top of page
Boccacio

AŞK HİKAYELERİNE BAŞLANGIÇ

1.GÜN 1. HİKAYE

*

Dekameron Aşk Hikayeleri

/

GİRİŞ

/

1348 Yazında Floransa’da veba salgını tüm hışmıyla sürüyordu. Bu herhalde işlediğimiz suçlar yüzünden Tanrının bir cezasıydı bize. Alınan önlemlerle hastalığın şehre girişi engellenmiş, tedbirler alınmış, dua ve tövbe günleri düzenlenmişti. Buna karşın yasaların, kuralların hiçbir hükmü kalmamış, insanlar ne yapacağını bilmez duruma gelmişti.


Herkes hasta oluyordu, papazlar, memurlar. Bir kez yakalanmaya gör kurtuluş yoktu, birkaç gün içinde hasta ölüyordu. Bulaşıcıydı. Bu nedenle kimse kimseye el uzatamıyor, dahası kimse kimsenin yanına yaklaşamıyordu. En yakınlarını eşlerini, insanlar anne babalarını, kardeşlerini kaderine bırakıp kaçıyorlardı. Şehir ölenler ve kaçanlar yüzünden iyice boşalmıştı.


Bir salı sabahı yedi genç kadın Kutsal Santa Maria Novella kilisesinde vaaz dinliyordu. Birbiriyle dost olan ve en büyüğü 28, en küçüğü 18 olan bu yedi kadın, yazlık giysilerinin içinde çok zariftiler. Asalet, güzellik, zeka, cazibe ve iyi huy sahibi bu genç kadınların anlatacağım öyküler nedeniyle utanmamaları için isimlerini söylemeyeceğim. Günümüzdeki eğlence kuralları eskiye göre daha katı olduğundan ve karışıklığı önlemek adına onlara başka adlar takacağız. En yaşlısına Panpine, İkincisine Fiametta, üçüncüsüne Flomena, dördüncüsüne Emilla, beşincisine Lovretta, altıncısına Neifile ve nihayet yedincisine Eliza diyeceğiz.


Tesadüfen kilisede karşılaşan bu yedi kadın birlik oluşturmuşlardı. İçlerini çekerek ettikleri dualarından sonra Panpine şöyle demişti: "Sevgili arkadaşlarım buraya sanki kaç ölünün gömülmek üzere getirildiğini veya sayıları azalan manastır rahiplerinin ibadet saatlerini hesaba gelmişiz gibi bir duygu içindeyiz. Etrafımızda ölü ve hastadan başka bir şey olmayan şu yerden çıkalım. Eve gittiğimde hizmetçilerimden sadece bir tanesinin kaldığını görünce dehşete düşüyor, korkuyorum… Nereye gitsem ölülerin üstüne basıyorum. Her yerde; sokakta, evimde sefalet ve acıdan başka bir şey yok… Burada bizden başka kimse kalmadı, sağ kalanlar da kendilerini düşünüyor. Yalnız halk değil, manastırdakiler bile şehvet coşkusuyla ölümden kurtulmak için dinle bağlarını çözüp tenin hazlarına düşmüşler. Bu böyle olunca bizim burada işimiz ne?


Burada neyi bekliyoruz, ne oluyoruz? Eğer sizler de benim gibi düşünüyorsanız, birçoğunun yaptığı gibi, biz de civardaki köy evlerimize çekilelim. Orada kuş seslerini dinler, vadilerin ve tepelerin yeşerdiğini, çeşit çeşit ağaçları ve mavi göğü seyrederiz. Temiz hava alır, bol bol temiz gıda buluruz. Böylece sinirimize dokunan şeylerden uzaklaşmış oluruz. Bu teklifi beğeniyorsanız, yanınızdakilerle hemen yola koyulunuz ve orada Allah'ın bu afetinin vereceği sonu bekleyerek, duruma göre hayatın tadını çıkarırız. Öteki kadınlar Panpine'nin bu teklifini öyle heyecanla benimsediler ki, hemen plan çizmeye başladılar ve el ele vererek ayağa kalktılar. Yalnız içlerinde en mütevazı olan Filamena dedi ki:


“Sevgili bayanlar, gerçi Panpine'nin teklifi çok iyi, ama bu kadar acele etmemeliyiz. Düşünün ki hepimiz kadınız; bizler zayıf yaratıklarız, korkağız, aksiyiz, sinirliyiz. Eğer kendi başımıza kalırsak kısa zamanda dağılırız. Onun için bizi destekleyecek erkekleri yanımıza alalım."


