top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

ÜZGÜNÜM ZAMAN BİTTİ*

Güncelleme tarihi: 27 Ara 2020


“Akıl ve vicdan adalet terazisinde tartılamaz” ın romanı.


Yirminci yüzyılın yazın ürünlerin geride bıraktık ama etkisini kolayca silemeyeceğiz sanırım. Etkileri yirmi birinci yüzyılı da etkileyeceğe benziyor. İki bin yılından sonra her alanda olduğu gibi yazın alanı da alıştığımızca olamayacak sanıyorum. Yenidünya düzeni dedikleri anlaşılmaz yapaylık, ilk önce dilimizden, kültürümüzden, sanatın her alanından yara almaya başladığına inancım büyüyor. İki binli yılların başlarında önce ekmekler mi bozulmaya başladı yoksa kültürümüz mü? Önce birden bire parlayan yazarlarla okuduklarımızdan bir şey anlamaz olduk. Yazılı- görsel basınca yıldızlaştırılan yazarlar, kitaplar, sanat ürünleri şaşkına döndürdü bizi. Anlatıyormuş gibi yazan ama anlattığı, gösterdiği iletisi olmayan dayatmalardan boşluğa düştüğümüzü anladık. Bizim çaba göstermemize gerek olmadığını, bir gücün oluşturduğunu, yazdığını benimsememizin yeterli olacağını duyumsatıyorlardı. Aynı güçler, düşünmememiz, bizim adımıza düşünerek işlev kazandıracaklarını söylüyorlardı. Piyasacı yazın, piyasacı sanat ve kültür böylece doğdu sanırım. Sorumsuz, sorgulamasız, tabağıma konulana karşı çıkmayan, etkin olmak yerine, sunulanla yetinen insan modeli yaratılmaya çabalanıyordu.


Böyle dayatmalardaki yapaylık, köksüzlük, öylesine derinliksizdi ki para piyasalarına odaklanmış elektrikli saatlere benziyordu. Son on beş yılda ne denli ekonomik sıkıntı olmuşsa o denli de kültürel değişme olmuştur. 2001, 2005, 2008,2012 sıkıntıları ülkemizin yaşamını derinden sarsarken yazına yansıması biraz geç mi oluyor? Birçok romanda oldu duyumsatılsa da, içinden gelen yazarın yaşadıklarından edindiği deneyimleler romanlaştırması ayrıcalıklı bir gerçeğin okura sunulması olmuştur. Gazetelerden okuyup TV’den izlediklerimizle duyduğumuz söylenceler gerçeği ne denli yansıtır? Olayın bildiklerimizin ötesinde bilmediklerimizi de aydınlatası, aydınlanmacı gerçekçiliğin bir görevi olarak vurgulanıyor. Üretimin işçiden, büyük büyük (!) fabrikalara, dağıtım şirketlerinde, toptancısından, ucuza satanına değin yasaların boşluğundan yararlanılarak sömürüye dönüştürülmesinin romanı dersek yanılmamış oluruz.


Topluluk olarak yaşayan insanın Üretim, değişim, dağıtım, satım ilişkilerinde temel olarak hakça bir ilişki olmasının beklenmesi doğal sayılsa da; insanlığın baş sorunu kolay kazanç aç gözlülüğü olmakta gecikmez. Emek tüketmeden, ana malsız, çalışandan çalarak kazanç hırsı insanlığın kötü mayasıdır. Önlenememiştir, önlenemeyeceğe de benzer. Bir işlik işletmecisinin "Şu anda (2005 yılı) yaptığımız işlerle bir üretim yaparak ekmeğimizi kazanma derdinden uzaklaştık. Bu ürem sitesinde herkes birbirini tokatlayarak yaşama tutunmaya, köşeyi dönmeye çabalıyor. Çekle, senetle, erkek sözüyle(!) işleri döndürmeye çabalıyoruz. İyi niyetler sömürülüp iş yasal kanala taşındığında, yasaların boşluğundan yararlananlara gücümüz yetmiyor. Çözümü yasa dışı gövde gösterisinden, çetelerden, mafya ilişkilerinden bekliyoruz. Bizim mafya ilişkilerimizle çözmeye çalıştığımız sorunlarımızdan bile yararlanarak haksız kazanç sağlayan insan öbeği var. Sizin duyduğunuz öldürme, yaralama, kundaklama, kirinde yok olanlar canını ucuza satanlardır.” açıklamasını duyduğumda şaşırmıştır. Düzmece batmalar, ortadan yok olmalar, dağılan konut kooperatifleri, bankalara(!) kaptırılan paralar… Kültürden, aydınlanmadan, eğitimden, bilişimden aydınlık bir ülke yaratılacağına inan insanların düşleri hançerleyen olaylar sıradanlaştıkça toplumsal dinginlik, güven duygusu, geleneksel Ahi kavramı yara almakla kalmadı, tükendi diyor Sayın Cafer Öz, “ Üzgünüm Zaman Bitti” alaysayıcı romanında.


