top of page
Rahim GÜR

ÇOK DİLLİ TOPLUMLARDA

Güncelleme tarihi: 12 Oca 2021


Üç mevsimi Türkçenin az duyulup yazıldığı diller mozaiğinde yaşarsanız 26 Eylül Dil Bayramı-Dil Devrimi daha da önem kazanır Türkçe tutkunu gönüllerde. Yetmiş bir dilin oluşturduğu donuk mozaikte görülen ana yapıştırıcı- çatı dil İngilizce- Fransızca – Felemenkçe olunca öteki diller donmuş, ölmüş mü oluyor?


Konuşanları, yazıp okuyanları yok olmadıkça dillerin yok olmayacağına ama giderek sönüp ölü diller gömütüne gideceğini düşünüyorum. Konuşanları yok olsa da yazılanlar kaldıkça kalıcıdır. Sorunun temelinde konuşulan dilin okunup yazılabilmesi, abecesinin olması, yazaçlarının (imce) saptanıp kalıcılaşmasına dayanıyor. Yeryüzünde konuşulan dillerden IBIHÇA son konuşanı da ölünce ölü diller gömütüne gitti diyemiyoruz. Yirmi beş yıllık bir emek sonunda Fransız dil bilimci abecesini ve sözlüğünü yazılı dile kazandırdı ama okuyup yazanı kalmadı. Belki bir gün bilseyeni çıkar da okur sözlüğü. Dilin konuşanının olması, yazılıp okunması, dilde yayın yapılması önemli bir etmen olmaktadır. Ün, im, söz, arasındaki bağlantı yaşamsal dil kaynağı olmaktadır.


Önce söz vardı ama söz olarak uçar gider, hangi süremde ünümüzü elimizle taşa, kayaya, beze, kâğıda kazırsak ; gören de yazıdan ünü çıkarırsa dil ölümsüzleşir. Yoksa Hun, Göktürk, Uygur, Soğdca, Türkçesinin izini nasıl sürerdik? İnsanların ünü ime çevirdiği anda dil/ uygarlık başladı demektir. Dil üst akıllarca armağan edilmez, insanın usunu ve el becerilerini kullanabildiğince yarattığı uygarlık ışığı olarak belirginleşti. Dilin yaratılmasında yaşanan topluluk denli ana-baba, yakınlarımızın özgün emeği unutulmamalıdır.


İnsanlığın sözlü anlatımı sürem içinde ağır değişir. Yazılı anlatımda imler, dil bilim, söz dizimi toplumun istemleri doğrultusunda daha kolay değişimlere uğrar. Burada etkin olan toplumu yönetenlerin akçalı çıkarlar, egemenlik sağlamada dinler denli dilleri de silah olarak kullanmasıdır. Çağımızın anamalcı toplumları insanları dillerinden tutsaklaştırarak tek dil/ resmi dil/ çatı dil özeğinde para-din ereğinde mozaikleştirme çabasındadır. Buradan varacağımız sonuç dilin sınıfsallaştırılmasıdır. Çok dillilik, mozaikleştirme durumunda az konuşulup yazılan dilin özellikleri-özgünlükleri yitiyor mu? Dillendirilenleri yaşadıkça hayır. Çok dilli toplumlarda kamusal alan/resmi dil, değişik topluluklarca değişik ağızlarda, aksanlarda konuşuluyor. Çinli yurttaşın konuştuğu İngilizceyi / Fransızcayı Filipinli, Pakistanlı anlamakta ve konuşmakta zorlanmasa kısa bir süre sonra anadiline dönme zorunluluğunu duyumsamazdı sanırım.


Çatı dilin- Resmi dilin devlet kuran dil olması ön koşul olarak benimseniyor. Doğrudur. Türkçe olmasa Türk devletleri günümüze değin yaşamayacaktı. Devleti kuran ulusun/ulusların kuruluş aşamasındaki çabaları, çevresindeki öteki topluluklarla anlaşabilmesi için savaşa bile tutuşulmuş, güç günler yaşanmış, bir birlik sağlanmıştır. Birliği sağlayıp devlet örgütlenmesini sağlayan sınıfın dili ile yapılan anlaşmalarla varlık bulmuştur. En doğal hak da kurucu ulusun dili olacaktır. Uzun yıllar İngiliz- Fransız- Avrupa sömürgesi olarak yaşayan Kuzey Amerika topluluğu 1867’de Kanada devletini kurarken çatı dili olarak İngilizce- Fransızca üzerinde anlaşmış kamusal alanı da bu dillere göre örgütlemiştir. Devletin resmi dili Vikingce, unuitçe olacak değildi her halde ! Kanada devleti ülkede konuşulan dillere yasaklama getirmemiş, okunup yazılması, kullananlarca öğrenilmesine ket vurmamıştır. Çin, Japon, Kore, Urduca, Arapça, Türkçe olarak işyeri askılıklarının varlığı, yayın yapması bunun kanıtıdır. 1842-1852 yılları arasında 110 bin Çinli Kanada’ya getirilir. İşgücü gereksinimi olan çiftliklere dağıtılırlar. İşgücünden yararlanılırken iletişim kurabilmek için Çinli göçmenlere İngilizce /Fransızca öğretecek kursların, okulların açılması da unutulmaz. 1867’de Kanada devleti kurulurken vardılar ama devlet kurucu değillerdi. Günümüzdeki Çinliler o yıllarda gelenlerin torunlarıdır. Çince askılık, kitap, gazete görürsünüz her alanda, iş yerleri açılmıştır. Çok konuşulan üçüncü dil konumunda ama resmi din olamamıştır. “Çince eğitim hakkı isteriiiiz! “diyen de yok.


