top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Anne Frank’ın Hatıra Defteri

Güncelleme tarihi: 26 Nis

Nurten B. AKSOY

*


Savaş; hangi çağda, hangi milletler arasında olursa olsun acı, üzüntü, ölüm ve vahşettir. Yüzyıllardır olduğu gibi günümüzde de dili, dini, ırkı ve milliyeti ne olursa olsun binlerce masum çocuğun hayalleri elinden alınmakta ve yaşamları büyüklerin savaşlarında son bulmakta. Oysa yaşamak en çok da çocukların hakkı değil midir?


Bugün dünyanın pek çok köşesinde savaşlarda ya da savaşlardan kaçarken ölen küçücük çocukların günlük tutmaya vakitleri bile olmuyor. Bizler onları ya sahile vurmuş cesetlerinden ya da yanmış, parçalanmış fotoğraflarından tanıyoruz. Yıllar önce “Arkası Yarın” saatlerinde radyoda yayınlanan ve içimiz burkularak dinlediğimiz, kitabını alıp okuduğumuz Anne Frank’ın Hatıra Defteri bu anlamda savaş çocuklarının yaşadıklarının en etkili belgesi. Kirlenen, belki de hep kirli olan dünyamıza çocukların ölmediği günlerin gelmesi dileğiyle…


Annelies Marie Frank, Otto ve Edith Frank’ın kızları olarak 12 Haziran 1929’da, Almanya’nın Frankfurt şehrinde dünyaya gelir. Beş yaşına kadar Frankfurt yakınlarında bir apartman dairesinde annesi, babası ve ablası Margot ile birlikte yaşar. Anne’nin babası Otto Frank, Almanya’da bir banka görevlisidir. 1929 Büyük Buhranı diye bilinen ve bütün dünyayı sarsan ekonomik krizle işleri kötüye gitmeye başlayıp, Nazilerin de 1933’te iktidara gelmesinin ardından Otto Frank iş bağlantılarının olduğu Hollanda’nın Amsterdam şehrine gider. Bir müddet sonra ailesini de oraya aldırır. Anne, büyükanne ve büyükbabasıyla kaldığı Aachen’den, ailesinin yanına giden son aile ferdidir.


Adolf Hitler’in Hollanda’ya girmesiyle birlikte, buradaki Yahudilere de Almanya’daki gibi kısıtlamalar getirilir. Anne, ablası Margot’la birlikte sadece Yahudilerin okuduğu bir okulda eğitim almaya başlar. Almanya’da yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle buradan kaçan Yahudiler, Hollanda’da da aynı sıkıntıları yaşamaya başlarlar ve yaşamlarına pek çok kısıtlama getirilir. Anne ve ablası, Hollanda’da, kendileriyle aynı kaderi paylaşan çocuklarla, sadece Yahudilerin okuduğu özel bir okula gitmeye başlarlar. Öğretmenleri de kendileri gibi kaçak bir Yahudi’dir. Bu okuldaki en iyi arkadaşlarından biri olan olan Nanetta yıllar sonra Anne ile ilgili anılarını anlatacaktır. “Anne ile yan yana otururduk, çok iyi arkadaştık. Gelecek güzel günlerin hayalini kurardık. Bu da hayatta kalabilme yöntemlerimizden biriydi. Onun her zaman popüler ve sözü dinlenir biri olmak istediğini hatırlıyorum. Hayat doluydu. Konuşmayı sever, erkeklerle olan konuşmalarını anlatırdı. Sınıftaki herkes birbiriyle çok iyi geçinirdi. Hepimiz belli şartlar yüzünden buradaydık ve birbirimize destek oluyorduk. Evlerimizden ayrılmıştık. Hiçbir zaman geri dönemeyeceğimiz ihtimalinin de farkındaydık.”



Okuldaki tüm öğrenciler gibi Anne ve Nanetta da ‘ikinci sınıf insan’ muamelesi gördüklerinin farkındadırlar. Birbirlerine destek olarak, yaşadıkları kötü günlerin üstesinden gelmeye çalışırlar. Ama içlerinden bir ses sürekli, bir daha asla evlerine geri dönemeyeceklerini, belki de öldürüleceklerini söyleyip durur onlara. Bütün sınıf gibi iki kız çocuğu da günlerini endişe içinde geçirirler. Hollanda’da da Yahudilerin kendi işlerini kurmaları ve işletmeleri yasak olduğu için Anna’nin babası işlerinin başına yakın bir dostunu geçirir. Temmuz 1942’de Anne’nin ablası Margot’a bir celp gelir ve SS merkezine çağırılarak Yahudi olarak işaretlenir.


