top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Hepimiz Aynı Gemideyiz


Uyguladıkları iç ve dış politikada sıkışan iktidar çevreleri bir süredir “Hepimiz aynı gemideyiz” diye bir terane tutturdu. Açık denizlerde pusulası sağlam, güvenle yol alan bir geminin kaptanı, yolculara dönüp “Hepimiz aynı gemideyiz” edebiyatı yapmaz. Belli ki gemi su almaya başlamış, denizde bir o yana bir bu yana yalpalıyor. O zaman yapacağın şey kaptanlığı ehil ellere bırakarak çekilmek değil mi? Herkes o gemide ise senden başka kaptanlık yapacak yok mu? Yoksa onları daha önce küpeşteden denize mi attın? Yoksa Ellerini kollarını zincirleyip kamaralara mı kilitledin? Veyahut denize açıldığın tarihten beri sabah akşam yaptığın anonslarla onları iyice itibarsız hale mi getirdin?

Hâlâ hem ülkeyi en iyi kendinin yöneteceğini ileri sürüyorsun, hem de “Hepimiz aynı gemideyiz” diyerek gemideki yolculardan seni desteklemelerini istiyorsun. Güverteye kaygı ile toplanmış yolcuları böylece susturabileceğini sanıyorsun.

İktidarın sözcülüğünü üstlenmiş bazı televizyon bülbülleri, muhalefetin ağzını tıkamak için ikide bir Kurtuluş Savaşı’ndan ve Atatürk’ten de söz etmezler mi? Kurtuluş Savaşımız bu milletin ortak kutsallarından olduğu için bu örnek karşısında akan suların durulacağını sanıyorlar. Nitekim öyle de oluyor! Oysa işin rengi tamamen farklıdır.


AYNI GEMİDE FARKLI POLİTİKALAR

İşin gerçeği şudur: Hürriyeti elde etmek için yıllarca uğraşan Jön Türkler da Abdülhamit’le aynı gemide idiler. Abdülhamit hürriyetçilere “Yapmayın, aynı gemideyiz. Anayasa rejimine dönersek veya ben tahttan çekilirsem devlet gemisi batar, siz de benimle birlikte boğulursunuz” demiş olmalılar.

Jön Türkler bu demagojiye aldırmadılar ve milletin diri unsurlarına önderlik ederek Hürriyeti ilan ettiler. Abdülhamit’in yıldızı söndü ama gemi yoluna yeni kaptanlarıyla devam etti.

İttihat ve Terakki Partisi, altı yıl sonra 1914’te gemiyi tehlikeli sulara sürdü ve gemiyi batırdı ama bu Abdülhamit’in yokluğundan değil, hürriyet’in yokluğundandı. Milletin Meclisi’ne, hatta hükümete bile danışmadan ve üstelik muhalefeti tamamen susturarak fırtınalı denizlere açıldılar. Bu süreçte hiç kimse “Aman çenemi kapatayım, hepimiz aynı gemideyiz” demedi. Mustafa Kemal Paşa da İttihat ve Terakkiye muhalefet edenlerdendi. Asılan, sürgüne gönderilen, gazeteleri, dergileri, dernekleri, partileri kapatılan muhalifler de. Aynı gemide bile değillerdi ve onları bindirdikleri gemi Sinop zindanına yol alıyordu. Şimdinin cezaevlerinde iddianame bekleyen barışçı ve devrimcileri gibi…


ÖTEKİ GEMİ: BENDIRMA VAPURU

1919’a gelindiğinde geminin kaptan köşküne Altıncı Mehmet Vahidettin oturdu. Yurtseverler, bu geminin fena su aldığını ve batmakta olduğunu gördüler. “Padişahımız en iyisini bilir, ayrı baş çekmeyelim” demediler. Kongreler topladılar, Kuvayı Milliye birlikleri kurdular. Geminin kaptanı, bu gemide başka kimsenin söz sahibi olmasını istemiyor, adeta “Hepimiz aynı gemideyiz” diyerek farklı çözüm yolları önerenleri hain bile ilan ediyordu.

Söz gemiden açılınca Bandırma Vapurunu örnek vermek yerinde olacaktır. O gemide Samsun Limanına yolculuk yapanlar başlangıçta Vahdettin’e adeta yalvardılar. Samsun’dan Erzurum Kongresine, hatta Sivas günlerine kadar geçen sürede ona isyan etmediklerine, memleketin kurtuluşu için çare aradıklarına yemin billah ettiler. Geminin tek kaptanı olduğunu düşünen Vahdettin, kendisi de Anadolu’ya geçecek yerde, Kuvayı Milliyecileri idama mahkûm etme yolunu seçti. Hep aynı gerekçe: “Hepimiz aynı gemideyiz. Geminin kaptanı benim. Farklı sözler işitmek istemiyorum.”

“BU MİLLETE BİR ÇOBAN LAZIM”

İngilizlerin İstanbul’u işgal ettiği 16 Mart 1920 günü kendisini ziyaret ederek millet temsilcilerinin onayı olmadan bir anlaşmaya imza atmamasını isteyen Rauf Bey’e Padişah Vahdettin, “Bu millet bir koyun sürüsü, ona bir çoban lazım, o da benim” demiştir. Kuvayı Milliye’nin projesi ise Türk, Kürt, Çerkez, Sünni, Alevi, sağcı, solcu demeden milli birlik politikaları uygulayarak milleti tek cephede tutmaktır. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM bu anlayışın eseridir.

Açık denizlerde seyreden gemilerin kaptan değiştirmesiyle ilgili pek çok hikâye vardır. Türk siyasi hayatında da zorlu iktidar değişimleri hep kaptanın bertaraf edilmesiyle mümkün olabilmiştir. Dünyadaki örnekleri de bundan farklı değildir. Çan Kay Şek’in kaptan olduğu Çin gemisinde Mao’nun dümene geçmesi, Rusya gemisinde Kerenski’nin elinden Lenin’in dümeni alması, Küba gemisindeki dümenin Batista’dan Kastro’ya geçmesi, sözü fazla uzatmamak için verilebilecek birkaç örnektir. Yanı başımızdaki Suriye gemisinde ise dümeni ele geçirmek için birbirine girmiş gruplar var ve iktidarımız “Yapmayın, hepiniz aynı gemidesiniz” demiyor. Bu gruplardan birini açıkça arkalıyor. Sonra Türkiye’ye dönüp millete “Hepimiz aynı gemideyiz” edebiyatı yapıyor…


SEN TÜRKİYE DEĞİLSİN

Bizim safdillerden başka kimse bu “Aynı gemideyiz” söylemini yutmaz. Sosyal kanunlar hükmünü yürütür. Evet, aynı gemideyiz ama sen bu gemiyi iyi yönetemiyorsun, gemi, kayalıklara doğru hızla yol alıyor. Memleketi selamete çıkarmak için benim iyi bir programım var: İsraf ekonomisi yerine üretim ekonomisini yürürlüğe koyacağım. Hem dışarıda, hem içerde savaş politikalarından barış politikalarına geçeceğim. Demokrasi ile milli birliği sağlayacağım. Sosyal adaleti yaygınlaştıracağım, partizanlık yapmayacağım, Eğitimde hurafe yerine bilimi kılavuz edineceğim.

Gemidekilerin hayatını ve geleceğini sen tehlikeye atıyorsun. Benim görevim, bunu millete bütün araçları kullanarak anlatmak. Kusura bakma, senin yanlış politikalarının payandası olamam. Sen Türkiye değilsin. (14 Eylül 2018)

8 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page