Ulus devlet olamamış, devlet kuramamış toplumlarda çatı dil ile yaşamını sürdürmesi aşağılanacak bir durum değildir. Çatı diller öteki dillerin de yaşamasına, öğrenilip, yazılmasına olanak sağlamalıdır. İnsancıl ve demokratik devletin olmazsa olmazıdır bu kural. İkinci konumdaki dillere yaşama hakkı tanınmaması demokratik toplumlara değil dikta toplumlarına özgüdür. Diktatörler ve dikta düzenler, kitleleri dil ve din ayrıcalığında düşmanlaştırarak çatıştırdıkça kendi erkini sağlamlaştırır. Özünde erkini sağlama almayı amaçlayan, akçalı toplum düzeninde kolayca büyüyüp dünya egemeni olma savında olan devletlerin ereği; etkisi altına almayı amaçladığı devletlerin Ulus devlet yapılarını yıkarak kolay sömürülür duruma getirmektir. İşin ilginç yönü kendi ülkelerinde de giderek ulus devlet olma çabasındadır. Her yerde ve alanda Kanada bayrağının göz önünde olmasını çok düşündüm. Hiçbir dile ve ulusa iyelenip sokaklarda “gösteri yapan… Anadilde eğitim… Özgürlük… barış… özgür ülke… İsteyenini” görmedim. Gösteri yapsa da ilgilenen bile olmuyor. Demokrasi, Anaysa, yasalar her dile ve etnisiteye eşit uygulanıyor.


961 yılından bu yana hiçbir Avrupa ülkesi Türk göçmen çocuklarına Türkçe eğitim veren okullar açmadı. Açtığını savlayanların açtıkları kurs, okul ve yüksekokulların da hangi dinsel toplulukların gelecek amaçlarına yönelik olduğunun gerçeğini gördük ve görmeyi de sürdürüyoruz. Ağızlara sürülen bir parmak bal yandaş yaratma kaygısındandır düşüncesindeyim.


Son yıllarda ulus devletlerin yok edilmesi çabalarında, halkın dillerinden tutsak edilerek dönüştürülmesine, değiştirilip sürüleştirilmesine çabalanıyor. Devletlerin toplumsal düzenlemelerinde Anadilde eğitim-öğretim hakkı kolay kolay verilmiyor. Devletlerin varlık sorununda sakınca yaratacağı kırmızı çizgisnde duruluyor. Bu durumda, Ana dilin görevi ne olmalıdır? Ana dil üzerine düşen görevini sağlıklı ve tam olarak yerine getirmelidir. Çatı / Devlet kural dil olarak varlığını sürdüren TÜRKÇE’nin yaşaması yaşamsal zorunluluktur. 26 Eylül 1932 tarihinde Türk Dil Kurumu’nun kurulması, Dil Devrimi bir baskı ve sindirme girişimi değildir. Ülkede konuşulan dillerin gelişip yayılmasına kaynaklık eder.


“ …Türkçe bilgiyi ulusa yayarak feodal derebeylik düzenin gücünü yitirmesini sağlamış, halkı görece özgürleştirmiştir. Dil devriminin başat sonucu sınıfsaldır. Her budunsal dil başat insan hakkıdır, saygındır, korunmalıdır. Koruma; yazmak, halkı özgürleştirmek, ürem ve bilişim koşullarına ulaştırmakla olur. Çatı dil (ortak dil) bütün ulusları kapsamalıdır.*…” (Günay Güner. Devlet Kurucu Dil. Türk Dili Dergisi- 253-259)


Türkiye Cumhuriyeti’ne, Kurucumuz Mustafa Kemal Atatürk’e, Devrimlerine ucuz saldırılar yoğunlaştıkça Cumhuriyet Devrimlerini daha derinlerden okuyup inceleme ve savunabilmek için tek yolumuz dil ve bilimle donanmaktır. Dil ve bilimle donanmamızı sağlayan Türk Dil Devrimini gönül borcumla kutlarım. 05 Eylül 2017

  • Tmolos Edebiyat Dergisi. S:66. S,13



Etiketler:

20 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page