top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Belgrad İzlenimleri-3

Güncelleme tarihi: 9 Ara 2020


/

TİTO’NUN KABRİ ÖNÜNDE

*

Kafkaslar gibi Balkan Yarımadasında da birçok millet yaşıyor. 1990’da Sovyetler Birliği dağılıp da Kafkaslardaki milletler yeniden kendi bağımsız devletlerine dönünce Türkiye’deki öğrencilerden birinin kaygıları bir fıkraya konu olmuştu. Çocuk demiş ki “Şimdi coğrafya dersinde hapı yuttuk! Mevcut devletlerin adını ezberleyemiyorduk, şimdi yeni çıkan devletlerin adını da ezberlemek var.”


Aynı şeyi Yugoslavya için de söylemek mümkün. Burası tarih boyunca değişik dillerin, dinlerin ve uygarlıkların buluşma yeri olmuş. Yerleşik toplulukların tarihi MÖ 7.000-3.500 yıllarına uzanıyor. Kuzey’den inen bazı topluluklar ise toprağa yerleşip çiftçilik ve hayvancılık yapmaya başlamışlar. Öne çıkan halklar İlliryalılar, Daçyalılar, Makedonlar, şu bizim Trakya’ya adlarını bırakan Traklar. Rusya bozkırlarından MÖ 3.500’lerden başlayarak gelenler Attila gibi ülkeyi yağmalayıp gitmiş. Slav istilası 5. Yüzyılda başlamış. İlk gelenler Slovenler. Ulah ve Arnavutlar daha eski yerleşimcilerden. Bunlar zamanla birbirine akraba ama farklı millet olmuşlar. Uygarlıklarında hem Batı’nın, hem Doğu’nun izleri var. Gotlar, Hunlar, Bulgarlar, Avarlar, Roma, Bizans, Osmanlı… Yerli prens ve krallıklar kurup birbirleriyle mücadele etmişler. Dalmaçya kıyılarına Venedik el koymuş. İlk Sırp devleti MS 850’de kurulmuş ve Bizanslılarla Macarların ve Bulgarların hâkimiyet mücadelesine konu olmuş. İstanbul’un Osmanlılar tarafından fethedilip Bizans devleti tarihe karıştıktan 10 yıl sonra (1463) Sırbistan’ın fethi tamamlanmış.

Bosna, halkının Müslümanlığa girmesi nedeniyle Osmanlıların bölgede dayanağı haline gelmiş. Müslüman olanların devlet yanında itibarı artmış ve bu durum Sırpların onlara hain işbirlikçi gözüyle bakmalarına neden olmuş. Son Sırp-Bosna savaşında Sırpların bu tarihî kinlerinin büyük etkisi olduğu söyleniyor. Bosna Savaşı sırasında buraya bir gezi yapan ekip içindeki Prof. M. Tahir Hatiboğlu o zaman yazmıştı.

Fransız İhtilalinin bütün milletlere aşıladığı hürriyet ve bağımsızlık bilicinin Osmanlılardan önce buradaki, milletleri etkilediği anlaşılıyor. 1557’de Sırp Patrikliği kuruluyor ve ulusal bilinç oluşmaya başlıyor. 1699 Karlofça anlaşmasından sonra bölgede zayıflayan Osmanlı egemenliğine karşılık Sırp ayaklanması 1787-1791 yıllarında olmuş. Kara Yorgi önderliğinde özerklik isteyen ayaklanmanın tarihi ise 1804. 1815’te yeni bir ayaklanma patlak veriyor ve Milas, Sırbistan prensi oluyor. 1830’da tam özerklik sağlanıyor. Biryandan da ulusal kimlik oluşturma çabası sürüyor. 1830’larda ilk gazete yayımlanıyor. Artık Sırpları bağımlı bir millet olarak tutmanın imkânı kalmamıştır. Buna rağmen Osmanlılar 1903’teki genel ayaklanmayı bastırıyor.

-Tito ve Sırp Tarihi Müzesinin girişi-

OLMAYACAK DUAYA ÂMİN DEMEK…

(Belgrad izlenimlerinin ilki olan “500 Yıllık Tecavüz”ün yarattığı tartışmaya da yollama yaparak şimdi burada açıkça soralım: “Siz Osmanlı padişahı olsanız Sırp bağımsızlıkçıları bastırıp burasının Osmanlıya bağımlı kalmasına mı çalışırdınız, yoksa olmayacak duaya âmin demekten vaz mı geçerdiniz?” Olaya bir de öteki taraftan bakalım: Bir Sırp olsaydınız, “Biz bağımsız olmayalım, bizi Osmanlılar yönetsin?” mi derdiniz? Bu soruya vereceğiniz yanıt, çok önemlidir ve sizin Türkiye’nin ve insanlığın geleceği için de ne düşündüğünüzü gösterir…)

