmaktadır. Buna karşılık Roman tarihinin en büyük şahidi Roman dili Romanes’tir. 1700’lü yılların sonlarından itibaren Romanes dilini inceleyen dilbilimciler bu dilin kimi özelliklerinden Romanların tarihine ilişkin çeşitli sonuçlar çıkarmışlardır.

Romanes dilinin Avrupa’da konuşulan diller içerisinde yakın dönem Hint dilleri ile doğrudan ilişkili tek dil olması Romanların tarihinin Hindistan’da başladığını ortaya koymaktadır. 1000 yıl önce Hindistan’ı kasıp kavuran büyük istila hareketleri ve savaşlar Romanların atalarının bu bölgeden ayrılmasına neden olur. Bu insanlar bin bir zorlukla o zamanlar üzerinde Bizans İmparatorluğu’nun hüküm sürdüğü Anadolu ve Balkan topraklarına gelirler. Burada geçimlerini çeşitli zanaat ve hizmetlerin sunumuyla sağlayan yerli Çingene kavimleri ile kaynaşarak zamanla tek bir kavim haline gelirler.

Batıya doğru hareket eden bu kavimlerin kimi üyeleri gittikleri ülkelerin Çingene gruplarıyla kaynaşarak o ülkelere yerleşirler. Kimileri ise Batı’ya doğru yolculuklarına devam ederler. Roman tarihinin ikinci aşaması Romanların Bizans İmparatorluğu’na ulaşmaları ile tamamlanır. Bizans İmparatorluğu’nun bugünkü Türkiye ve Balkanlar sınırlarında kalan topraklarında yaşayan Çingene kavimleri Hindistan’dan gelen Çingenelerle kaynaşırlar. Bu sürecin sonucunda Romanes dili ve Roman kimliği ortaya çıkar. Kendilerine Roman adını veren ve Romanes dilini konuşan Çingeneler ilk olarak Bizans İmparatorluğu’nun özellikle Balkan topraklarında yayılırlar. Zamanla Balkanların her köşesinde kalabalıklaşan ve Balkanların ayrılmaz bir parçası haline gelen Romanlar bir yandan da daha küçük gruplar halinde Avrupa’nın diğer bölgelerine göç ederler. 1800 ve 1900’lü yıllarda Amerika ve Asya toprakları da Romanların yaşadığı bölgeler arasına girer

HİNT-AVRUPA DİL AİLESİ

Hintçeye çok yakın, Hint-Avrupa dillerinin bütün özelliklerini taşıyan Romanes dili çok açık bir şekilde Hint dilleri ile bağlantılıdır. Bununla birlikte Fars, Kafkas dilleri ile Yunancadan da etkilenmiştir. Çok sayıda farklı lehçesi olmakla birlikte özellikle Balkanlar ve Batı Anadolu’da konuşulan Romanes dilinin farklı lehçelerini konuşanlar, birbirleriyle kolaylıkla iletişim kurabilirler.

Romanes dilinin gizemini Jan Yoors adlı bir kişi (ailesinin izniyle altı yıl Çingenelerle beraber yolculuk ettikten sonra) şöyle anlatmış: “Artık kendimi, havadan sudan konuşmalar için elverişsiz olan yabani, eski ‘Romanca’ ile ifade edemeyecektim, Romanların etkili, şiirsel, esnek ifadelerini, yaratıcı kıssalarını kullanamayacak, bu dilin sınırsız yoğunluk ve üretkenliğinin keyfini çıkaramayacaktım. Yaşlı Bidişka bir kez bize, Roman dilinin büyüsü, ağırlığı ve katışıksız yoğunluğuyla dolunayın gökten yere indiriliş efsanesini anlatmıştı. İnsanın inanası geliyordu…”

Çingene toplulukları arasında yaşamış bir gazeteci olan Isabel Fonseca “Beni Ayakta Gömün-Çingeneler ve Yolculukları” adlı kitabında şöyle anlatıyor Çingeneleri: Sanılanın aksine yekpare bir grup olmayan Çingene toplumunun yazılı ya da sözlü bir tarihi yok. Yaşadıkları acılarla başa çıkmak için unutmayı kolektif bir sanat haline getiren bu insanlar için geçmiş ya da gelecek değil sadece içinde yaşanan an önemli. Hindistan’dan çıktıkları günden beri ne Hindistan’da ne de dünyanın başka bir yerinde bir ‘anavatan’ kurma özlemine kapılmamış olmaları da bunun bir göstergesi. Aileyi devletten daha anlamlı bulan Çingenelerin vazgeçilmez önceliği ise; tarih boyunca hiç değişmeden kalmış, diledikleri gibi bir yaşam seçme özgürlüğünü korumak…”

HEP AZINLIKTA KALMAK

Dünya üzerindeki toplam Roman nüfusu hakkında halen kesin bir bilgiye ulaşılamamıştır. Romanların içinde yaşadığı ülkelerin verdiği bilgiler esas alınırsa dünya genelinde Roman nüfusu beş milyonun üzerindedir ve bu Roman nüfusunun yarıdan fazlası Balkan ülkeleri ve Batı Anadolu’da yaşamaktadır. Ancak Romanların, Balkanlar ve Batı Anadolu dahil olmak üzere yaşadıkları bölgelerin hiçbirinde çoğunluğu oluşturdukları hiçbir toprak parçası yoktur. Sayıları elli bini geçmeyen Roman mahalleleri dışında Romanlar tüm yerleşim birimlerinde sayıca azınlık konumundadırlar. Bu durumun nedeni Roman tarihinde gizlidir. Hindistan’dan ayrılmak zorunda kalan Romanlar sahip oldukları tüm doğal kaynakları uzun zaman önce yitirmişlerdir. Savaş ve istilanın getirdiği yıkım Romanların atalarının topraksız kalmasına, hayvan sürülerini ve sahip oldukları ormanlık arazileri kaybetmelerine neden olmuştur.


