top of page
Yazarın fotoğrafıNiyazi UYAR

Esma Öğretmen

Güncelleme tarihi: 25 Nis 2021


BÖLÜM: 1

Şehrin üstünü dumanlı bir hava kaplamıştı. Sokak lambalarının çevresini halka halka çevreleyen rutubet, M... şehrine nefes aldırmıyordu. Bunalan, bunaldıkça birbirine saranlar, bunaldıkça şehir meydanındaki havuza atlayanlar, bunaldıkça günü banyo küvetlerinde geçirenler… Ne hikmetse, şehrin hayat kaynağı, nefes borusu Meşeli Tepe’de de yaprak kıpırdamıyordu. Delirmek işten değildi…


Esma Öğretmen, insan azmanı, şey kırması kara gözlüklü, kaba saba adamdan ayrıldıktan sonra, gün güneş görmeye başlamıştı. Allahın her günü sorgulanmak, aslı astarı olmayan suçlamalara maruz kalmak, sağlığını iyiden iyiye bozmuştu. Varlıklı diye, tanıdıkları vesilesiyle kurulan yuva iki insanı da mutsuz etmişti. Kocası her gün eziyet ediyor, aslı astarı olmayan söylentilerle Esma’yı bitiriyordu:


“Neredeydin kız, niye ağzıma layık bir yemek yapmadın, niye bugün anneme telefon etmedin? Söyle bakalım, geçen gün abime niye ters davrandın, neden onun geleceğini bildiğin halde, sevmediği yemeği yaptın? Bak kızım tekrar söylüyorum, seni son kez uyarıyorum! Ben bir pire için bir yorganı yakarım! Ben adamı anasından doğduğuna pişman ederim pişman! Anladın mı?”


Her gün benzer suçlamalarla karşılaşıyordu Esma. Daha gerdek gecesi erkekliğin nişanesi sayılan “tavuğun bacağını” ayıran davranışa tanık olunca… İşte o an karşısında bir eğitimcinin olmadığına karar vermiş; fakat başa gelen çekilir deyip razı olmuştu kaderine…

Esma bu çileye daha fazla dayanamayıp evi terk etti. Ayşe Öğretmenin üç beş gün misafiri oldu, oradan okula gidip geldi. Öte taraftan da dengesi iyiden iyiye bozulmuştu.


Rutubetli bir M… günü Esma Öğretmen üstünde ne var, ne yok çıkarıp atarak şehri baştan sona anadan üryan dolaştı. Buna sebep insan azmanı kocası, ailemizin şerefini iki paralık etti bu zilli, deyip peşinden gitmedi. Efendi şehrin seçkin ailelerindendi. Onun çevresi ne derdi sonra, itibarları her şeyden önde gelirdi. Esma Hanım ise, Osman’ın at oynattığı diyardandı. Onun kolu budağı yoktu burada. O yalnız, garip bir kuştu... Aklını yitiren birine sınıf teslim edilir mi hiç? Artık, Esma Hanım bir daha okula gidemezdi; gitse bile yüzüne bakan olmazdı. O da alıp başını gitti. Meşeli Tepe’yi kendine mesken kıldı…


İlçe Müdürü, Esma Hanım’a gizliden âşıktı. Sekiz yıl önce aynı okulda çalışmışlardı. Esma, Anadolu lisesinin müdürü; Cafer Bey de İngilizce öğretmeniydi. Esma Hanım’ı öyle yüzüstü bırakmak olmazdı. Ona son kez bir iyilik yapması gerektiğini düşünen Cafer Bey, onun adına emeklilik işlemlerini başlattı. Esma’nın Meşeli Tepe’deki sığınağına giderek, evrakları imzalattı. Bu zaman içinde onu izinli saydı, sevk doldurup rapor aldı…


Esma Öğretmen, müziğe düşkündü. Küçük müzik aletinde binlerce şarkı, türkü vardı. Öğleden sonra, meşe ağacının gövdesine yaslanır, saatlerce müzik dinler; kitap okurdu. Bir gün şehre indi, kitapçıdan istediği kitapları aldı. Sonra deniz kıyısındaki banklardan birine oturarak, Marmara’daki birkaç adacığa, ufku bıçak gibi kesen tepelere bakarken dalıp gitti: Bir evi, bir oğlu, bir de kocası vardı altı ay önce. Altı ay önce can ciğer arkadaşları da vardı. Altı ay önce onu çok seven öğrencileri de vardı. Bir de yıllar, yıllar evvel… adını diyemeden derin bir hüzün bütün yüreğini bir kez daha zincire vurdu…