Eliza: “Evet” dedi. “Erkekler, kadınların en iyi varlığıdır. Ama erkekleri nerede bulmalı? “


Kadınlar böyle konuşurlarken kiliseye beklenmedik üç erkek girmişti. Ne zamanın perişanlığı ne de yakınlarını kaybetmiş olmak onlardaki aşk ateşini söndürebilmişti. Birinin adı Panfilas, diğerinin Flastat, üçüncüsünün Dionea idi. Yakışıklı ve kibarlardı, aradıkları üç kadını yedilerin arasında buldular, ötekileri de tanıyorlardı.


Panpine gülerek, “Talih bize yardım ediyor ve bize üç erkek gönderiyor ki onlar, seve seve bizim rehberimiz olurlar.”

Neifile kızardı. Çünkü o, bu gençlerden birisinin sevgilisiydi. “Vallahi Panpine, ne dediğini dikkat et, ne yazık ki bu gençler içimizden bazılarının âşıklarıdır. Onları seçmekle adımızı kirletmiş oluruz.”

Filomena, “Bunun ziyanı yok” dedi. “Ben namuslu yaşarsam ve vicdanım beni rahatsız etmiyorsa, herkes istediğini söylesin, yeter ki gençler bizimle gelmeyi arzu etsinler.”


Diğer kadınlar bu konuşmayı susarak dinlediler ve sonunda şuna karar verdiler: Delikanlılar çağrılacak, bu fikir onlara söylenecek ve refakat etmeleri istenecekti. Panpine'nin gençlerden birisiyle samimiyeti vardı. Lafı uzatmadan ayağa kalkarak gençlerin yanına gitti, onları neşeli bir eda ile selamladı ve bütün kadınlar namına bu geziye eşlik etmelerini teklif etti. Gençler bunu önce şaka sandılar ama genç kadının ciddi konuştuğunu görünce sevinçle; katılırız, yanıtını verdiler.


Ertesi çarşamba sabah erkenden, hanımlar bir kısım hizmetçileriyle ve erkekler uşaklarıyla yola çıktılar ve Floransa'ya üç kilometre uzakta bulunan ilk hedeflerine ulaştılar. Burası, küçük bir tepenin üstünde, yoldan biraz uzakta, ağaçlar ve çiçeklerle dolu çok cazip bir yerdi. Tepenin üstünde güzel bahçeli bir şato vardı. Salonlar ve odalar güzeldi, duvarlarda nefis tablolar asılıydı. Kemerler, bahçeler ve pınarlar görmeye değerdi. Kilerler nefis şaraplarla doluydu. Her şey, her yer temizdi.. Yatak odaları hazırdı, hepsi mevsim çiçekleri ile süslenmişti. Gurubun en neşelisi olan Dionea söze başladı:

“Güzellerim, ben sıkıntılarımı şehirde bıraktım, siz de öyle yapın, neşeli olalım.”

Panpine; ”Haklısın Dionea, neşeli olmalıyız, buraya bunun için geldik. Ama düzeni olmayan şey uzun sürmez. Onun için, içimizden birini seçip ona uyalım. O, bütün düşüncelerimizi şen bir hayata yönlendirmeli, herkes bu şerefi bir gün taşımalı. Biz önce ilkini seçelim, sonra o da kendinden sonrakini seçsin.”


