Zafer Bayramımız Kutlu Olsun
- Nurten B. AKSOY
- 30 Ağu 2023
- 2 dakikada okunur
DERLEME
/
Nurten Bengi Aksoy
*

1922 yılında, 26 Ağustos’ta başlayıp 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Mustafa Kemal’in başkomutanlığında zaferle sonuçlanan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, (İşgal birliklerinin ülke sınırlarını terk etmesi daha sonra gerçekleşse de) sembolik olarak ülke topraklarının geri alındığı en büyük zaferdir. Zafer Bayramı olarak kutlanan bu günü Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı olarak yazdığı büyük eserinden, özellikle Büyük Taarruzun anlatıldığı bölümden aldığımız dizelerle anmak istedik. ZAFER BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN…
KUVÂYİ MİLLİYE DESTANI'ndan
Kocatepe yanık ve ihtiyar bir bayırdır,
ne ağaç, ne kuş sesi,
ne toprak kokusu vardır.
Gündüz güneşin,
gece yıldızların altında kayalardır.
Ve şimdi gece olduğu için
ve dünya karanlıkta daha bizim,
daha yakın,
daha küçük kaldığı için
ve bu vakitlerde topraktan ve yürekten
evimize, aşkımıza ve kendimize dair
sesler geldiği için
kayalıklarda şayak kalpaklı nöbetçi
okşayarak gülümseyen bıyığını
seyrediyordu Kocatepe’den
dünyanın en yıldızlı karanlığını.
Düşman üç saatlik yerdedir
ve Hıdırlık Tepesi olmasa
Afyonkarahisar şehrinin ışıkları gözükecek.
Kuzeydoğuda Güzelim Dağları
ve dağlarda tek
tek
ateşler yanıyor.
Ovada Akarçay bir pırıltı halinde
ve şayak kalpaklı nöbetçinin hayalinde
şimdi yalnız suların yaptığı bir yolculuk var
Dağlarda tek
tek
ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki
şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu…
Ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
Birdenbire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar: ‘üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı.
Dağlar aydınlanıyor.
Bir yerlerde bir şeyler yanıyor.
Gün ağardı ağaracak.
Kokusu tütmeğe başladı:
Anadolu toprağı uyanıyor.
Ve bu anda, kalbi bir şahan gibi göklere salıp
ve pırıltılar görüp
ve çok uzak
çok uzak bir yerlere çağıran sesler duyarak
bir müthiş ve mukaddes mâcereda,
ön safta, en ön sırada,
şahlanıp ölesi geliyordu insanın.
Sonra.
Sonra, 30 Ağustos’ta düşman kuvâ-yı külliyesi imha ve esir olundu.
Esirler arasında General Trikopis,
Alaturka sopa yemiş bir temiz
ve sırmaları kopuk Frenk uşağı…
Ali Onbaşı bir şimşek hızıyla düşündü
Ve şu türküyü duydu.
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim…”
“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim”
Sonra.
Sonra, 9 Eylülde İzmir’e girdik
ve Kayserili bir nefer
yanan şehrin kızıltısı içinden gelip
öfkeden, sevinçten, ümitten ağlaya ağlaya,
Güneyden Kuzeye,
Doğudan Batıya,
Türk halkıyla beraber
seyretti İzmir rıhtımından Akdeniz’i…
***
Kurtuluş Savaşı Destanı’nı (Kuvâ-yı Milliye Destanı) Nazım Hikmet uzun araştırmaları sonucunda 1939-1941 yılları arasında cezaevindeyken yazmıştır. Destanı yazarken yararlandığı en önemli kaynak Atatürk’ün “Nutuk” isimli eseri olmuştur. Destanda anlatılan olaylar gerçekten yaşanmış olaylardır ve her bir karakter, halkın içinden çıkmış gerçek kahramanlardır. Şair, pek bilinmeyen, kıyıda köşede kalmış isimlerinden yani halktan bir destan yaratmayı tercih etmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Şairin destanı yazarken, dayısı ve Atatürk’ün silah arkadaşı General Ali Fuat Cebesoy’un anılarından, belge ve kaynaklarından yararlandığı da bilinir.