top of page
Yazarın fotoğrafıHasan Güleryüz

8. Yaratı Dünyasının Gizli Tutanakları

Güncelleme tarihi: 25 Ara 2020

/

soruşturma:YAZI ODASI

/





Yaratıcı yazarlık sürecinde yaşanan bu aşamaları hatırlayan yazarların sayısı pek fazla değildir. Genellikle karşılarına çıkan esinler ne hızla geldiyse bir kez algıladıktan sonra aynı hızla unutulup giderler. Yaratıcılık sürecini anlatmaktan kaçınan yazarlara pek sıcak bakmıyorum. Edebi eserlerin kurgulanmasına karşı duyduğum ilginin aslında meraktan doğduğunu, bu amaçla tahlil edilen eserlerden bağımsız olduğunu düşünüyorum. Kuzgun adlı yapıtımın hiç bir bölümü tesadüfi veya sezgisel olarak ortaya çıkmamıştır. Baştan sona kadar adım adım uyguladığım net, kesin, şaşmaz kararların alındığı matematiksel bir düşüncenin ürünüdür.

Kuzgun şiirini yazmaya karar verdiğimde ilk kaygım şiirin uzunluğuydu. Yapıt bir oturuşta okunmayacaksa, okurun dikkatini canlı tutamayacak demektir. Şiir, insan ruhunu derin bir şekilde etkileyerek onda duygu yoğunluğu yaratabildiği oranda şiirdir. A.Allan Poe

Felsefeciler, akademisyenler ve yazarlar her zaman için büyülü insanlar olarak görülür. Bu büyü daha çok bilinmemekten kaynaklanmaktadır. Bir insan nasıl düşünür, nasıl yazar, nasıl yaratır? Bu soruları okurlar, hatta diğer yazarlar da bilmez. Bu alan mahrem olarak görülür ve buralara ışık tutulmaz. Yazarın, düşünürün ortaya koyduğu eserden yola çıkılarak düşünme biçimi, olası kaynakları, çalışma yöntemi ortaya konmaya çalışılır. Yaratıcı bir insanın kim olduğu ve nasıl yarattığını ortaya koymak öyle kolay değildir. Bir insanın gelişim sürecini birçok değişken etkilemektedir. Aynı anne babadan doğan çocukların bile düşünme biçimleri, yaratıcı özellikleri birbirinden farklıdır. Kişinin bilinçaltının oluşması, etkilendiği, model aldığı insanlara duygusal bağlılıkları, gelişimin zamanı, eksiklikleri, kendini ifade etme biçimlerini elbette ki, etkiler.

Sizin kullandığınız dilde kim olduğunuz, bilerek kullandığını sözcük sayısı, metinde yakaladığınız ezgi, meydana getirdiğiniz estetik düzey söyler. Bir dili kullananların, o dilin müziğini, sözcükleri yerine, zamana, olaya göre değişen anlamlarını bilmeden kullanması, kişinin o dille ne kadar var olduğunu gösterir. Dil düşüncesini, dil felsefesini bize verecek masalcılarımıza, dilanne, dilbaba ve dilbilgelerimizi yetiştirmemiz büyük bir görevdir. U.Eco, yaratıcı bir alan olarak “Romanın sadece bir dil olayı olmadığını öğrenmiş oldum. Şiirde, sözcükleri çevirmek zordur, çünkü önemli olan, sözcüklerin birden çok anlama sahip olmalarının yanında, sesleridir de, içeriği belirleyen sözcüklerin seçimidir. Öyküde ise belirleyici olan, yazarın kurduğu evren ve evrende yaşanan olaylardır. Öyküde konuya hakim ol, sözcükler arkadan, şiirde sözcüklere hakim ol, konu arkadan gelir, gerçekliği var.”

Yazmak, Eco’ya göre yeni bir dünya kurmaktır. Evet, katılıyorum. Yazan kişi, kurduğu dünyanın ayincisi ve oyuncusudur. Orada günlerini geçirir ve bıkmadan usanmadan orada kalabilir. Eco, bana sorulan sorulardan biri de şudur: “Yazmaya başlarken aklınızda kabaca hangi düşünce ya da ayrıntı planı vardır? Ancak üçüncü romanımı yazdıktan sonra fark ettim ki, romanlarımın her biri bir imgeden öteye gitmeyen yaratıcı bir düşünceden doğup büyümektedir.” Yazar belli bir anlatı dünyası ve anlatım biçimini kurduktan sonra, sözcükler ve olaylar arkasından çağıldayarak gelir. Dereler, ağaçlar, kuzular, kurtlar konuşur, kurbağa kulağınıza sırlar fısıldar. Bu sırlardan hareketle, yeni araştırmalara girersiniz, yeni ve beklenmedik olaylarla karşılaşırsınız. Bu olayla bir yanda zihninizde gerçekleşirken, bir yandan da gerçek yaşamla bir şekilde bağ kurarsınız.

