top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Zafer Bayramımız Kutlu Olsun

DERLEME

/

Nurten Bengi Aksoy

*

1922 yılında, 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkomutanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, (İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de) sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı en büyük zaferdir. Zafer Bayramı olarak kutlanan bu günü Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı olarak yazdığı büyük eserinden, özellikle Büyük Taarruzun anlatıldığı bölümden aldığımız dizelerle anmak istedik. ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…


KUVÂYİ MİLLİYE DESTANI'ndan


Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,

ne ağaç, ne kuş sesi,

ne toprak kokusu vardır.

Gündüz güneşin,

gece yıldızların altında kayalardır.

Ve şimdi gece olduğu için

ve dünya karanlıkta daha bizim,

daha yakın,

daha küçük kaldığı için

ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten

evimize, aşkımıza ve kendimize dair

sesler geldiği için

kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi

okşayarak gülümseyen bıyığını

seyrediyordu Kocatepe’den

dünyanın en yıldızlı karanlığını.

Düşman üç saatlik yerdedir

ve Hıdırlık Tepesi olmasa

Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.

Kuzeydoğuda Güzelim Dağları

ve dağlarda tek

tek

ateşler yanıyor.

Ovada Akarçay bir pırıltı halinde

ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde

şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var

Dağlarda tek

tek

ateşler yanıyordu.

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

şayak kalpaklı adam

nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu…

Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,

Birdenbire beş adım sağında onu gördü.

Paşalar onun arkasındaydılar.

O, saati sordu.

Paşalar: ‘üç’ dediler.

Sarışın bir kurda benziyordu.

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.

Yürüdü uçurumun başına kadar,

eğildi, durdu.

Bıraksalar

ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak

ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak

Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.

Dağlar aydınlanıyor.

Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.

Gün ağardı ağaracak.

Kokusu tütmeğe başladı:

Anadolu toprağı uyanıyor.

Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp

ve pırıltılar görüp

ve çok uzak

çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak

bir müthiş ve mukaddes mâcereda,

ön safta, en ön sırada,

şahlanıp ölesi geliyordu insanın.

Sonra.

Sonra, 30 Ağustos’ta düşman kuvâ-yı külliyesi imha ve esir olundu.

Esirler arasında General Trikopis,

Alaturka sopa yemiş bir temiz

ve sırmaları kopuk Frenk uşağı…

Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü

Ve şu türküyü duydu.

“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan

Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan

bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak

ve ipek bir halıya benzeyen toprak,

bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,

yok edin insanın insana kulluğunu,

bu dâvet bizim…”

“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür

ve bir orman gibi kardeşçesine,

bu hasret bizim”

Sonra.

Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik

ve Kayserili bir nefer

yanan şehrin kızıltısı içinden gelip

öfkeden, sevinçten, ümitten ağlaya ağlaya,

Güneyden Kuzeye,

Doğudan Batıya,

Türk halkıyla beraber

seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i…


***

Kurtuluş Savaşı Destanı’nı (Kuvâ-yı Milliye Destanı) Nazım Hikmet uzun araştırmaları sonucunda 1939-1941 yılları arasında cezaevindeyken yazmıştır. Destanı yazarken yararlandığı en önemli kaynak Atatürk’ün “Nutuk” isimli eseri olmuştur. Destanda anlatılan olaylar gerçekten yaşanmış olaylardır ve her bir karakter, halkın içinden çıkmış gerçek kahramanlardır. Şair, pek bilinmeyen, kıyıda köşede kalmış isimlerinden yani halktan bir destan yaratmayı tercih etmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Şairin destanı yazarken, dayısı ve Atatürk’ün silah arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy’un anılarından, belge ve kaynaklarından yararlandığı da bilinir.

21 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page