top of page
maviADA

SON ŞİİR










"Beni çok oyalamıştı, buna rağmen sevdiğim bir erkekti. 20. Yüzyılın bu en büyük şairini sevmiş ve onun tarafından sevilmiş olmaktan şeref duyarım, Filvaki şimdi evliyim, eşim ve kızımla birlikte çok mesut bir hayatım var. Ama buna rağmen yine de maziyi inkâr etmekten hazzetmem. Şunu da belirtmeliyim ki o, son şiirini de benim için yazmış ve ondan sonra dünyaya gözlerini yummuştu."


Bunları söyleyen, Büyük Atatürk'ün emri ile Avrupa'ya şan tahsiline gönderilen, Devlet Operası baş muganniyesi Semiha Berksoy’du. O, dediği de asrımızın en büyük şairi Nâzım Hikmet’ti.

Nâzım Hikmet ve Semiha Berksoy bir tarihte birbirlerine âşık olmuşlardı. Semiha o zamanlar genç bir kızdı. 1930'ların bu büyük aşkını o vakitler Kadıköy'de yaşayanlar iyi bilirler. Nâzım; hassas, şair, inandığı fikir uğruna hayatını bile istihkar eden, mücadeleci bir adam, Semiha ise gencecik, fidan gibi bir kız. Sanatkar, resim yapar, hikâye yazar, şarkı söyler, müzikle uğraşır.


Onların tanışmaları bir tesadüf sonucu olur. Birbirlerini daha ilk günden beğenirler. Yıllar böyle geçer. Nihayet genç kız bu işin artık sonunun gelmeyeceğini anlar ve kendini tamamen sanata verir. Konservatuara girer. O devirde, güzelliğinden dolayı ona zamanın en büyük sinema artisti 'Coleen Moore'un adını vermişlerdir. Konserler verir, şöhreti her gün biraz daha artar. Bir yandan konservatuarda çalışır, bir yandan Güzel Sanatlar Akademisinde Namık İsmail’e talebelik eder, öbür taraftan Darülbedayide rol oynar. Bu arada Paris’e gider ve "İstanbul Sokakları" filminde baş rolü üstlenir. İlk operayı orada görür Dönüşünde 2Süreyya Opereti'ne geçer.


1934’de büyük Atatürk’ün ve onun misafiri İran Şah’ı Rıza Pehlevî’nin huzurunda Nimet Vahit hanım ve Nurullah Taşkıran’la birlikte ilk operayı oynarlar. O zaman büyük kurtarıcı bu genç kızın Avrupa’ya tahsile gönderilmesini söyler. Nihayet 1936’da Berlin'e hareket eder. Yola çıkmadan evvel sevgilisi ile son bir konuşma yapar. Nâzım, Semiha'nın istikbali ve sanatı için gitmesine izin verir. Fakat yine de birleşmekten ve evlenmekten bahis yoktur.


Semiha Berksoy Berlin'de 3 yıl okur ve Devlet Müzik Akademisinde birinci ses olur. Ona "Wagnerien Soprano" derler. Orada iki defa operada oynar. Bu sırada harp patladığı için memlekete dönmeye mecbur kalır. 1940’ta Ankara Radyosunda bir konser verir. Devlet Tiyatrosunun başında bu sırada Karl Ebert vardır. Orkestranın başında Proteryus vardır. Onu dinleyen bu sanat adamları hayran kalırlar. Ebert "Artık Operaya başlayabilirim" der. İsmet İnönü Wagner’in eserlerini hatasız okuyan bu genç kadını tebrik eder. Ve Türkiye'de ilk opera 'Tosca'yı 2 nisan 1941’de Nurullah Taşkıran ile birlikte oynar.


Bu sırada Nâzım hapistedir. Semiha eski aşkını unutmaz. Sık sık gidip onu Çankırı hapishanesinde ziyaret eder. Bu sırada genç kadının karşısına şimdiki eşi çıkar. Ercüment Siyavuşgil o sırada piyanisttir. İki sanatçı kısa zamanda anlaşırlar. Evlenmeye karar verirler. Bunun üzerine Semiha kalkar, müstakbel eşinin resmini de yanına alıp Çankırı hapishanesine, eski sevgilisini görmeye gelir ve resmi gösterip durumu açıklar. Nâzımın tepkisi büyük olur.. 'Hayır!' der. "Evlenmeyeceksin. Beni bekle. Çıkınca seninle ben evleneceğimi." Halbuki Nâzım 28 yıla mahkûmdur. Genç kadının onu beklemesi mümkün değildir. Kararını açıklar ve yanından ayrılır.