Bu teklif hepsinin hoşuna gitti ve Panpine, oy birliği ile ilk günün kraliçeliğine seçildi. Flomena dallardan yaptığı bir tacı Panpine'nin başına yerleştirdi. Panpine, kraliçe olarak herkesi sessizliğe davet etti. Erkeklerin uşaklarını ve dört hizmetçi kızı çağırarak dedi ki: “Topluluğumuzun intizamını nasıl koruyacağımızı ilk olarak göstermek isterim. Dione'nin hizmetçisi Parmeni kahyalığa tayin ediyorum. Şatonun idaresini ona veriyorum. Panfilas'un hizmetçisi Sinka, para işlerine baksın. Tindaros, beylerin odasına baksın, benim hizmetçim Mesia ile Flaman'ın hizmetçisi Lilisiska mutfakta çalışsınlar. Şinara ve Stratila bayanların odalarına baksınlar. Şunu da söyleyeyim ki bu görevliler bize ancak tatlı haberler vermeli, yoksa gözümüzden düşerler.”


Herkes bu emirleri uygun buldu. Kraliçe ayağa kalkarak; “Herkes bahçeye, çayırlara, nereye isterse gidip gezebilir. Saat üç olunca burada toplanılacak ve bu serin yerde yemeğimizi yiyeceğiz.” dedi.

Hepsi sevinçle kraliçeye veda etti. Genç beyler, güzel bayanlarla sohbete ve âşıkane şarkılar söylemeye koyuldular. Eve döndüklerinde Palmani’yi işine gayretle başlamış buldular. Salona girdiler. Masalara bembeyaz örtüler örtülmüş, gümüş kadehler konmuş, çiçekler serpilmişti. Kraliçenin emri üzerine herkese ellerini yıkayacak su getirildi ve sonra masaya oturuldu. Nefis yemeklerle seçme şaraplar getirildi. Herkes şakalaşarak ve neşe içinde yemeğe başladı. Yemekten sonra, kızlar ve erkekler dansta ve şarkıda usta olduklarından, sazlar getirildi. Dione, lavta ve Fiamet de kemanı alarak güzel bir dans havası çaldılar. Kraliçe, beyler ve bayanlarla beraber yavaş adımlarla dansa başladı, sonra şarkılara geçildi ve bu, uyku zamanına kadar sürdü.


Herkes çiçeklerle bezenmiş, tertemiz yatağına dinlenmeye çekildi. Kraliçe uyandığı zaman, saat 9’u çalıyordu, öbürlerini de uyandırdı. Hepsi birden çimenlere doğru yürüyüşe çıktılar. Hava ılıktı, hepsi çimenlerin üzerine oturdular.


Kraliçe, “Görüyorsunuz, güneş yükseliyor, sıcak fazla, başka bir yer böyle serin olmaz. Yanımızda dama ve satranç var, herkes kendisine bir eş arasın, ama bana kalırsa günün bu sıcak saatini oyunla geçirmeyelim, bir şeyler anlatalım. Herkes bir hikaye anlatsa, günün sıcak saatlerini geçirmiş oluruz. Benim sözümü tutarsanız ne ala, değilse herkes canının istediğini yapsın." Hem kadınlar hem erkekler, hikaye anlatılmasına taraftar oldular. "Öyleyse" dedi kraliçe, "Bugün için herkes en hoş bulduğu hikayesini anlatsın."




BİRİNCİ GÜN / I. HİKAYE

*

Chapelle, dindar bir papazı sahte bir itirafla aldatır. Hayatında büyük bir günahkar olmasına rağmen öldükten sonra azizlik payesine erişir.

/

Musciyat Franceski, Fransa'da yaşayan, asalet ünvanı satın almış, zengin bir tüccardı. Fransız kralının kardeşi Kran, Papa Boniciyasis'i ziyaret etmek için Toskana'ya kadar kendisine eşlik etmesini Franceski'den rica etmişti. Franceski teklifi reddetmek istemiyordu ama işleri, birçok tüccarda olduğu gibi biraz yoğundu.


