top of page
Zeki SARIHAN

Önemli Bir İş Yapmak İstiyorsan...

Güncelleme tarihi: 22 Oca 2021



Öğretmen Dünyası 40 yaşına bastı.

Öğretmen dergiciliğinde bu bir rekor... Milli Eğitim Bakanlığı bile çıkardığı dergileri politikalarındaki istikrarsızlık nedeniyle bu kadar uzun süre yayın hayatında tutamadı.

Öğretmen Dünyası’nı, bir grup öğretmen 12 Eylül 1980 darbesinden dokuz ay önce Ocak 1980’de yayımlamaya başladı.

Derginin 40 yıla varan bu uzun yolculuğunu hiç tökezlemeden başarmasının sırrı nedir? Derginin yıldönümlerindeki toplantılarda bunu birkaç kez anlattım.

Bu nedenlerin en başında, davasına inanmış bir kadro tarafından kurulması ve devam ettirilmesi gelmektedir. Bu dava, eğitimde halkçılık davasıdır. Herkes eğitim olanaklarına kavuşmalı, eğitim parasız olmalı; halk çocukları bilimle donatılmalıdır. Bir öğretmene bundan daha çok heyecan verecek bir dava olabilir mi?

Bu, Türkiye halkçılığının 60 yıllık mirasını omuzlamakla mümkün olurdu. Dergi, bu alanda daha önce nefes tüketmiş, mürekkep harcamış eğitimcilerin deneyimleriyle, mücadeleleriyle 1970 kuşağının mücadele ve özlemlerini birbirine bağlamıştı.

Caydırıcı çok etken vardı. İlk olumsuzluk 1970 sonlarına doğru iyice keskinleşen devrimciler arasındaki bölünmeydi. Dergi bu olumsuz gruplaşmayı reddederek işe başladı. Hiçbir partiden, gruptan emir almayacak, halkçı eğitime hizmet eden herkesi bünyesine alacak, bütün öğretmenlere hitap edecekti. Görevden almaların, tutuklanmaların, gazete-dergi kapatmaların yaygın olduğu bir devirdi. Dergi mensupları bunların çoğuna maruz kaldı. Yayın yasağını ise “okullara sokulmasının yasaklanması” biçiminde yaşadı. Onun kadroları hep güzel günlerin geleceği inancından güç aldı. Dişle tırnakla dayandılar ve hayata tutunmayı başardılar. Boşalan kadroların yerini yeni arkadaşlarla doldurdular.

Öğretmen Dünyası, “Yazı Kurulu” adı verilen bir yönetim kurulu tarafından yayımlandı. Bu kurul da temsilcilere ve okurlara vekâlet ediyor gibiydi. Onlar atamayla değil, mevcut kurul tarafından gizli oyla seçilerek bu görevlere geldiler ve seçimleri her yıl yenilendi. Yazılar tartışılıp oylanarak dergide yer aldı. Burası bir demokrasi okuluydu.

Ekonomik baskılar, vergiler, cezalar karşısında yılmak olmazdı. Yüzbinlerce öğretmen vardı ülkemizde. Onlardan başka dayanılacak bir güç yoktu. Defalarca kampanyalar açıldı, yardım toplandı ve derginin bu yolla yaşaması sağlandı.

İlgiyle okunmayan bir derginin yaşaması mümkün değildir. Dergi bunu biliyor, kitabi bilgiler yanında alandan bilgi üretmek için anketler, sormacalar düzenliyor, okuyucuların görüş ve eleştirilerine yer veriyordu. Bu geleneksel sayfaların bir kısmı bugün de sürüyor.

Öğretmen Dünyası, birçok kampanya yürüttü. 1995’te paralı eğitim ve eğitimde özelleştirme çabaları yoğunlaştığında Eğitim Hakkını Savunma Komitesini kurarak kampanyalarında 80’e yakın kuruluşun desteğini aldı. Emniyet bu komiteyi dağıtınca Dergi, Ulusal Eğitim Derneğinin kuruluşuna önderlik etti. Sonra dernekle dergi hukuken de birleştiler.

