top of page
Süleyman Reis

On Binlerin Dönüşü ve Trabzon

Güncelleme tarihi: 17 Eki


ANABASİS

*

Xenophon













Süleyman REİS

 

ANABASİS'de Trapesus’a varış şu cümlelerle başlıyor:

Buradan sonra, iki günde yedi parasang yol giderek Trapezus’tan denize vardılar. Burası Sinope’nin kolonisi idi. Pontos Eukseinos kenarında ve Kohlar’ın memleketinde kurulmuştu. Helenler burada, Kohlar’ın köylerinde 30 gün dinlendiler. Ve buradan Kohlar’ın memleketini yağmaladılar. Trapesuslular onlara satılık yiyecek arz ettiler. Onları şehre aldılar ve sığır, un, şarap gibi hediyeler verdiler. Komşularla dostluk ahdetmeleri için aracılık yaptılar. Bunlardan da dostluk hediyesi olarak sığırlar geldi.(Anabasis s 151)

Bölgemizle ilgili bilinen bu en eski yazılı kaynakta orijinal anlamıyla ifade bulmuş olan PONTOS kavramı günümüz yorumlarına açıklık getirecek nitelikte olması bakımından oldukça önemlidir. Her nedense, bugün, Pontos denince Rum, Rum denince de akla Egenin karşı kıyısı gelmektedir.










Eğer biraz dikkat edilecek olursa, bu kavramdan böyle bir anlam çıkmamaktadır. Zira, Xenophon, kurucularını belirtmeden, açık ve net bir ifadeyle; ‘Trapesus Kohların memleketinde ve Pontos Eukseinos kenarında’, yani, ‘Karadeniz kenarında kurulmuş bir şehirdir ‘demektedir.

Pontos sözü Karadeniz’in mitolojik adıdır. Coğrafi bir kavramdır ve tek başına Karadeniz anlamına gelir. Zamanla, Sinop’tan Karadeniz’in doğusundaki kıvrımın ortalarına kadar olan sahanın siyasi adı olmuştur. Helence değildir. Helenler bu mitolojik Pontos adına Eukseinos sözünü eklemek suretiyle Karadeniz’i PONTOS EUKSEİNOS olarak ifade etmişlerdir. Eukseinos sözü misafirperver anlamına gelir. Bu, kimilerince Karadeniz’in, kimilerince de yerel kavimlerin haşin karakterini anlatmak için kullanılmış ironik bir ifadedir.











Bu paragrafta üzerinde durulması gereken bir diğer husus, "Burası Sinope’nin kolonisi idi" ifadesidir. Sinope merkez olmak üzere Amisos, Kotyora, Kerasus ve Trapesus Sinope’ye bağlı birer kolonidirler. Koloni kurma faaliyetleri ilk M.Ö. 750-650 yıları arasında başlamış, ancak sınırlı sayıda kalmıştır.

Koloni kurma çalışmalarının ikinci evresi M.Ö.650-550 yılları arasıdır. Bu dönemde onlarla, belki de yüzlerle ifade edilecek sayıda koloni kurulmuştur. Küçük küçük şehirler, şehir devletleri ve milletler Akdeniz’in ve Ege'nin dört bir yanını doldurmuştur. Sicilya, Kıbrıs, Rodos, Girit başta olmak üzere birçok adada; Adriyatik ve Ege Denizi kıyılarında, Tekirdağ, Marmara, Karadeniz sahillerinde, Azak Denizinin iç ve en uç noktalarında sayısız koloni kurmuşlardır. Trabzon'da, kısaca özetlenen bu muazzam geniş coğrafyada kurulmuş olan yüzlerce koloniden biridir. Onu, İtalya, Fransa, İspanya, Libya, Mısır, Suriye ve Karadeniz sahillerinde kurulu diğer kolonilerden farklı kılan her hangi bir özelliği ve ayrıcalığı yoktur.


Henüz Helen birliğinin kurulmamış olduğu bu dönemlerde en büyüğü dört beş bin kişiden oluşan bir kent devletinin veya bir toplumun denizaşırı uzak yerleri iskân edip oralarda yeni şehirler kurması; tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayacak iş gücünü oraya aktarması, ticaret ve denizcilik faaliyetlerini gereği gibi yürütebilmesi için eleman ayırması, orada güvenliği sağlayacak bir güç oluşturması, sayısal olarak, akla ve mantığa çok da uygun bir görüş değildir.