Ampirik bir yazar olarak, olaylara tanıklığın verilmesinin okurun metinleri daha iyi anlayabilmelerinden ziyade, her yaratıcı sürecin tahmin edilmeyen yönünü anlamalarına yardımcı olmaktır. Bir yazarın yaratıcı sürecini anlamak demek, metindeki bazı çözümlemeleri tesadüfen ya da nasıl işlediğini, farkına varılmayan tekniklerle ortaya nasıl çıktığını anlamak demektir. Yazarlar yazarken elbette kendilerine bir özgürlük alanı oluştururlar. Pek çok okur, konumları ne olursa olsun, kurmacayla gerçeğin arasındaki farkı göremiyor. Kurmaca karakterleri gerçek insanlarmış gibi ciddiye alıyor.


Dumas anılarında şöyle der: “Romancıların bir yanı vardır. Tarihçilerin karakterlerini öldürebilecek karakterler yaratırlar. Bunun nedeni, tarihçilerin yarattığı karakterler hayalet, romancıların yarattığı karakterlerin kanlı, canlı olmasıdır.”

Oysa olan bitenlerin arkasında yazılmayan “yasaklı, gizli ve gizemli bir tarih” vardır. Belki de tarihsel roman bu yasaklı alanlara pencere açma eylemidir. Öve öve bitiremediğimiz insanın mağara döneminden başlayan taştan av kaması yapmasından, son model silahlara uzanması bizim ‘kim’ olduğumuzun evrimsel öyküsüdür.

Okuma, tıkanan yazara soluk aldırır, ona yeni kapılar aralar. Büyük okuma, rengini gördüğü, ağırlığını tarttığı kütlenin hareketini, sesini, ısısını, dahası hızının artarak yanmasını ve kokusunu duymadır. Okunan metnin yeri, zamanı, mevsimi, kahramanların yapıp ettikleri yeni bir zihinsel haritadır. Bu anlamda Büyük Okuma Yazma: Ben de varım; çünkü, görüyorum, tartıyorum, anlıyorum, düşünüyorum, hayal kuruyor, kurguluyorum ve hepsinden farklı olarak diyorum ki diyebilme hakkını kullanabilmedir.” Bu yükselişle her okur ve yazar özgürleşirken taşımakta zorlanacağı bir sorumluluğun altına da girer.

Ceviz Ağacı’nı yazarken, en büyük esin kaynağım Herman Hesse’nin ağaç metni oldu. O yazıyı okuyana kadar ben ağacı bilmiyordum ve tanımıyordum. Ağaçlar için şöyle diyordu:

“Ağaçlar kutsal varlıklardır. Onlarla konuşmasını, onları işitmesini bilen, gerçeği de yakalar. Onlar öğretiler ve hazır reçeteler öğütlemezler. Onlar bireyi dikkate almadan, yaşamın en eski yasasını vaaz ederler. Bir ağaç ise şöyle diyor: İçimizde bir öz kıvılcım, bir düşünce saklı, ben ölümsüzlüğün yaşamıyım,” ifadeleriydi.

İnsanın okuması, görmeye, kendisiyle konuşmaya, olaylar arasında üç zamanlı bağ kurmasıyla başlamasıdır. Olan bitene bakarak, olacak olanları görmesi, anlaması sessiz okumadır. Yazı denen seslerin şekillerine bakarak, art arda dizilmiş şekilleri okuyarak çözmesi ya da yazması ardışık olarak işleyen bilişsel bir eylemdir. Söylenen bir cümleyi şekillerle kaydetmek, kalıcılaştırmak insanlığın otuz bin yılda öğrendiği avcılık, toplayıcılık, ekicilik sanatının fark etmeden resimlerle kaydıdır.

Yazarlık okulu, yaratıcı yazarlığın yukarıdaki süreci kapsamı mümkün mü? Bir konu öğretilip, bir üretime dayalı olarak planlanırsa elbette zanaatçı olur. Berberliğin, nalbantlığın ve demirciliğin öğretimi gibi bir iş. Yaratıcı yazarlık bir anlamda memur, memure yetiştiren daktilo kursları vardı. Elbette küçümsenecek işler değildi.


15 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page