Romanın başkişisi (Engin Yılmaz) anlatıcı konumunda kendisidir. Birinci tekil kişiden anlatmanın sakıncalarını da göğüsleyerek; üremin, üretimin içinde olmanın, üretmenin, dağıtmanın, satışın, dolandırılıp cezaevine düşmenin denenmiş sonuçlarını sunar okura. Kurgusu büyük ölçüde yaşanmışlıklara dayanması bakımdan gerçekçi olmakla kalmıyor, aydınlatmayı da görev biliyor. Engin Yılmaz tipi için söylenebilecek tek bölümce:


Vurguncular sokağı, savaş sokağı arasına sıkışmış daraç sokağında bir toplumun insanı; Yolaç sokağına çıkmaya çabalarken; anka kuşlarının yerini almaya çalışan akbabaların aldığını öne çıkarır. “Üzgünüm Zaman Bitti” Toplum kesimlerinde hesaplaşmanın romanıdır. Romanın başlangıç, bitiş bölümceleri(Paragraf) arasındaki yol, gecikmiş te olsa haklı olanın öcünü almasının söylemi olmuştur. Betimlemeler; söylencelerden ( İda Dağı), doğa müzesinden (Tire sokakları, pazarı, işleyenleri, satanları, müzeleri), Ege’nin koyaklarında (B2 kapsamında talan edilmiş köy) kısa tutulmuştur. İnsan betimlemeleri, kişilerin tinsel durumlarını belirtecek denli kısa tutulmuştur. Konuşmalar olayı belirginleştirecek ölçüde, anlatılan kesimin düzeyine uygun olarak varoş dilinin söz dağarındaki argodan da yararlanarak verilmiştir. İç konuşmalar, gelişler- gidişler, sessiz düşünmeler, anımsamalar roman kişilerinin geçmişini yansıtır biçimdedir. Yansıtmalar salt ürem(Sanayi) insanlarının, tecimsel ilişkilerin bağlamında kalmamıştır. Kurgu zenginliği romanın temel zenginliklerinden birisidir. Yirminci yüzyılın son çeyreğindeki siyasal, kültürel, ekonomik koşulların; yirmi birinci yüzyılda da bitmediğini, daha da ölçüsünden çıkarak yozlaştığını vurgular. Vurgulamakla da yetinmeyip yozlaşmanın, soysuzlaşmanın toplumun temel sancılarından birisi olduğunu duyurur. Kurgusunu zenginleştirmek için, yozlaşmaya karşın direnen duygularımızın sancımasına şiire döker yer yer.


Sürem(zaman) olarak 21.yüzyılın başlarını temel alırken, 20.yüzyılın son çeyreğinden çağrışımlar duyumsatır. Geçmişimizdeki öğrenci eylemlerinden, yenidünya düzeninin yozlaştırdığı devrimcilerin liberal-dinci savrulmalardan umar beklediğini sezinler okur. Savrulma öylesine sert olmuştur ki, tecimsel soysuzluklarda adlarının anılmasından bilinçli okur tedirgin olur, üzüntü duyar. Olayların geçtiği yerler Batı Anadolu’nun üretimde, tecimsel ilişkilerde, sosyal ve kültürel konumda, gezmede-dinlenmede (turizm) önemli başarıları görülen illeri (Manisa, İzmir, Balıkesir, İzmit) çevriminde yansıtılır. Kurgudaki sağlam mantıksal bağlantı kişilerde, olaylarda, roman bölümlerinde açıkça görülür. Kahramanları usta bağlanmalarla romana girer, işlevi bitince de çıkarılır. Okur aykırılık, çelişki sezinlemez.