-Salihli Sard'ta başlayan Onbinlerin Yürüyüşü gene aynı yörede sona erecektir-

Sadece Miletliler’in 90 kolonisi olduğu bilinmektedir. Milet, Menderes ırmağı ağzında kurulmuş bir Anadolu kentidir. Tüm Miletliler; yaşlı-genç, kadın-çocuk bu 90 koloniye paylaştırılacak olsa koloni başına ancak 30-40 kişi düşer.


Koloniler, sanılmakta olduğu gibi denizaşırı ülkelerden gelip iskân edilen yerler değil, aksine, yerleşik nüfusu yoğun ve ekonomik potansiyeli yüksek olan yerlerde, yerel egemenlerin vergi karşılığı, uzak diyarlardan gelmiş gemici ve tüccarlara tanıdığı imtiyaz sonucu kurulmuş bir ticari sistemin adıdır. Tek cümleyle, kolonilerin kuruluş nedeni, siyasi hâkimiyet değil, ticari faaliyettir.

Kitabın sondan ikinci paragrafının sonlarında, Büyük Kralın (ki bu Pers İmparatorudur) şehirlerinden geçmiş olduğumuz valilerin adları şunlardır(s 277) diyor. Bunlardan bir tanesi de Kapadokya’da Mitradet’dir. Bu Mitradetler, bu tespitin yapıldığı tarihten yaklaşık 100 yıl sonra, Pontos Krallığını kuracaklardır. Belli ki Mitradetler bu bölgenin yerli ve saygın bir ailesidirler. Komana, Pontos Krallığının, özellikle ekonomik anlamda, önemli bir şehridir ifadesi, daha önce Pers asilzadesi olarak verilen Mitradetler’in Kuman asıllı oldukları varsayımını akla getirmektedir. Tokat şehrinin dokuz kilometre yakınında ve halen arkeolojik çalışmaların sürdürülmekte olduğu Komana’nın antik bir Kuman şehri olduğu belirlenmiştir.


Mitradet’in valisi olduğu bölge Pers İmparatorluğunun 19. Satraplığıdır. Bilindiği üzere Pers İmparatorluğu satraplık düzeni ile yönetilirdi. Satraplık bir çeşit eyalet, Satraplar da genişletilmiş yetkilere sahip bir çeşit eyalet valisidir. İskender’in meşhur Asya seferi esnasında bu satraplık anlaşma yolu ile İskender hâkimiyetini kabul etmiş ve İskender orduları bu bölgede Sinop’tan doğuya geçmemiştir.


İskender’in ölümünü takibeden dönemde muazzam imparatorluğu generalleri arasında paylaşılırken Mitradet Hanedanından olan Satrap, Kapadokya’nın bir bölümünü de içerisine alan bu sahada Pontos Krallığını kurmuştur(M Ö 298-63). İlk başkentleri Amasya’dır. Amasya vadisindeki kaya mezarları ilk dört Pontos Kralına aittir. Daha sonra, Sinop fethedilince başkent oraya taşınmıştır.

Pontos Kralı V1. Mitraded’in Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan Romalılara karşı verdiği kanlı ve çetin mücadele insanlık tarihinin mühim hadiselerindendir. Roma’yı can düşmanı bilmiş, onlarla yaptığı uzun süreli savaşlarda müşkül duruma düşmüş ve damadı olan Ermeni kralına sığınmak zorunda kalmıştır. Giresun yakınlarında bir kaleye sakladığı ailesinin, Romalıların eline geçmemesi için, ölüm şeklini kendileri seçmek üzere katledilmelerini emretmiş olması tarihin en trajik hadiselerinden biridir. Ne acıdır ki, bugün hala bunlara, aslen Romalı anlamına gelen Rum demeye devam edilmektedir.


"

Mahmut Goloğlu’nun Pontos Krallığı ile ilgili kullandığı heyecan verici bir başlık vardır: ANADOLUNUN MİLLİ DEVLETİ PONTOS. Bu ifade, on cilt kitapla anlatılacak kadar anlam yüklü bir ifadedir. Bir hakikat tek bir çümleyle ancak bu kadar etkili anlatılabilir. Evet, Pontos Krallığı Anadolu evlatlarının kurduğu ve başka milletlerle hiçbir organik bağı olmayan Anadolu’nun gerçek milli devletidir.

