top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Hıdırellez ve Gül Ağacında Üç Fidan

Güncelleme tarihi: 3 gün önce

Nurten B. AKSOY

*


Hıdırellez’i günümüz gençleri pek bilmese de 6 Mayıs Tarihini bağımsızlık ve özgürlüğe gönül vermiş pek çok kişi bilir… Hıdırellez, Türk dünyasında kutlanan mevsimlik bayramlardan biridir ve baharla vücut bulan yaşamın tazelenmesini simgeler. 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece, Hıdırellez’in uğruna inananlar dileklerini yazdıkları minik kağıtları kırmızı torbalara koyup, yanına bozuk para da ekleyerek gül dalına asarlar, sonra da bütün bir yıl dileklerinin gerçekleşmesini beklerler. Aslında dilekler mütevazı ve olabilecek şeyler olduğundan genellikle de hep gerçekleşir.


Oysa 1972 yılının Hıdırellez’inde yani 5 Mayıs’ı 6’sına bağlayan gece dilekler, umutlar gül dalına değil, kin ve intikam duygularıyla yanıp tutuşanlar tarafından darağaçlarına asıldı… Tam bağımsız Türkiye için mücadele eden Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın darağacına korkmadan dimdik giden, bu üç yiğit fidanın istekleri hiç gerçekleşmedi ama isimleri sonsuzluğa yazıldı… Onları 52. ölüm yıldönümlerinde özlemle ve sevgiyle anıyoruz…


“Gözümde bir damla su Deniz olup taşıyor

Çöllerde kalmış gibi yanıyor yanıyorum”


12 Mart 1971’de “Ekonominin bozulması, paranın değerinin düşmesi, üniversitelerde başlayan öğrenci gösterileri, sendikaların grevleri sonucu üretimin düşmesi, Aleviler ile Sünniler arasında çatışmaların başlaması, İstanbul’da İsrail başkonsolosunun sol bir örgüt tarafından kaçırılarak öldürülmesi” gibi nedenlerle Ordu, Cumhurbaşkanı ve Meclis Başkanına bir muhtıra vererek hükümetin istifasını ve yeni bir hükümet kurulmasını istemişti. Kısacası "Demokrasi" yine sekteye uğramış ve rafa kaldırılmıştı.


Ülkede yaşanan kaosun, kargaşanın faturası birilerine kesilmeliydi. Bunun için vatan hainleri (!) her yerde kovalanıyor, hapislere atılıyor, baskınlarda öldürülüyor ve memleketi kurtarmak adına “Üç Fidan” idama mahkum edilerek dar ağacına gönderiliyordu. Asıldıklarında Hüseyin İnan 23, Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan 25 yaşındaydılar. Onlardan geriye düşünceleri, simge haline gelmiş isimleri ve mektupları kaldı.


Tarih 6 Mayıs 1972, Hıdrellez yani… Görünüşte güneşli bir bahar günü ama çığlıkların dudaklarda kaldığı, acının yürekleri delip geçtiği kapkara bir gün… O gün, tıpkı gül dalına asılmış, içinde umutların olduğu dilek torbaları gibi o üç fidan da inandıkları ve ölümü göze aldıkları “Tam Bağımsız Türkiye” için darağaçlarına asıldılar... Onlar hür ve bağımsız bir ülke dilemişlerdi hep, ama dilekleri kabul olmadı ne yazık ki... Ve onlar korkmadan ölüme giderken arkalarında inançlarını, fikirlerini, anılarını ve son mektuplarını bıraktılar…



Deniz, Hüseyin ve Yusuf veda mektuplarını yazarken yakınları hâlâ son bir umut çırpınıyordu, ama tüm çabalar sonuçsuz kaldı ne yazık ki… “5 Mayıs Cuma, 6 Mayıs’a, Hıdırellez’e bağlanıyordu. O geceyi seçtiler; gece yarısı Mamak koğuşlarında zincir sesleri yankılandı. Sonra kapıların çift taraflı sürgüsü gürültüyle çekildi. Parmaklıklı demir kapılar gıcırdadı. Mamak’ta ikişerli hücrelerde yatan mahkumlar, bu seslerden vaktin geldiğini anladı. Az sora koridor boyunca yere sürtünen bir pranganın sesi çınladı. Horozlu aynası olanlar parmaklıkların ardından uzatıp ötesini görmeye çalıştılar, göremediler… Ama Deniz’in sesini duydular: ‘Hadi eyvallah arkadaşlar!’ Bu kadar… Boğazları düğümlendi, ne slogan ne marş… sözün bittiği yerdi…” (Can Dündar Abim Deniz Kitabından sayfa: 430)

*

Baba, Mektup elinize geçmiş olduğu zaman aranızdan ayrılmış bulunuyorum. Ben ne kadar üzülmeyin dersem yine de üzüleceğinizi biliyorum. Fakat bu durumu metanetle karşılamanı istiyorum. İnsanlar doğar, büyür, yaşar, ölürler. Önemli olan çok yaşamak değil, yaşadığı süre içinde fazla şeyler yapabilmektir. Bu nedenle ben erken gitmeyi normal karşılıyorum. Ve kaldı ki benden evvel giden arkadaşlarım hiçbir zaman ölüm karşısında tereddüt etmemişlerdir. Benim de tereddüde düşmeyeceğimden şüphen olmasın. Oğlun ölüm karşısında aciz ve çaresiz kalmış değildir. O bu yola bilerek girdi ve sonunun da bu olduğunu biliyordu. Seninle düşüncelerimiz ayrı, ama beni anlayacağını tahmin ediyorum. Sadece senin değil, Türkiye’de yaşayan Kürt ve Türk halklarının da anlayacağına inanıyorum.