Ürem çalışanların, işlik ustalarının, satıcıların, aracıların kendi çevrelerinde oluşturduğu varoş dili vardır ki; öfke, yıldırma, korku, erkeklik ve maçoluk içeren sözcükler yoğunluktadır. Yazar, Türkçe sözcükleri seçmede özensiz mi davrandı yoksa ortamı yansıtmak için mi doğallığı seçti? Doğallıksa hoşgörümüzdür. Özensizlikse hor görümüzdür, Çünkü “…müstahak, takip, makbuz, teminat, tanzim, müteahhit, kumpas, aşikarken, mafya, hüsnüniyet, takipsizlik, tebessüm, had safa, tereddütsüz… ve diğerleri” sözcüklerin Türkçe karşılığı yok muydu sorusuna takılabilir okur. Alışılmış söz kalıbımız “ gördükleri örf ve adetlerini, gelenek ve göreneklerini kısmen yaşatmaktadırlar.(y-141)” hangi içimiyle uygundur? “Örf-adet/ gelenek- görenek” ilişkisinin düşünülmesi gözden kaçamaz. Oysa ilginç kurgu zenginliği sağlayan “.. Şimdi ise küresel güçlerin izni olmadan hiçbir şeyin yapılamadığını (y-24)”, “…12 Eylül mağdurlarından biri ( y-35)”, “…Taşeron üstü taşeron (y-41)”, “…Yatay büyüme her zaman sıkıntılıdır, kontrolü zor olur (45)”, “…Geldin mi lan? Komünist kafalı kapitalist ( 48)”, “…Ç.. malları piyasada gırla gidiyor. Bu fiyatlarla rekabet etmemiz mümkün değil. İnsanlarda bilinç de kalmadı (y-63)” tümceler imrenmemek elde değildir. Geldiği bölgelerden getirdiği; “…Abdal düğünden, çocuk oyundan usanmazmış (y-45)”, “…Ağaran başla ağlayan göz gizlenir mi?(y-47)” atasözlerini de öncüt almadan geçemedim. Okur kitlesini göz önüne alarak olayları anlatırken yazınsal kaygıları görmezden gelemeyiz. Sağlanan hızlı olay anlatımı, her kesim insanın kolayca anlayabileceği yalınlıkta süsüz, açıkça anlatılarak okur kitlesinin duyguları kitaba ustaca odaklanmıştır.


Sayın Cafer Öz, ülkemiz okurunun düzeyini çok iyi çözümlemiştir. Kimsenin oylumlu, üç boyutlu, IQ ve EQ’ dan söz açan, güzelduyumu(estetik), özeduyumlu ( empatili), yırlamalı-ırlamalı ( şiirsel-türküsel) romanları okumaya dayanmadığını biliyor. Gençliğin okudukları iyi gözlemlemiş. Marketlerde satışa sunulan sanal macera kitaplarıyla, bir şey anlatmayan, duygusal sömürüden para kazanmaya çabalayan yazarlarla, piyasacı yayınevleri ile karmaşıklaşan ortamla savaşım kolay olmasa gerek.


Başatlaştırılanların(!) egemenliğine karşın, doğru olanların, doğru gördüklerimizin de küçük oylumlu kitaplarla, katmanlı anlatılabileceğini, alçak gönüllü yayınevlerinin yardımıyla okurla buluşturulabileceğini, deneme ataklığını göstermiştir. Girişiminden akçalı beklentisi olmadığını kitabın içeriğindeki yola açıcı duruşundan sezinliyorum. TV, Uslu telefon, araba, sorumsuz yaşam fırtınasından okumaya süre ayırabilenleri, sıkmadan, polisiye akıcılığında-yolculuk romanı ılıklığında okutarak söylemini ileteceğine inanıyorum. İçten, sıcak, okuru saran romanından sonra, yenilerini beklemek hakkımın olduğunu söylersem sözüm has okurca anlaşılır sanırım. Okuduktan sonra “ Üzgünüm Zaman Bitti” mi demeliyiz yoksa insanın olduğu ortamdan umut kesilmez iyimserliğine kapılıp “ Kötü Zamanları Bitirmeye umutluyum” dememek gerekiyor. Sözü ve yetkinliği has okura bırakırken; başarısını ve kalıcılığının sürmesini diliyorum. Ödemiş; 01 Nisan 2018


&

  • Cafer ÖZ. Üzgünüm Zaman Bitti. Roman, Etki yayınları- 2017







9 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page