Dergi yayıncılığı kitap yayıncılığı ile beslendi. Kurtuluş Savaşı Günlüğü’nden Sıdıka Avar’ın Dağ Çiçeklerim’ine, M. Rauf İnan’ın ve Talip Apaydın’ın anılarına, Aydın Köksal’ın yabancı dille öğretimi eleştiren kitapları da içinde olmak üzere onlarca kitabı başta eğitim topluluğu olmak üzere düşünce dünyamıza kazandırdı. 1986’da başladığı Cumartesi Konferansları ise katılımcıların bilgilenme ve tartışma platformu oldu ve 30 yıldan beri süren herhalde en uzun konferans ve söyleşi dizisidir.

M. Rauf İnan’dan başlayarak yaklaşık 30 kişilik bir seçici kurul tarafından her yıl bir eğitimciye Eğitim Onur Ödülü verilmesi de yıllardır basının ilgisinden uzak sürüyor.

Bir tarihte, sendikacı bir arkadaşla yapılacak ortak toplantı tarihini kararlaştırmak istiyorduk. Haftanın öteki günleri gelemeyeceğini söylediğinde “Pazar günü toplanmamıza ne dersin?” diye sordum. “Yoo, pazar günleri hiç olmaz. O günü evimde ailemle geçiririm” demişti de hayret etmiştim.

“Ben önemli bir iş yapmak istiyorum” diyenlerin gecesi gündüzü, cumartesi-pazarı mı olur? Öğretmen Dünyası, İsmail Hakkı Tonguç gibi cumartesi-pazarı olmayanların dergisiydi ve 40 yıldır dayanmasının bu anlayışa borçludur. Gelecek güzel günlere inanacak, kitlelere güveneceksin. Dişini sıkacaksın. Terleyeceksin biraz.

Şimdi, sayıları bir milyona ulaşan bir öğretmen kitlesinin olduğu, sendika ödentilerinin bile bakanlık bütçesinden karşılandığı koşullarda “Bağımsızlıkçı, Aydınlanmacı, Halkçı” Öğretmen Dünyası gene zorluklarla savaşıyor ve onun genel yayın yönetmeni Nazım Mutlu, öğretmenleri abone olarak dergiye sahip çıkmaya çağırıyor

Bu ocağı yanar halde tutmak gerekir. Bunun için öğretmen kitlesinin en canlı unsurlarına dayanmaktan başka yol olmadığını dergi tarihi kanıtlıyor.

1980’den 2011’e kadar 31 yıl, içinde bulunduğum derginin tarihini yazma görevini bana vermişlerdi. Bu nedenle o tarihe kadarki yazı kurulu kararları ve yazışmaları içeren klasörleri, dergide koyacak yer de kalmadığından eve getirdim. Böyle bir tarih yazmak Kurtuluş Savaşı tarihini yazmaktan daha kolay olmayacaktı. Derginin kuruluşuna kadarki süreci yazdım. 40 sayfa tuttu, orada durdum. Çünkü bu büyücek bir kitap olacaktı ve kitap yayın ve dağıtım olanakları gitgide zorlaşmıştı. Tarih olmamış bir kurumun tarihini yazmak da doğru olur muydu?

Arkadaşlarla şakalaştık. “Dergi kapandıktan sonra yazsam daha iyi olacak” dedim. “Sen daha çok beklersin, dergi kapanmayacak” dediklerinde “Siz de daha çok dergi tarihinin yazılmasını beklersiniz” dedim.

Şimdi bir ikilem içindeyim. Tarihe karışmamış bir kurumun tarihini yazmak doğru mudur? Ya dergiden önce ben hayattan çekilirsem onun tarihini yazacak biri olur mu? Ne yapsak acaba?

Ne dersiniz?

(13 Ocak 2019)

9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page