top of page
Yazarın fotoğrafıYusuf AKSOY

Aday Öğretmen

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2020


Öğretmenlik mesleğinin ülkemizdeki kısa panoraması


On altı yıllık mevcut iktidar döneminde gün geçmiyor ki emekçiler aleyhine düzenlemeler olmasın. İktidarın neoliberal ekonomi politikaları ekseninde geliştirip uygulamaya çalıştığı yeni emek rejimi politikaları emekçiler aleyhine sadece ve sadece mevcudu kötüleştirmenin tanımıyla yüklüdür. Yeni emek rejiminin uygulamaları özelleştirme ve piyasalaştırmanın, güvencesizleştirmesin, taşeronlaştırmanın, sendikasızlaştırmanın ve yoksullaştırmanın dışında biz emekçiler lehine bir anlam ifade etmiyor. Tüm kamusal alanların sırayla dönüşümü ve eşzamanlı olarak emekçilerin kazanımlarını hak ve özgürlüklerini budamaya yönelik hızlandırılmış süreç, tüm yazılı-görsel işitsel, sosyal ve psikolojik araçların yardımı ile baş döndüren bir hızda toplumun önemli bir kesimini karamsarlık üzerinden pasifize etmeyi de başarabiliyor. Kamusal özünden kopartılıp piyasanın ihtiyaçlarına göre yeni bir yapılanma sürecine sokulan eğitim hizmet alanı bin bir türlü sorun ile karşı karşıya getirildi. Özellikle 4+4+4 eğitim sisteminin yasallaşması, liyakatten uzak yandaş kadrolaşma, tüm kamu okullarını imam hatipleştirme vb. hamleler öğrenci, veli, eğitim iş kolunun tüm çalışanları ile beraber öğretmenleri de mağdur, huzursuz etmiştir, etmektedir.


Eğitimin piyasalaşmaya ve dinselleşmeye dönük süreci öğrenci, veli ve öğretmenler başta olmak üzere toplumun büyük çoğunluğunu tedirgin etmektedir. Uzun yıllar, kadrolu, sözleşmeli, ücretli vb. adlarla çalıştırılan öğretmenlerin çalışma koşulları her geçen gün daha da ağırlaşmaktadır. 300 bin ‘in üzerinde öğretmen atama beklerken her yıl bunun üzerine 40 bin öğretmen daha mezun olarak ekleniyor. Öğretmen adayı olabilmek için Eğitim Fakülteleri ve Fen- Edebiyat Fakültelerinden formasyon eğitimini başarı ile tamamlayarak mezun olmak yetmiyor. Genel kültür ve alan sınavı olan KPSS sınavından yeterli puanı alabilmek ve atamaya dahil bir branş mezunu şanslısı olmak ve istenen puan sıralamasında olmak gerekiyor. Tüm bu zorlu emek sürecinden sonra da asıl kadrolu olarak değil, aday olarak atama yapılıyor. Milli Eğitim Bakanlığı yıl içerisinde ortalama 30 ila 60 bin öğretmen ataması yapıyor. Öğretmenlik hayali içindeki on binlerin, umutsuzca beklentilerini sürdürmekten başka çareleri olmuyor. Birçoğu ‘ne iş olur sa yaparız’ demek durumu ile karşı karşıya kalıyor ve ne iş olursa yapmak zorunda kalıyor. Binlercesi de özel okulların, dershanelerin ve etüt merkezlerinin yoğun sömürüsü altında deyim yerindeyse karın tokluğuna çalıştırılıyor. Eğitim iş kolu sendikalarının hemen hepsi de atanamayan on binlerce öğretmene göstermelik basın açıklamaları dışında pek bir destek vermiyor/veremiyor. Sektörel yani kamu ve özel işletmelerde çalışan eğitim emekçilerini bütün olarak kabul edip, sendikalarına üye yapmayan sendikalar binlerce atanamayan öğretmeni azgın emek sömürüsü ve mobing koşullarında çalışmak zorunda kalmalarına seyirci kalmış oluyorlar.