İşlerini düzene sokamadığı için başkalarına devretmeyi kararlaştırmış ve bunun için de uygun kişileri bulmuştu. Yalnız Burgondiya'da bazı şahıslarda olan alacaklarını kime toplatacağını bilemiyordu. Çünkü Burgontların aksi ve küstah adamlar olduklarını duymuştu. Onlardan daha aksi bir adam bulmak istiyordu. Uzun uzun düşündükten sonra nihayet evine sık sık gelen Chapelle'yi hatırladı. Bu adam noterdi, fakat her işini ters yapardı.


O tarihlerde Fransa'da yemine çok inanılırdı, onun için Chapelle kolayca yemin eder ve davaları kazanırdı. Yalan yere yeminden çekinmezdi. Bütün zevki ve neşesi dost ve akrabaları arasına fesat sokmaktı. Bu yüzden meydana gelen tatsızlıklar ne kadar fazla olursa o kadar çok sevinirdi. Olumsuz bir olaya davet edilse hemen koşardı. Dövmeye ve öldürmeye hazırdı. Azizleri hakir görür ve Allah'a isyan ederdi. Kini, deve kiniydi, kiliseye hiç gitmezdi ve kutsal şeylere en çirkin sözlerle söverdi. Buna karşın meyhanelere sık sık uğrardı. Öylesine içerdi ki, sonunda bir rezalet çıkarır veya çirkin bir işe katılırdı. Hileci ve oyunbazdı. Kısacası, en kötü insanlardan biriydi. İşte Musciat'ın aklına gelen, bu Chapelle idi. Ona göre Burgontların hakkından ancak bu adam gelebilirdi.


Onu çağırıp dedi ki: “Chapelle, biliyorsun ki ben buradan ayrılıyorum. Benim hilekâr Burgontlardan da alacağım var. Bu parayı onlardan ancak sen alabilirsin. Şimdi boşta olduğun için istersen bu işe seni yollarım. Toplayacağın paranın bir kısmı senin olur.”


Chapelle boşta ve çok darda idi. Bu durumda teklifi kabul etti. Chapelle'ye bir yetki mektubu ile kralın tavsiyesi verildi. Chapelle alıştığının aksine olarak, paraları iyilikle toplamaya çalıştı. Derken, Floransalı iki faizci kardeşle dost oldu. Bir gün Chapelle birden bire hastalandı. İki kardeş hekim çağırdılar ve tedavisi için ellerinden geleni yaptılar, ama her şey boşunaydı. Çünkü adam uzun zaman delice yaşamıştı. Hekimlerin fikrine göre ölümü yaklaşıyordu.


Bir gün iki kardeş onun yattığı yerin yanındaki odada onun hakkında konuşuyorlardı. Birisi öbürüne, onu ne yapacağız, onun taşkınlıkları yüzünden başımız dertte ama hasta hasta terk etmek de bize yakışmaz. Halk buna ne der? Öte yanda o öyle kötü bir adam ki ne tövbe eder ne itirafta bulunur. İtiraf etmeden ölürse onu hiçbir kilise kabul etmez, bir köpek gibi çukura atarlar, itiraf etse günahları o kadar çok ve iğrenç ki hiç bir papaz onu dinlemek istemez. Halk bunu duyarsa bize düşman olur, o ölürse işimiz berbat.


Bitişik odada yatmakta olan Chapelle, hakkında söylenenleri duyunca iki kardeşi odasına çağırarak der ki; “Benim yüzümden sıkıntıya düşmenizi istemem, söylediklerinizi duydum. İş sizin dediğiniz gibi olursa endişeleriniz gerçekleşir, ama öyle olmayacak. Ömrümce o kadar günah işledim ki buna bir yenisini ilave etmek bir şey değiştirmez. Onun için bana elinizden geldiği kadar dindar birisini buluverin. Gerisini bana bırakın. Ben işi öyle hallederim ki siz de memnun olursunuz.”