Anne Frank, 14 yaşındayken bütün aile Otto Frank’ın Prinsengracht’taki ofis binasının arkasında bulunan gizli bir bölmede saklanmaya başlarlar. Beraberlerinde yakın dost oldukları dört kişi daha vardır. İki yıl boyunca, Anne Frank’in günlüğünde “Gizli Oda” diye bahsettiği bu ofisin arkasındaki apartmanın çatı katında tam bir hapis hayatı yaşarlar ve dış dünyayla ilişkilerin Otto Frank’ın sekreteri Miep Gies sağlar.


O günlerde saat 8’den sonra sokağa çıkma yasağı vardır. Akşamüstleri çocukların bile birbirlerini görmesine imkan yoktur. Ama 12 Haziran 1942 günü Nanette’nin sınıfındaki çocuklar Anne’nin 13’üncü doğum gününü kutlamak için birlikte olma fırsatı bulurlar. Öğretmenleri bir şekilde küçük bir doğum günü partisi organize etmeyi başarır. Partide Nanette, Anne’nin ailesinden gelen hediye paketinden çıkan armağanı görür: Bu bir ajandadır… Yıllar sonra içine yazılacakların milyonlarca kişi tarafından okunacağı günlük olan ajanda… Saklandıkları iki yıl boyunca yaşanan olayları Anne’nin günü gününe yazdığı günlüğü yani.


Anne, hem ergenliğin getirdiği problemler, hem de savaşta olmanın psikolojisiyle, oldukça içten ve güzel bir anlatımla, iki yıl boyunca yazar ‘Kitty’ adını verdiği günlüğüne Önceleri kendi için yazsa da, daha sonra savaş bitiminde tutulan günlüklerin toplanacağını öğrendiğinden, daha muntazam yazmaya başlar. Yaşadığı şartlar onu olgunlaştırmış, yaşının ilerisine taşımıştır.



Anne günlüğünü, kimliği belirlenemeyen bir Hollandalı tarafından ihbar edilinceye, yani, 4 Ağustos 1944’e kadar, Gestapolar (Alman Gizli Servis Polisi) tarafından saklandığı yer basılıp götürülünceye kadar yazar. Anne Frank ve ailesi saklandıkları yerde yakalanırlar. İhbarcının kim olduğu asla öğrenilemez Frank ailesi apar topar alınır, anne-baba ve çocuklar, farklı kamplara gönderilirler.


Eylül 1944’te, SS subayları ve polis Frank ailesini ve onlarla birlikte saklanan dört kişiyi trenle Polonya’daki Auschwitz toplama kampına gönderir. Ancak, Anne ve ablası Margot yaşlarının küçük olması nedeniyle, çalıştırma amaçlı olarak, 1944 yılı Ekim ayının sonuna doğru Kuzey Almanya’da bulunan Bergen-Belsen toplama kampına götürülür.


Günlüğünü yazarken son günlerine kadar umudunu hiç yitirmeyen Anne, önce ihbar edilir, daha sonra gönderildiği kampta tifüse yakalanır. Ne yazık ki her iki kız kardeş de, İngiliz Birliklerinin Bergen-Belsen kampına girdiği 15 Nisan 1945’ten yalnızca birkaç hafta önce tifüs nedeniyle hayatlarını kaybederler.


Anne ile Nanetta’nın yolu, yıllar sonra Polonya’daki Auschwitz toplama kampında tekrar kesişir. Nanette, eski arkadaşı Anne’yi gördüğü ilk anı, “Bir deri bir kemik kalmıştı, üzerinde sadece battaniye vardı” sözleriyle anlatır ve böyle bir karşılaşmanın mucizevi olduğunu söyler: “Bugün bile o halde birbirimizi nasıl tanıyabildiğimize şaşırıyorum. Tükenmişti. Kıyafetleri bitlendiği için üzerinde sadece battaniye vardı. Onu öyle görünce çok kötü oldum. Benim bildiğim Anne’den geriye hiçbir şey kalmamıştı.”



Kızların annesi Edith 1945 Ocak ayının başlarında Auschwitz’de ölür. Yalnızca baba Otto, Kızıl Ordu’nun gelmesiyle kamptan ve savaştan sağ kurtulur. Otto 27 Ocak, 1945’te Auschwitz kampında Sovyet Kuvvetleri tarafından serbest bırakılır. Baba Frank’ın elinde, eski sekreteri Miep’in kendisine ulaştırdığı Anne’nin günlüğü vardır ve bu günlüğü defalarca okur. Yıllar sonra Nanette ile tanışan baba, kızının günlüğünü yayınlamayı düşündüğünü anlatır ona.


Otto Frank kitabın bir kopyasını profesör bir arkadaşına gönderir. Yakın çevresinin baskısıyla da kızı Anne Frank’ın günlüğünü yayımlamaya karar verir. Kitap ilk olarak 1947 yılında 150 bin adet basılır. Bu baskıyı daha birçok baskı takip eder, 60 dile çevrilen günlük en çok satanlar listesine girer. 30 milyondan fazla satar. Bazı ülkelerde okulların müfredat kitapları listesine alınır.

54 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page