Daha sonraki yıllarda köprülerin altından epey boz bulanık seller de akmış. Osmanlıların 1912-1913 Balkan Savaşında feci yenilgisinden sonra Sırbistan tam bağımsızlığına kavuşmuş. Bilindiği gibi 1914’te bir Sırp milliyetçisinin Avusturya veliahdını öldürmesi Birinci Dünya Savaşı’nı başlatan bir kıvılcım olmuş. Savaştan sonra 1920’de Sırp-Hırvat-Sloven Krallığı kurulmuş. Kurucu Meclis seçimlerine etnik temelli 15 parti katılmış. Avrupa’da faşizmin yükseldiği 1929’da I. Aleksandar “Ben ülkeyi tek başıma yöneteceğim” diyerek meclisİ dağıtmış. İkinci Dünya Savaşı’nda (1941) Alman faşistleri ülkeyi istila etmişler. Krallık yenilmiş ve parçalanmış. Kukla bir hükümet kurulmuş, faşist Hırvatlar, Sırplara soykırım uygulamışlar.

Sırp Komünist Partisi, Mareşal Tito önderliğinde direniş hareketi başlatmış. 1943’te geçici bir hükümet kurmuşlar. 1944’te de Belgrad’ı ele geçirmişler. 1945’te yapılan seçimler, Komünistlerin önderlik ettiği Halk Cephesinin zaferiyle sonuçlanmış.


-Sırbistan Millet Meclisi Önünde-


BAĞIMSIZLIK BİLİNCİ

Mareşal Tito önderliğinde kurulan Yugoslavya, merkezi Moskova’da olan Komünist Enternasyonal’den çıkarak bağımsız bir politika izlemeye başlamış, merkezî planlama yerine de özyönetim adı verilen ve sendikaların yönettiği rekabetçi bir yönetim biçimini uygulamaya başlamış. Yugoslavya artık Amerikan ve Sovyet paktlarının dışında Bağlantısızlar Hareketi’nin de en prestijli ülkesidir. Ülke hızla kalkınmaktadır.

Tito, 1980’de ölüyor. Ardından Sovyetlerde bozguna paralel olarak Yugoslavya devleti dağılmaya başlıyor. Bosna-Hersek, Hırvatistan, Makedonya, Slovenya, Karadağ peş peşe ayrılınca Sırbistan tek başına kalıyor. Ardından Bosna’nın da ayrılmak istemesi Sırpların tepesini attırıyor. Bir zamanlar kendilerine gösterilen tahammülsüzlüğü bu kez onlar Bosnalılara karşı gösteriyorlar. Olmayacak bir duaya âmin diyerek Bosna’yı elde tutmak için katliamlar yapıyorlar. NATO müdahale ediyor. Sırbistan’a bombalar yağdırıyor. Sırplar, televizyon binasında ve Savunma Bakanlığındaki bu yıkıntıları uğradıklarını düşündükleri mağduriyetin anısı olarak koruyorlar. Meclis binası önünde çok uzun bezin üzerine bu savaşta “şehit” olan yüzlerce Sırp’ın fotoğrafı yerleştirilmiş.

Belgrad’da geniş bir parkın yüksek yerinde Tito için bir sade mezar yapılmış. Kapalı alanda ona sunulan hediyelerden oluşan bir sergi, aynı mekânın öteki duvarında ise Sırbistan tarihini anlatan görseller var. Günümüzdeki Sırp Hükümeti Türkiye hükümetine benziyormuş. Bu nedenle Tito için bu müzeyi hükümet değil, bunun için kurulmuş bir vakıf yönetiyor.

Müzenin girişindeki danışmada çeşitli hatıra eşyalardan yalnız 3 Türk lirası değerinde bir tükenmez kalem aldım. Tito’yu düşünerek ve onun yalnız Yugoslav halkları için değil, dünya halkları için de taşıdığı önemi hatırlayarak…

Şu soruyu herkes gibi ben de kendime çok sormuşumdur: “Yugoslavya’nın ve Sovyetler Birliği’nin dağılması ve birlikte yer alan milletlerin kendi bağımsız devletlerini kurması iyi mi, yoksa kötü mü olmuştur?” Yanıtım da şudur: “O milletler nasıl yaşamak istiyorlarsa bırakın öyle yaşasınlar. Zorla güzellik olmaz! Her millet şöyle evindeymiş gibi ayaklarını uzatıp rahatça türküsünü söyleyebileceği bir ülkeye sahip olmak istiyorsa kim ne diyebilir ki?” (4 Ocak 2018)


5 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page