İşin okul ile sınırlı olmayıp mesai sonrası evde de sürdüğü öğretmenlik mesleği, öğretmenlerin özel ve sosyal yaşantısını sınırlama üzerine yeniden kuruluyor. Evde de devam eden öğretmenlik mesaisine karşı başbakanın bile” Öğretmenler yan gelip yatıyor, 15 saat çalışıp maaş alıyorlar” türünden değersizleştirme amaçlı algı yaratımına toplumun bilindik yüzde ellisi hemen inanıyor;öğretmenin aleyhinde gelişi güzel kullanıyor.Toplam Kalite Yönetimi/Okul Geliştirme Uygulamaları adı altında müşteri ve işveren memnuniyetini artırma amaçlı algı projeleri, e-okul kayıtları, ders-sınav analizleri gibi birçok iş yükü ile öğretmenin özel hayatı ambargo altına alınıyor. Yeni geliştirilen eğitim teknoloji uygulamaları ile ders öğretmenleri dışında ve özel koşullar dikkate alınmadan hazırlanmış olan paket derslerin yüklenip sunulduğu akıllı tahta uygulamaları da öğretmenin üretkenliğini sınırlayıp onu nesneleştirip değersizleştiriyor ve rakibi haline getiriliyor. Salt teknoloji eğitim-öğretim materyali dayatması, yaratıcı/üretici öğretmen yerine teknisyen öğretmen modelini egemen kılmak istiyor.Objektiflik, şeffaflık ve liyakat uzak, siyasi iktidarın istendik kriterlerine uygun olarak atanan okul yöneticilerinin yandaş ilişkileri ve yanlı tutumları, sağlıklı iletişimi, iş barışını bozan davranışları ve keyfiyetleri eğitim emekçilerinin karşı karşıya olduğu sorunlardan birkaçı sadece. Aday öğretmen ise bu edilgen, nesneleştirilmiş öğretmenlik sürecinin çok farkında olmayarak mesleğe adım atıyor.


Aday öğretmenlik ve pratikte uygulanması


Öğretmenlerin adaylıkları ile ilgili yasal düzenlemeleri 1930 yılından buyana yapıla gelmektedir. 657 sayılı yasaya kadar 1702 ve 4357 sayılı yasalarda ‘aday’ kamu emekçileri ‘stajyer olarak tanımlanıp adlandırılmıştır. Adı geçen tüm yasalarda göreve aday olarak başlanması, adaylık yetişme ve yetiştirilme süreçleri sonunda başarılı olamayanların görevine son verilmesi uygun bulunmuştur. Göreve yeni başlayan kamu emekçisi, daha başından işine son verilme baskısı ile göreve başlıyor. Güvencesizlik adeta bir etik kural gibi

sunuluyor.

Öğretmenlerin adaylık süreci 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanununun ‘Öğretmenlik’ başlıklı 43. Maddesine 01.03.2014 gün ve 6528 sayılı yasanın 5 inci maddesiyle eklenen fıkra uyarınca “Aday öğretmenler, en az bir yıl fiilen çalışmak ve performans değerlendirmesine göre başarılı olmak şartlarını sağlamak kaydıyla, yapılacak yazılı veya yazılı ve sözlü sınava girmeye hak kazanırlar. Uygulanacak olan sözlü sınavda da aday öğretmeler,… yönlerinden Bakanlıkça oluşturulacak komisyon tarafından değerlendirilir” biçimine dönüştürülmüştür.

Aday öğretmenler öncelikle adaylıkları içerisinde iki defa uygulanacak performans değerlendirmesine göre başarılı olmak zorundalar. Performans değerlendirmeleri ise yetiştirme sürecinde danışman öğretmenleri ve okul müdürleri tarafından, yapılmaktadır. Daha sonra ise önce yazılı sonrasında da sözlü sınava girerek, bu sınavlarda istenen başarıyı göstermeleri gerekecektir.


Aday olarak atanana kadar çekilen zahmetler azmış gibi, adaylık sürecinde de aday öğretmeni huzursuz edecek, baskı altına alacak ve itibarsızlaştıracak birçok konu da beklemektedir. Adaylık sürecinde aday öğretmen olarak atandığı okulda çalışma programı aşağıda tabloda göründüğü gibi olsa da, işin pratiğinin farklı olduğu yaşanan gözlemlerden bilinmektedir. Aday öğretmenlere asıl görevinin dışında, tek başına sınav gözetmenliği yaptırma, nöbet tutturma, okul idarelerinde idarecilerin ve ilçe MEM’lerinde ilgili personelin yapması gereken rutin işleri yaptırma gibi keyfi görevler de maalesef ki verilmektedir.