Toparladı kendini. Sekiz yıl önce yine yağmurlu bir mayıs günü duymuştu sesini en son! Telefondaki talihsiz konuşmalardan sonra bir daha da ondan haber alamamıştı. Her dalıp gittiğinde, Truva Savaşları sonucunda on yedi sene memleketinden uzak yaşayan Odysseus’un engelleri aştığı gibi çıkıp gelse… O da, Odysseus’un, tepeden gözlüleri hakladığı gibi zalimleri haklayıp gelse… O da ne var, ne yok dinlemese, kapıyı çekip gelse…


Denizde esintinin esamesi okunmuyordu. Marmara geçen günlerde olduğu gibi kıyılara şılap şılap vurmuyordu. Marmara binicisine göre kişneyen kısrak gibi usluydu… Hani Üstat Yaşar Kemal’in durgun denizi tarif ederken dediği gibi: “Karıncalar nerdeyse su içecekti!”

Ara ara eski öğrencileri gelip selam veriyorlardı.

“Öğretmenim nasılsınız?”

“İyiyim evladım, çok iyiyim!”

“Öğretmenim bir şeye ihtiyacınız varsa ne olur söyleyin! Sizin için dağları düz ederiz!”

“Yok, gerçekten yok evladım!”

Esma Öğretmen uzaklaşıp giderken çocuklar şaşkın gözlerle peşinden bakakaldılar. Olanlara bir türlü anlam veremiyorlardı. Esma Öğretmen’in sınıftaki durumu gözlerinin önüne gelince şaşkınlıkları daha bir artıyordu. O Esma Öğretmen ile bu Esma Öğretmen gerçekten aynı insan mı, bir türlü anlamlandıramıyorlardı. O çok farklı bir öğretmendi. O, bunun canlı örneklerini onlara göstermişti. Bir şikâyet üzerine okula gelen polise öğrencisini teslim etmemiş, karşılarında bir avukatı kıskandıracak hukuki bilgilerle onları eli boş göndermişti. Şimdi O Esma Öğretmen ile bu Esma Öğretmen kesinlikle aynı olamazdı… O sevgiden bahsederdi, o demokrasiden bahsederdi, o adam gibi adam olmaktan bahsederdi. O derdi ki:

“Çocuklar sevdiniz mi, adam gibi seveceksiniz, sevdiniz mi iliklerine kadar seveceksiniz!”

“Esma Öğretmen deli değil oğlum, deli değil; Esma Öğretmen deli ise bu şehrin hepsi çıldırmış olmalı! Ona deli diyenin alnını karışlarım ben, alnını!”


Esma Öğretmen, Mütareke Binası’nın bahçesindeki bankın üstüne oturdu. Mütarekeye ev sahipliği yapan tarihi bina gurur ve ihtişamı ile şehrin onur abidelerinden biriydi. Bahçesindeki İsmet Paşa Heykeli de onurlu başkaldırışın, haklı savaşın, mimarlarından olmanın verdiği asil duruşunu bütün heybetiyle taşıyordu. Palmiye ağaçları, atkestaneleri, karaağaçlar, akasyalar, fıstık çamları… yeşilin tekmil tonlarını sergilerken öte taraftan da Paşa ile aynı bahçede bulunmanın onurunu özsularına kadar hissediyorlardı… Esma Hanım gözünü gökyüzünün bulutlarından alarak, çimenlerin yeşiline çevirdi. Sonra da dalıp gitti.

Esma Öğretmen kendi kendine söylenip dururken bir kız gelip yanına oturmuş, onu takip ediyordu.

“Merhaba hanım teyze!”

“Sağ ol kızım!”

“Kimi bekliyorsun, hanım teyze?”

“Hiç, hiç kızım benim beklediklerim çok uzaklarda ve hiç gelmeyecek!

“Ya sen ne ararsın buralarda belli ki, yaban ellerdensin!”

“Evet, ben buralardan değilim. Ayaklarım beni buraya getirdi. Erkek arkadaşımla görüşüyorum, diye babam kovdu beni. Ben de arkadaşımın evine gittim. Annesinin sözünden çıkamayan korkak arkadaşım, bana sahip çıkmayınca…”


Kız sözünü tamamlayamadan gözyaşlarına boğuldu. Ne arkadaşına, ne annesine hiçbir şey söylemeden alıp başını gitti…

Esma Öğretmen, kızı kucakladı. Acısını yüreğinin en derininde duydu. Böyle saatlerce konuştular… Onlar böyle birbirlerini anlamaya çalışırken şehir dedikodudan yıkılıyordu.

“Bizim oğlanın öğretmeni kafayı kırmış!”

“Benim kızın öğretmeni delirip dağlara düşmüş!”

“Bizim öğretmen Meşeli Tepe’yi mesken tutmuş!”

“Esma Öğretmen delirmiş!”

“Bu memlekette kafası çalışan, az buçuk kafa yoran herkesin sonu, üç aşağı beş yukarı böyle olacak!”