İki kardeş gerçi bundan bir ümide kapılmadılar, ama gene bir manastıra giderek hasta bir Lombardiyalının itirafını almak üzere bir rahip istediler. Onlara İncil’de usta olan ve çok düzgün bir hayat yaşayan saygı değer bir rahip gösterildi. Rahip, Chapelle'nın odasına girdi ve yanına oturdu. Başlangıçta rahip hastayı uygun bir şekilde teselliye çalıştı ve son defa ne zaman itirafta bulunduğunu sordu. Ömründe hiç itirafta bulunmamış olan hasta; “Aziz pederim, ben en az haftada iki defa itirafta bulunmaya alışığım. Yalnız hasta olduğumdan beri, yani sekiz gündür ağrılarımın çokluğundan itirafta bulunamadım.” dedi.


Rahip de “İyi yapmışsın oğlum, gelecekte de böyle yap, çok defa itirafta bulunmuş olduğun için sana sual sormak kolay olacak kardeşim,” dedi.

Hasta; “Bunu zannetmiyorum, ben doğduğumdan beri işlediğim suçların hepsini anlatacak kadar ayrıntılı itirafta bulunmadım. Onun için aziz peder, bana sanki hiç itirafta bulunmamışım gibi her şeyi sor. Hastalığımı hesaba katma. Çünkü vücudumu fazla koruyacak olursam, ruhumun felaketine sebep olmuş olurum” dedi.

Rahip bu sözlerden çok memnun oldu ve temiz bir kalbin belirtisi saydı. Bunun üzerine ilk olarak, kadınlarla düşüp kalkmak suretiyle günah işleyip işlemediğini sordu. Chapelle içini çekerek, “Aziz peder, bu konu üzerine size doğruyu söylemekten utanıyorum. Çünkü kötü bir şöhretin günahından çekiniyorum.”

“Rahatça konuş” dedi rahip, “Gerçeği söylemekte günah, yoktur.”

Chapelle; “Mademki bana bu teminatı veriyorsunuz, itiraf ederim ki ben henüz anamdan doğmuş gibiyim.”

“Aziz olasın” dedi rahip. “Ne iyi etmişsin, bir baskı altında kalmadan serbest iradenle böyle temiz kalabilmen en büyük ödüle layıktır. Ama söyle bana, midene düşkünlük yüzünden günah işledin mi?”


Chapelle içini çekerek, “Evet, sık sık 40 günlük oruçtan başka haftada en az üç defa günümü ekmek ve su ile geçiririm. Suyu, ayyaşların şarap içmesinden daha büyük bir lezzetle içerim, bazen kadınların kırda topladıkları yeşilliklerden bir salatayı canım ister, ama huşu ile oruç tutanlar gibi değil de arsızca yemekte daha fazla lezzet bulurum.” dedi.


“Oğlum” dedi rahip, “Bunlar tabii zaaflardır, önemi yoktur, bu yüzden fazla vicdan azabı çekme. Herkes, papazlar bile, uzun oruçtan sonra yemekten hoşlanır. Ağır bir işten sonra içmek hoşa gider.”

“Ah aziz peder” dedi Chapelle. “Beni bununla teselli etmeyin, ben bilirim ki Allah uğrunda ne yapılırsa vicdanı lekelemeden yapmalı, böyle yapmamak günahkârlıktır.”

Rahip çok memnundu. “Düşüncelerin beni memnun etti” dedi. “Temiz ve saf vicdanın hoşuma gidiyor. Söyle bana, lüzumundan fazla şeylere sahip olmak istedin mi, tamahkarlık suçun var mı?”

Chapell; “Aziz peder” dedi, “İsterdim ki bu tefecilerin evinde yaşadığıma bakmayasınız, benim onlarla ilgim yok. Aksine onları bu rezil işten vazgeçirmeye geldim. Bu hastalık araya girmeseydi bu düşüncemi de gerçekleştirirdim. Şunu bilin ki babam bana büyük servetler bıraktı, bir kısmını Allah uğruna harcadım, hayatımı kazanmak için ticaretteki kazancımı daima yoksullarla paylaştım. Bunun için Allah beni öyle korudu ki servetim gittikçe arttı.”