Cenazem için avukatlarıma gerekli talimatı verdim. Ayrıca savcıya da bildireceğim. Ankara’da 1969’da ölen arkadaşım Taylan Özgür’ün yanına gömülmek istiyorum. Onun için cenazemi İstanbul’a götürmeye kalkma. Annemi teselli etmek sana düşüyor. Kitaplarımı küçük kardeşime bırakıyorum. Kendisine özellikle tembih et, onun bilim adamı olmasını istiyorum. Bilimle uğraşsın ve unutmasın ki, bilimle uğraşmak da bir yerde insanlığa hizmettir. Son anda yaptıklarımdan en ufak bir pişmanlık duymadığımı belirtir, seni, annemi, ağabeyimi ve kardeşimi devrimciliğimin olanca ateşiyle kucaklarım. Oğlun Deniz Gezmiş

*

Deniz bu son mektubunu, asılmadan hemen önce, başgardiyanın odasında, yazı makinesiyle odaya gelen bir görevliye söyleyerek yazdırmıştı.

***

"Söyleyecek fazla söz bulamıyorum. Bir insanın sonunda karşılaşacağı tabii sonuç, bildiğiniz sebeplerden dolayı erken karşıma çıktı. Üzüntü ve acınızı tahmin ediyorum. İleride durumumu çok daha iyi anlayacağınız inancındayım. Metin olunuz. Üzüntü ve acılarınızı unutmaya çalışınız. Bütün varlığımla hepinize kucak dolusu selamlar sevgiler!.. Yazılacak çok şey var, fakat hem mümkün değil hem de sırası değil… Candan selamlar. Hüseyin İnan"

*

Hüseyin’in bu mektubu asılmadan az önce el yazısıyla yazdığı anlaşılıyor. Mektup, bir zarfa konulmuş ve postalanacakmış gibi üstüne bir liralık da pul yapıştırılmıştır.

***

"Sevgili babacığım, bu mektubu aldığın zaman ben ebediyen bu dünyadan göç etmiş olacağım. Ne kadar sarsılacağını tahmin ediyorum. Bir buçuk seneden beri, benim yüzümden nasıl üzüntü içinde olduğunuz malum. Bu son olayı da metanetle karşılamanızı sadece dileyebiliyorum. Babacığım, bu olayda da annemin ve Yücel’in senin tesellilerine ve desteklerine ihtiyaçları çok. Bunun için ne kadar metin olursan hem senin sağlığın için hem de onlar için o kadar iyi olur. Elbette ki, yıllarca emek verip yetiştirdiğin bir oğulun bir günde öldürülmesi, kolay göğüslenecek bir olay değildir. Fakat siz benim ne için, kimlere karşı mücadele verdiğimi biliyorsunuz. Ben bu açıdan rahat ve vicdan huzuru içinde gidiyorum. Sizlerin de bu bakımdan rahat ve huzur içinde olduğunuzu ve olacağınızı biliyorum.


Babacığım, annemin ve Yücel’in senin desteklerine muhtaç olduklarını yukarıda söylemiştim. Onları rahat ettirmek için bütün gücünü kullanacağından zaten eminim. Babacığım, burada şunu ilave edeyim ki, Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu hissediyorum. Yücel için her şeyinizi ortaya koyacağınız konusunda da kuşkum yok. Ablamlar için söyleyeceğim: fazla üzülmesinler, olayın sarsıntıları geçtikten sonra normal hayatlarını devam ettirsinler. Mehtap’a ne diyeyim… Benim için her zaman bol bol öpün. Babacığım, cezaevinde kalan arkadaşları ara sıra yoklarsan, hallerini hatırlarını sorarsan çok memnun olurum. Her birisi oğlun sayılır. Dışarıda bizler için uğraşan dostlarımı ve dostlarını hiçbir zaman unutmayacağını biliyorum.


Mektubum burada biterken sizi, annemi, Yücel’i, ablamı, Aziz Abiyi, Mehtap’ı hasretle kucaklarım babacığım… Sağlıcakla kalın… Hoşça kalın T. Yusuf Aslan

Not: Akrabalara da bir mektup yazdım. Fakat belki vermeyebilirler."

*

Yusuf Aslan mektubunu Mamak Cezaevi’nde idamdan üç gece önce el yazısıyla yazmıştı.

***

İnfazdan sonra Deniz’in ailesine teslim edilen evrak arasında bir de cep defteri vardı. İçine bir şey yazılmamış olan bu defterin kapak içindeki boş sayfaya kendi el yazısıyla bir şiir yazmıştı Deniz. Bazı mısraları, sözcükleri yazıp üzerini çizmişti. O dizeler, ondan kalan son sözler oldu…

"Yenilmişsem

Elim kolum bağlı

Boynumda yağlı ip

Gelip dayanmışsam

Darağacına

Dudaklarımda yarın

Gözlerim yarınlarda

Unutmak mı gerek seni?

Kapılar kapalı

Tutulmuşsa gece kapkara yollar

Sıcacık bir sevgi sunmayacak mıyım insanlara?

Bakmayacak mıyım yarınlara

Seslenmeyecek miyim insanlara?"

207 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page