top of page
Yazarın fotoğrafıAkay Aktas

BİR AĞAÇ GİBİ HÜR YAŞAMA ROMANTİZMİ



Nazım Hikmet'in Bir Ağaç... Hülyası

İnsanlık tarihi boyunca hiçbir klan, kabile,toplum ulus millet… ağaç-bitki gibi hareketsiz, toprağa bağlı ve atıl durumdaki nebatatı özgürlük sembolü olarak almamıştır.

Çünkü özgürlük bir yere takılı olarak yaşamını idame ettiren ağaçta değildir.

Buna mukabil, şahin atmaca,kartal gibi havada süzülen,bir yerden bir yere rahatlıkla gidebilen güçlü ve yırtıcı kuşlarda görmüştür özgürlüğü. Güvercin, serçe bıldırcın da değil.

Nitekim hala çağdaş toplumlarda özellikle hava kuvvetlerinin sembolü olmuştur şahin ya da kartal.

F-16 ‘ya Savaşan Şahin adı verilmiştir. Güvercin değil.

Zaten güvercin barışın timsalidir. Ne özgürlüğün ne savaşın.

Burada asıl olan bizim halkımızın sorgulamadan düşünmeden meşhur ve etkili kişilerin her dediğini peşin peşin kabul etme gibi bir huyunun olmasıdır.

Hele bu Nazım Ustaysa ağaç HÜR OĞLU HÜR olur.

Yerinden kıpırdayamayan, başkalarının bakımına muhtaç olan ağaç hürrüyeti nasıl temsil eder ki.

Ve bir orman gibi kardeşçesine. Bu söz birinci bölümden daha romantik ve ütopiktir.Absürddür ve doğa yasalarına aykırı bir söylemdir.

Her vesile ile söylenir: Orman Kanunu mu geçerli. Burası orman mı,dağ başı mı.

Bunun anlamı açıktır. Doğa kanunlarını icra eder. Güçlü olan zayıfı ezer. Ortama uyabilen yaşar. Diğeri ölür.

Aslan ceylanı yer. Geyik otları. Şahin bıldırcını, bıldırcın böcekleri.

Büyük ağaçlar küçükleri gölgeler. Bastırır. Büyüyüp serpilmesine engel olur.

Sarmaşıklar, asalaklar, parazitler diğer canlılara sakız olup bedavadan hayatını sürdürür,

Bu hercü mercin neresinde kardeşlik vardır aklım ermez.

Nazım Hikmet’in bu benzetmesi hayalidir. Realiteye, taban tabana zıttır. Homojen yapılı bir çam ormanını ele alsak dahi oradaki ağaçlar türdeştirler, fakat kardeşçe yaşamazlar. Her biri yanındaki ağacın topraktaki suyunu, deyim yerindeyse gıdasını, ekmeğini çalar. Azotunu, sodyumunu, potasyumunu, demirini almaya çalışır. Güneşe doğru yükselir ki enerjiye ulaşsın. Ve bunu yaparken yanındakini gölgeler.

Nazım hikmetin buram buram hayal, duygusallık ve romantizm kokan bu hissiyatın temelinde dünya görüşünün temelsizliği yatar aslında.

Nazım Hikmet’in yaşadığı Türkiye tam anlamıyla bir tarım toplumuydu. Yüzlerce yıl savaşmanın getirdiği yıkılmışlık, acı ıstırap, ölüm-yıkım insanları daha çok tevekküle uhrevi dünyaya sarılmaya götürmüştür.

Ne fabrika vardır. Ne proletarya. Ne de turum trak makinalaşmak .

Olmayan bir işci sınıfının tam anlamıyla rüyamsı ve ütopik bir egemenliğini düşlemek.

Bu sol eksilik hala günümüzde yürürlüktedir. Çok zenginler vardır ama burjuva yoktur. Bol paralı köy kökenli insanlardır bunlar.

O nedenle Cumhuriyetin demokrasinin önemini bilmezler.

O nedenle gün be gün laiklikten uzaklaşıyoruz.

O nedenle emek yerine dua ile sorunlarımızın çözüleceği sanılıyor.

O nedenle çağdaş hukuk yerine ortaçağ şeriat kanunları tedavüle sokuluyor.Çünkü toplumda karşılık buluyor.

Başa dönersem ağacın özgür,orman yaşamının kardeşçe olamayacağını öngöremeyen büyük şairin romantizmi işte.

Ve 80 yıldır emekleyen bir Türkiye.

Ve Nazım’ın ağzına bakan kutsal ve tanrısal bir buyruk gibi sahiplenen,sorgulamayan,düşünmeyen SOL damgalı müritler.

Şeyhlerinin kerametine tapınan mürtecilerden ne farkları var,

Al birini vur ötekine.

27 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page