“İyi yapmışsın oğlum, şimdi söyle, sık sık öfkelenir misin?”

“Çok sık, itiraf ederim ki insanların yaptıkları fenalıkları, Allah'tan korkmayışlarını düşünüp de öfkelenmemek mümkün mü? Çok defa gençlerin günahkârlıklarını görünce ölmeyi istemişimdir. Onların kilise yerine meyhanelere gidişlerini ve ahiret yerine dünyayı sevişlerini görmekten helak oluyorum.”

“Oğlum” dedi rahip, “Bu türlü öfke hayırlıdır. Bu konuda ben de senden farksızım. Şu var ki bu öfke yüzünden birini öldürmen ya da bir kabalık yapma ihtimali oldu mu?”

“Hayır” dedi Chapella. “Bu benden uzak olsun, böyle işleri ancak kötü ve günahkar insanlar yapar, öyle yapsaydım Allah beni bu kadar yaşatır mıydı?”


“Allahın gıpta ettiği insan” dedi rahip. “Söyle bana, hiç yalan yere şahitlik ettin mi, birisinin aleyhinde konuştun mu yabancıya ait bir malı zorla aldın mı?”

“Maalesef bir defa birinin aleyhinde bulundum. Bir komşum vardı, haksız yere karısını döverdi, hele çok içtiğinde. Bu kadına acıdığım için bir defa akrabasına kocasının aleyhinde konuştum.”

“Söyle bana, sen tüccarsın, her tüccar gibi birini aldattığın oldu mu?”

“Bunu yaptım aziz peder. Aldattığımın kim olduğunu hatırlamıyorum. Satın aldığı beze karşı bana para getirmişti. Saymadan kasaya koymuştum, bir ay sonra gördüm ki, adam dört lira fazla getirmiş, bu fazlayı ancak bir yıl sonra geri verebildim. Adamı daha erken göremedim.”

“Bu önemsiz bir şey ama, iyi yapmışsın.”


Rahip, hastaya daha birçok soru sordu, hasta da aynı tonda cevap verdi. Sıra tövbeye gelince, hasta: “Bir suçumu henüz itiraf etmedim” dedi. “Hatırladığıma göre bir cumartesi günü saat 9’dan sonra hizmetçime evi temizlettim. Yani öylece kutsal pazar gününe karşı saygısızlık ettim.”

“Bunun ehemmiyeti yok.”

“Hayır, o kadar önemsiz değil, pazar gününe saygı göstermeli, çünkü peygamberlerimiz o gün ölümden dirilmiştir.”

“Başka yaptığın var mı?”

“Evet, bir defa kilisede yere tükürdüm.”

“Bu, vicdan azabı verecek bir şey değil, biz rahipler bunu her gün yaparız, ama fena tabii. Allah’a ibadet edilen kilise her yerden temiz tutulmalı.”


Chapelle daha birçok şey söyledikten sonra ağlamaya başladı. O kolay ağlardı.

“Oğlum, neye ağlıyorsun?”

“Ah, aziz peder, henüz hiç itiraf etmediğim bir suçum var, söylemeye utanıyorum, onu hatırladıkça gözlerimden yaş gelir. Eminim ki Allah bu suçumu bağışlamayacak.”

“Hayır oğlum, dünyanın işlenmiş ve işlenecek suçları bir adamda toplansa ve o adam senin duyduğun pişmanlığı duysa, Allah onu affeder.”

“Aziz peder, benim günahım o kadar büyük ki siz, dua etmezseniz, Allah bağışlamaz.”

“Söyle onu da, sana şefaat isteyeyim.”