Bundan sonra seneler su gibi akıp gitmeye başlar. Semiha evlenir, inci gibi bir kız çocuğu olur. Bu arada tekrar Avrupa'ya gider, operalarda oynar. Yurda döner. Devlet Operası ile arasında birçok ihtilâflar olur. Tiyatroya geçer, operada misafir sanatçı olarak temsiller verir, sonunda yine eski yuvasına döner.


Bu sırada Nâzım hapisten çıkmış ve Türkiye’den kaçmıştır. İkisinin de kalbinde eski olayların külleri hâlâ sıcaktır. Nâzım Rusya'ya gider, Avrupa'ya geçer dünyayı dolaşır. Piyesler yazar, konferanslar verir, hasret şiirleri bağrını deler. Bu arada evlenir, buhranlı devreler geçirir.


Semiha genç kızlık aşkını hâlâ unutmamıştır. Bu onun için mukaddes bir hâtıradır. Eski sevgilisini uzaktan uzağa daima izler. Müşfik bir anne, vakur bir aile kadınıdır. Fakat bu genç kızlık aşkını unutmasına delil teşkil etmez.


Nihayet bir fırsat zuhur eder ve bir dostu ile Nâzım’a dört hâtıra gönderir. Bunlar: 'Simavna Kadısı Şeyh Bedreddi'in bir kitabı, Bursa'dan alınmış bir tesbih, İzmir’in meşhur "Altın Damla" kolonyası ile Tosca’da çekilmiş olan kendi resmidir. Nâzım bunları alınca çok duygulanır. Semiha hakkında uzun uzadıya bilgi almak ister ve sonra oturup işte bu son şiirini yazar.


Semiha Berksoy diyor ki:

"Nâzım çok bedbahttı. Vera denilen o kadın onu çok hırpalıyordu. Artık büyük şair hâtıraları ile yaşar olmuş ve tamamen eskiye dönmüştü. Yalnız ömrünün sonuna geldiğini de idrâk ediyor ve bunu da o kahramanca edası ile açıkça haykırıyordu, işte benim için yazdığı ve bana gönderdiği son şiirinde de hem bu hem de ona gönderdiğim hediyelerin ifadesi böyle yer almıştı. Büyük şairdi, ölmesi bütün insanlık için bir kayıp oldu..."

SON OTOBÜS

Gece yarısı son otobüs, Biletçi kesti bileti. Beni ne kara haber bekliyor evde Ne rakı ziyafeti. Beni ayrılık bekliyor. Yürüyorum ayrılığa korkusuz Ve kedersiz.

İyice yaklaştı bana büyük karanlık. Dünyayı telâşsız, rahat Seyredebiliyorum artık. Artık şaşırtmıyor beni dostun kahpeliği Elimi sıkarken sapladığı bıçak. Nafile, artık kışkırtmıyor beni düşman Geçtim putların ormanından Baltalayarak...

Ne de kolay yıkılıyorlardı. Yeniden vurdum mihenge inandığım şeyleri Çoğu katıksız çıktı çok şükür. Ne böylesine pırıl pırıl olmuşluğum vardı, Ne böylesine hür. İyi yaklaştı bana büyük karanlık. Dünyayı telâşsız, rahat Seyredebiliyorum artık. Bakmıyorum başımı kaldırıp işten. Karşıma çıkıveriyor geçmişten.

Bir söz, Bir koku, Bir el işareti. Söz dostça. Koku güzel, El eden sevgilim. Kedelendirmiyor artık beni hâtıraların dâveti. Hâtıralardan şikâyetçi değilim. Hiç bir şeyden şikâyetim yok zaten, Yüreğimin durup dinlenmeden Kocaman bir diş gibi ağrımasından bile...


Milliyet Gazetesi, 21 Ocak 1970 Taha Toros Arşivi

Etiketler:

71 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page