top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Geçmiş Olsun

Güncelleme tarihi: 6 Ara 2020


"Ordu'nun dereleri aksa yukarı aksa

Vermem seni ellere Ordu üstüme kalksa"


der, bir Ordu türküsü. Ordu'nun dereleri bu sefer bir aktı, pir aktı. Daha doğrusu akamadı, bendini yıktı ve halkın emeği olan fındıkları da önüne katıp, enginlere doğru taştı, aktı... katledilen, betonlaşan doğanın intikamını aldı. Önüne ne dikildiyse yıktı geçti, ama ne yazık ki bundan en büyük zararı günlerce emek emek topladıkları fındıklarını sele kaptıran fındık üreticileri ve çevre halkı gördü ve ben o insanları ilk öğretmenlik yıllarımda tanıdım, sevdim...o nedenle üzüntüm bir kat daha fazla...


Yıl 1980... 12 Eylül darbesinin etkileri tüm yurdu vurduğu gibi beni de vurmuştu. Bir sabah okula gittiğimde İstanbul'dan hiç bilmediğim bir şehre, Ordu'ya tayinim çıktığını ve 2 hafta içinde yeni görev yerinde olmam gerektiğini öğrenmiştim. Yapacak bir şey yoktu, "görev kutsaldır" diyerek tayin olduğum şehri görmeye gittim, o yıllarda tayin işlerine valiler baktığı için vali beyin makamına çıktım ve durumumu anlattım. Göreve başlayalı henüz iki yıl olmuştu, çok gençtim ve bu şehirde yalnız yaşayacaktım. Sanırım vali bey, çok küçük ve çaresiz bir İstanbul kızı olan bana acıdığından "Korkma kızım, seni çok güzel bir yere göndereceğim, orayı çok seveceksin" diyerek beni Karadeniz'in en şirin ilçelerinden Fatsa'nın Bolaman beldesine atadı.


İstanbul'a döndükten sonra eş dostun yardımıyla bir öğretmen arkadaşın annesinin Fatsa merkezdeki evini tuttum ve kasım ayında eşyalarımı alarak bu şirin beldeye taşındım. Karadeniz'in en güzel sahil ilçelerinden biri olan Fatsa; bir yanı deniz, diğer yanı yemyeşil fındık bahçeleriyle çevrili sakin bir yerdi o zamanlar. İlçenin ortasındaki geniş meydana her hafta pazar kurulurdu. Köylü kadınlar tepelerdeki fındık bahçelerinden topladıkları mis kokulu dağ çileklerini, ballı incirleri, yeni sağdıkları sütleri, taze yaptıkları yoğurtları ve yetiştirdikleri ürünleri bu pazarda satarlardı.


Bahçe içindeki tek katlı evler ya da 2-3 katlı apartmanlarda yaşardı insanlar. Halkın büyük kısmı bilgili, kültürlü ve okumuş, aydın insanlardı. Yaşamımın en güzel 4 yılını bu güzel insanlarla bu güzel ilçede geçirdim.ve yüreği sevgi dolu bir sürü dost edindim.

Atandığım okul ise Fatsa'dan 10-15 km kadar uzakta, denize nazır yemyeşil bir tepeye kurulmuş Bolaman Lisesi'ydi. Öğretmen kıtlığının yaşandığı o yıllarda edebiyat derslerinin yanında Türkçe, felsefe ve beden eğitimi derslerine de giriyordum. Kısa sürede öğrencilerimle kaynaşmış ve taa bugüne gelen dostluklar kurmuştuk.


Malum Karadeniz hırçındır, kış oldu mu yağmuru fırtınası hiç bitmez. halk bu havaya alışıktır. Evim okula uzak olduğu için duble olmayan tek şeritli çakıl dökülmüş yollardan servisle gider gelirdim okula. Bazı geceler fırtına kopar, yağmur yağardı, sabah bir bakardık dalgalar yolu almış...ama alt yapıları sağlamdı o yolların, bir şekilde çabucak onarılır, yeniden ulaşıma açılırdı...


Burada çalışırken denizin hemen yanıbaşında kıvrıla büküle giden yollardan taaa o zamanki SSCB sınırına kadar gitmiş, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve Artvin'in sahil kısımlarını görmüş, çay ve fındık bahçelerinin o koyu yeşiliyle hırçın denizin mavisine hayran kalmıştım. Neyse 1984 yılının sonunda evlendiğim için bu şirin ilçeye veda ederek yeşille mavinin harmanlandığı Fatsa'dan bir başka yeşil-mavi şehre Antalya'ya gelmiştim. Ama Fatsa'yı Karadeniz'i hiç unutmamıştım...


İşte bu sevgim nedeniyle hem buradaki dostlarımı görmek hem de o güzel şehirlerin havasını bir kez daha solumak için 90'lı yıllardan geçen yıla kadar dört-beş kez gittim Karadeniz sahillerine. 1991 yılındaki ilk gezimizde Sovyetler Birliği dağılmış, o koca devletin aç ve yoksul insanlarının Samsun'dan Hopa'ya kadar tüm sahile kurdukları Rus pazarlarında yaşam mücadelesi verdiklerini görmüş ve çok üzülmüştüm. Ama Karadeniz'in hala tüm güzelliğini ve bakirliğini koruyor olması beni mutlu etmişti.


Oysa 2014 ve 2017 yıllarında yaptığım ziyaretlerde (AKP'nin iktidar olduktan sonraki yıllarda) büyük hayal kırıklığı yaşamış ve çok üzülmüştüm. Samsun'dan Hopa'ya uzanan sahil şeridi betonla doldurulmuş ve o betonların üstüne duble yollar, tüneller ve köprüler yapılmıştı. O hayranlıkla gezdiğim yemyeşil şehirler yok olmuş, çay bahçelerinin önüne 10-15 katlı apartmanlar, siteler yapılmıştı. Örneğin 2001 yılında Ardeşen'de ziyaret ettiğim arkadaşımın bir yalı gibi denizin dibinde olan evi, doldurulan sahil nedeniyle şehrin kalabalığı içinde kaybolmuştu.

O güzelim yaylalara bile apartmanlar yapmışlar, dere yataklarına koca koca oteller dikmişlerdi. Fatsa'nın hali de içler acısıydı. Orada kaldığım iki gece boyunca nefes bile alamadım. O güzelim fındık bahçelerinin tepelerine dahi apartmanlar dikmişler, bir zamanlar martıların hamsileri kapmak için çığlıklar atarak kanat çırptıkları sahili betonla doldurarak yok etmişlerdi...


Ve işte durum böyleyken son günlerde Rize'de Ordu'da Fatsa'da yaşanan afetleri, hırslarının esiri olan "muhteris muktedirler" "TAKDİR-İ İLAHİ" diye anlatmaya çalışıyorlar. Hırsın, cehaletin ve doğa düşmanlığının sonucu oluşan bu afetten zarar gören Fatsa'da, Ordu'da, Ünye'de yaşayan tüm dostlarıma ve öğrencilerime GEÇMİŞ OLSUN dileklerimi yolluyorum ve hepimizin yaşananlardan ders almasını, bu tür acıların bir daha yaşanmamasını diliyorum...




18 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page