HALA YAŞAYAN ROMAN MESLEKLERİ


Bu şartlar altında geçinebilmek için tek yol Çingene usulü geçim yollarını benimsemek olmuştur. Romanların ataları tarımcı ve hayvancı kavimlere çeşitli zanaat ve hizmetleri sunmuşlar, karşılığında ise onlardan çeşitli hayvansal ve tarımsal gıdaları almışlardır. En bilinen Roman zanaatları sepetçilik, kalaycılık, müzisyenlik, halk hekimliği, bakırcılık, at yetiştiriciliği ve demircilik olmuştur. Çingenelerin ataları diğer toplumlar gibi hayvan sürülerine ve geniş topraklara sahip olmadığından göçebe zanaatçılıktan başka bir geçim imkanı bulamamışlardır. Aslında Çingenelerle Çingene olmayanları birbirinden ayıran en önemli fark budur.

Bu meslekleri yaparak geçinen Roman aşiretleri daha geniş bir müşteri topluluğuna ulaşabilmek için küçük gruplara ayrılarak ve giderek daha geniş bir alana yayılmışlardır. Bunun sonucunda toplam nüfusu bugün dahi on milyonu geçmeyen Roman kavmi Avrupa’nın dört bir yanına dağılmıştır. Bu durumun sonucu olarak Romanlar çok yaygın, ama aynı zamanda hiçbir bölgede nüfusça ağırlık oluşturmayan bir kavim durumuna gelmişlerdir. Bunun tek istisnası Romanların dayanışma içerisinde bir arada yaşadıkları Roman mahalleleridir. Sayıca küçük gruplar halinde de olsa sadece Roman mahallelerinde Romanlar, kültürlerini yaşatma ve kendilerini geliştirme imkanı bulabilmişlerdir. Mahallelerin dışında kalan Roman aileler genellikle birkaç kuşak içerisinde dillerini, kültürlerini ve Romanlıklarını tamamen yitirmişlerdir.

EN ZOR İŞLERDE ÇALIŞMAK

Romanlar sanayinin yaygınlaşması ile birlikte geleneksel mesleklerini büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Modern teknoloji pek çok geleneksel zanaatı işlevsiz bırakmıştır. Bu şartlar altında büyük bir yoksulluk tehlikesi ile karşılaşan Roman toplumunun ezici çoğunluğu ayakta kalabilmek için diğer kesimler tarafından tercih edilmeyen dar gelirli, insan sağlığına zararlı ve en zor işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır.

“İşte bu Göçebe Zanaatçılar biz Çingenelerin atalarıdır. Dünyanın her yerinde farklı dilleri konuşan ve farklı ırklardan gelen göçebe zanaatçılar vardır. Zamanla atalarımız yer değiştirmişler ve büyük göçler yaşamışlardır. Gittikleri her yerde kendileri gibi göçebe zanaatçılıkla geçinen başka insanlar bulmuşlar ve onlarla kaynaşmışlardır. Çoban kabileler, göçebe zanaatçılarla evlilik yapmaktan kaçınırken; farklı ırklardan gelen göçebe zanaatçılar bu kaygıyı hiç duymamış zamanla birbirinden ayrılamayacak kadar iç içe geçmişlerdir. Günümüzde hiçbir toplum saf ırk özelliği göstermemektedir. Ama bizlerin ataları yaşadıkları büyük göçler dolayısıyla o kadar geniş bir alana yayılmışlardır ki Çingeneler tam anlamıyla ırklar üstü bir kültür haline gelmiştir. Çingene olmak demek, bir Hindu ile bir Kafkasyalı ile bir Afrikalı ile bir Turani ile bir Farsi ile akraba olmak, kardeş olmak demektir. İnsanlığın kendi arasında büyük acılar çekmelerine sebep olan ırk ayrımları Çingenelerin arasında ortadan kalkmıştır."

“1971 yılında Londra’da toplanan 1. Dünya Romanlar Kongresi, Roman tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilebilir. Bu kongrede dünya Romanlarını temsil eden bir simge belirlenmiş ve tarihte ilk kez Roman toplumunun uluslararası arenada temsil edilmesi yönünde bir girişim başlatılmıştır. Kongrenin Çingene adının tümden reddi gibi eleştirilmesi gereken kararları olmakla birlikte Çingene Evrensel Milletinin bir parçası olarak Romanların kavim kimliklerini geliştirmeleri noktasında son derece önemli bir yeri olduğunun altı çizilmelidir. Kongrede kabul edilen simge son derece büyük bir hızla Avrupa’nın her yerinde yaşayan Romanlar arasında yaygınlaşmakta ve Romanların birlikte yaşadıkları toplumlar tarafından da kabul görmektedir.” (Ali Mezarcıoğlu)


117 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page