“Sen onun yerine kendini koy bakalım: Yanında insan azmanı, gâvurdan dönme biri yatıp durur!”

“…”

“İşte böyle kızım, ben bir deliyim. Deli olduğum için de dağlarda bir başıma yaşıyorum! Şimdi sen de deli olduğumu öğrendin, durma kaç! Belli olmaz sana bir zararım dokunabilir. Hani derler ya: “Delidir, ne yapsa yeridir!” işte böyle kızım ben bir deliyim. Bana deli diye de herkes ağız birliği etmiş, bu melânet halkasını da boynuma takmışlar. Zaten asil ve necip Türk milleti demez mi:”Ölüye bir gün ağlar, deliye her gün güleriz! Bir bilsen kızım bana dair anlatılanlar menkıbeden destana dönmüş! Ben yılanlarla aynı sofrayı paylaşıyormuşum! Kurtlarla, aslanlarla bir mağarada kalıyormuşum! Ben Meşeli Tepe’de anadan üryan dolaşıyormuşum! Radyolardaki çalınan bütün besteleri ben yazıp besteliyormuşum! Gördüğün gibi kızım ben kafayı sıyırmış bir öğretmenim! Korkun varsa durma kaç sana müsaade, hadi durma, sarı öküzün yanında duran ya huyundan, ya tüyünden olurmuş!”

“Ne münasebet Öğretmen abla, siz kimseye bir şey yapmazsınız, isteseniz de yapamazsınız! İzin verin, ben de sizinle kalayım, sizi çok sevdim.”

“Sen bilirsin kızım.. Adın ne kızım?”

“Adım Yasemin… Annem Yasemen derdi. Ama abla, ben senin kim olduğunu biliyorum gibi. İnan abla Allah adına söylüyorum, seni çok sevdim. Annemden görmediğim sıcaklığı sende yakaladım. Bundan sonra sen nerede, ben orada olacağım. Sen ne yiyorsan, ben de ondan yiyeceğim. Senin mekanın Meşeli Tepe, benim de mekanım olacak! Sana dost, börtü böcekle ben de dost olacağım! Bundan böyle huyun huyum; yolun yolum olacak! Ak dediğine kara demeyeceğim! Özgürlük şerbetini sen ne kadar içersen, ben de o kadar içeceğim

“Söz kızım, ben de seni canımdan aziz bileceğim! Gözünün üstünde kaşın var demeyeceğim. Dersem, iki gözüm önüme aksın da yediverenler bulunmasın! Gökteki yıldızlar şahidim olsun, doğadaki tekmil yaratıklar şahidim olsun ki, bir dediğini iki etmeyeceğim!”

“…”

Sımsıkı sarıldılar. Böyle on dakika, on beş, yirmi, otuz, kırk beş… saatlerce sarıldılar. Onların böyle sarıldığını gören işsiz güçsüzler, seyre daldılar. Sonra M… şehrinin işi gücü olanları da işlerini güçlerini bırakıp onları seyre daldılar:

Acaba bu deliler ne yapacaklar. Şehrin delisi, birdi, iki oldu. Bir şehirde iki deli olur mu, bu şehir iki deliyi de taşıyabilir mi? Onlar böyle merak edip sorgulaya dursunlar, ikisi de üstünde ne var, ne yok, fırlatıp attılar. Anadan üryan şehri, bir baştan, bir başa yürüdüler.

Müezzin Hayrullah için aradığı fırsattı bu. Öteden beri Esma Öğretmen’den nefret ederdi... Onun duruşu, düşünceleri, Müezzin’i ürkütürdü.

“Ey Müslümanlar, bu cibilliyetsizlerin ahlaksızlıklarına göz mü yumacağız?”

Ne duyan, ne kulak veren oldu. Dediklerini birkaç kez tekrarlayınca, şehrin akıllı delisi: “Zaten vuran vurmuş Hoca Efendi, ne istersin mazlumlardan? Var git, işine bak! Ezan saati geliyor, abdestin bozulacak! Hadi git, Allah işini rast getirsin! Düşküne bir fiske de sen vursan, ne geçecek eline, var git işine, ezan saati geliyor, eğleşme buralarda abdestin bozulacak!”

Bir ekip arabası, yanlarında durdu. Tek yıldızlı komiser, alttan alıp konuşmaya çalıştı. Yaptıklarının ahlaki olmadığını, çoluk çocuğun terbiyesini bozacağını söyledi. Baktı olacak gibi değil, yanlarında getirdikleri battaniyeleri üstlerine örtüp ekip arabasına bindirdiler…

***

Esma Öğretmen ile Yasemin, her gün aynı saatlerde Düşünen Adam Heykelinin altına oturup yarına dair düşünceler ürettiler… Ekim 2009 Bornova



36 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page