Aday öğretmenlere rehberlik edecek, deneyim aktaracak aday öğretmenlerin seçiminde de objektif davranılmadığı, çoğunluk aday öğretmenlerin istenen kriterlere uymadığı, yandaş sendika olan Eğitim Bir Sen üyelerinden seçildiği basına yansıyanlar üzerinden bilinmektedir.

Bununla birlikte aday öğretmenlere sözlü sınav uygulaması üzerinden, mesleki hak ve özgürlükleri için istedikleri ve güvendikleri sendikaya değil, yandaş sendikaya üye olmalarının onların ‘çıkarına’ olacağı manipülasyonları ile baskı kurulmakta ve çoğunluğu istemedikleri halde, istendik sendikaya üye olmak zorunda kalmaktadır. Maaş karşılığı zorunlu olan 15 ders saatinin üzerinde ve ayrıca tanımlanan işlerin dışında çalıştırılmalarına rağmen ek ücret ödemesi yapılmamaktadır. Adaylık döneminde sık sık ceza almaktan kaçınmaları tavsiyeleri yapıldığından dolayı da biat eğilimi yönünde baskılanmaktadırlar. Adaylık döneminde de eş durumları dikkate alınmadığı için ayrıca mağdur olmaktadırlar.


Ne Yapmalı? Bir toplumda öğretmenlerin toplumun gerçek gereksinmelerinin tersi istikametinde değiştirilip dönüştürülmeleri, toplumu toptan kaybetme anlamında değiştirmek, dönüştürmek anlamına gelecektir.

Gerek aday öğretmenler gerekse de güvenceli görünümünde çalışan tüm öğretmenlerin, tüm eğitim iş kolu çalışanlarının karşı karşıya olduğu sorunlar, neoliberalizmin yeni emek rejiminin eğitim alanına yansımasından başka bir şey değildir. Dinselleştirme motifli tüm çağdışı yönelim ve uygulamalar da kapitalizmin neoliberal uygulamalarının tarihsel ve konjonktürel olarak özenle seçtiği araçlardır.


Eğitim emekçileri arasında rekabeti ortaya çıkartmaya ve ortak reflekslerini ve üretken yetenekleri gösterebilme becerilerini etkisiz hale getirmeye yönelik tüm uygulamaları deşifre edebilmeliyiz. Başta Performans Yönetim Sistemi olmak üzere, tüm esnek ve kuralsız çalışma projelerine, TKY uygulamalarına, yandaş atama yönetmeliklerine, paket teknolojik dersler uygulayacak programlanmış teknisyen öğretmen tipolojisine karşı örgütlü bir tepkiyi koyabilmek hayati önemdedir.


KPSS’nin ortadan kaldırılmasını, sınavsız-koşulsuz hak edilmiş atama taleplerimizi, dershane, özel okul ve etüt merkezlerinde ücretli köleler gibi çalışmaya, eğitim alanının her basamağının piyasalaştırılmasına, kentten, insan ve toplumdan uzak Eğitim Kampüslerina karşı itirazımızı daha gür bir sesle yapma sorumluluğundayız.

Eğitim Sen, Eğitim Fakültelerinin olduğu her yerde varsa üniversite şubemizle, yoksa var olan şubemiz bünyesinde öğretmen adaylarıyla sıkı bir biçimde ilişkilenmelidir. Şube yürütmelerimizin sekreterliğinin biri de “Eğitim Fakültesi ve Fen Edebiyat Fakültesi öğrencisi, bilim emekçisi ve diğer çalışan personel ile ilgili olmalıdır. Yarının eğitim emekçilerini daha öğrenciyken örgütlü çalışma yaşamıyla tanıştırabilmeliyiz.

Eğitim emekçilerinin sektörel örgütlenmesini ve birliğini savunmalıyız. Mücadelenin gereklerini de sözde değil özde, yani emek mücadelesinin tarihsel mirasını ve somut ihtiyaçlarını görerek, yeni bir yürüyüşü başlatabilmeliyiz.

4 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page