Chapelle, bir müddet ağlamaya devam edip rahibi heyecanda bıraktıktan sonra:

“Aziz peder, bana şefaat edeceğinizi vaad ettiğinizden dolayı onu da itiraf edeceğim. Ben çocukken bir defa anneme sövmüştüm.”

“Oğlum, bunu bir büyük günah mı sayıyorsun? İnsanlar her gün Allah'a isyan ediyorlar ama pişmanlık duyanları Allah affediyor. Ağlama, içini rahat tut, İsa’yı çarmıha gerenlerden birisi bile olsaydın, pişmanlık duyunca Allah seni affederdi.”

“Ah, aziz peder, beni dokuz ay karnında taşıyan, sonra da yıllarca, omuzunda gezdiren anneme sövmek… Bu büyük günah benim için, dua etmezseniz, Allah onu affetmez.”


Rahip, Chapella'ya olan suallerini tamamlayınca tövbe ettirdi ve onu kutsadı. Hastanın bütün söylediklerini doğru olarak kabul ediyor ve onu dindar bir adam sayıyordu, ölümün karşısında böyle bir itirafta bulunan adam için, başka ne düşünebilirdi? Hastaya dönerek:

“Allahın yardımıyla yakında iyi olacaksın ama Allah sevdiği canı kendisine almak isterse vücudunun kilisemizde gömülmesine yardımcı olur.”


“Ben de Allah'tan bunu niyaz etmenizi isterim. Sizin tarikatınıza karşı her zaman saygı duydum. Bana İsa'nın vücudundan bir parça ver ve son yağlamayı yap. Günahkâr yaşadımsa da Hıristiyan olarak ölmek isterim.”

Papaz, hastanın arzularını yerine getirdi.


Ev sahibi iki kardeş, Chapella'nın kendilerine bir ihanet yapacağından korkuyorlardı. Onun rahiple konuşmalarını tahta perdenin arkasından dinlemişlerdi. İtirafın bazı yerlerinde kahkahalarını zor tutuyorlardı. Bu ne biçim bir adam, diyorlardı. Ne ihtiyarlık ne hastalık ne de Allah huzuruna yaklaşmak, onu yalancılıktan kurtaramıyor.


Chapella'nın hastalığı ağırlaştı, son yağlaması yapıldı, aynı günün akşamı öldü. Ev sahibi iki kardeş, cenaze için lazım geleni yaptılar ve cenazeyi almaları için manastıra haber yolladılar. Önceden gelen rahip, Chapelle'nin ölüm haberini duyunca, manastırın başkanına gitti, toplanan rahiplere onun iyiliklerini anlattı ve cenazeyi saygıyla karşılamalarını rica etti.


O gece rahipler, Chapella’nın yattığı yere giderek uzun bir dua okudular. Ertesi sabah dini kıyafetlerini giyerek ellerinde kitap ve haç, ilahilerle cenazeyi aldılar. Cenaze kiliseye getirildi. Rahip, onu öven uzun bir nutuk attı, onun örnek bir Hristiyan sayılması gerektiğini söyledi. Duadan sonra rahipler sırayla onun elini ve ayağını öptüler. Hepsi ölünün elbisesinden bir parça koparmaya uğraştı.


Ertesi akşam büyük saygıyla cenaze, kilisenin mermer holünün altına gömüldü. O günden itibaren halk oraya mumlar getirmeye başladı. Ölünün kutsallık ünü öyle yayıldı ki başı dara düşenler, artık yalnız onun mezarında dua ediyorlardı. Ona kutsal Chapella adı verilmişti. Allah’ın onda bir mucize meydana getirdiğine inanılıyordu.

İşte Chapella böyle ölmüştü. İnkâr edemem ki Allah’ın ona rahmet etmiş olması mümkündür. Gerçi günahkarca yaşamıştı, ama son anında öyle pişmanlık duymuştu ki, belki Allah onu rahmetine layık görmüştü. Ama bunlar bize gizli olduğu için görünüşe göre onun cennetten daha çok, cehenneme layık olduğunu sanırım.

*

03.02.2019


30 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page