"


Kitap şu cümlelerle bitmektedir: Karduklar, Skaylebler, Kaldieliler, Makronlar, Kohlar, Mosinekler ve koitler bağımsızdırlar ve kendi kanunlarına tabidirler. Paphlagonya’da Karylas, Bithynia’da Pharnobazos ve Avrupa Thrakia’sında Seurhes hükümdardı(S 277).



Özellikle Trabzon çevresinde yerleşik Kafkas kökenli bu yerel kavimler, yabancı egemenlere boyun eğmeyen, hareketli, yerinde duramayan, vur kaça, talana meraklı kavimlerdir. Pontos Krallığını yıkan Roma düşmanlığını, Trabzon Krallığı dönemine kadar, yaklaşık 12 asır, hiç eksiltmeden, nesilden nesile aktarmak suretiyle yaşatmışlardır. Bir yandan da, asırlar boyunca Romanın ve devamında Bizans’ın korkulu rüyası olmayı sürdürmüşlerdir. Bir türlü denetim altına alınamayan bu kavimlere bu asi özelliklerinden ötürü, haydut- eşkıya anlamına gelen TZAN/SAN/ ÇAN denmiştir. Bu gün Samsun‘da yaşatılan CANİK adı merkezi otoritelerin mücadele ede ede batıya attığı bu asi kavimlerden gelmektedir.


İlyas Karagöz’ün, Gaiadan Karadeniz Uşaklarına adlı çalışmasında haşin karakterli bu yerel kavimlerle ilgili Romalıların uygulamış oldukları ibret verici bir tespit vardır: ‘Çevredeki Romalıları yağmalamakla ve hırsızlıkla geçimlerini sağlarlardı. Çünkü onların memleketleri besi maddelerini üretecek nitelikte değildi. Bu nedenle, Roma imparatorluğu her yıl bunlara belli bir miktar parayı ödemekle yükümlü idi. Ödeme şartı ise, çevrelerini yağmalamama şartı idi. Ama bu insanlar atalarından miras kalmış yağmalama yemini gereğince yine de yağmalamaktan vazgeçmezlerdi. Ermeni ve Bizanslılara yaptıkları ani hücumlar kayıplara sebep olur, bu ani hücumlardan sonra yurtlarına çekilirlerdi. Rastlantı olarak, bir Roma askeri birliği ile karşılaştıklarında onlara saldırır, mağlup ederlerdi. Yaşadıkları yerlerin sağlamlığından boyunduruk altına alınamazlardı"(S 20).


Bu arada, bölgedeki Roma hâkimiyetinin birkaç garnizon ve stratejik önemi nedeniyle elinde tutmaya çalıştığı Trabzon şehrinden ibaret olduğu bilinmelidir.


Bizans döneminde de bu insanlar ne vergi verir ne de bir görev üslenirlerdi. Yine İlyas Karagöz’ün aynı adlı çalışmasında Jüstinyen’in, bu insanları kazanma adına yaptığı tarihi uygulama ile ilgili şöyle bir tespit vardır: ‘Bizans İmparatoru Jüstinyen(518-527) bunlardan çok korktuğundan aklına şöyle bir çare gelir. Tzanlar’ın memleketi yolsuz, her tarafı uçurumlarla çevrilmiş, çoğunluğu ormanlarla kaplı olduğundan, önce bu insanlarla bağlantı kurabilmek için yollar yaptırılır, bu yolsuz yerlerle iletişim kurulur. Böylece bu vahşi, haşin, kendi içlerine dönük, dünyadan haberleri olmayan, kendi başlarına vahşi hayvanlar gibi yaşayan bu insanlarla ilişkiler kurulur. Dış dünya ve komşuları ile ilişkiler kurulduktan sonra yörede kiliseler, kaleler yaptırılır. Kalelere askeri kuvetler, kiliselere din adamları yerleştirilir. Böylece çok tanrılı bu insanlar Hıristiyanlaştırılır. Tanrıtanımaz bu insanlar Allah’a dua etmeye, Allah’ın rahmetine sığınmaya davet edilirler(S 21).


Tabiri caizse, Roma ve Bizans’a dünyayı dar eden yöre halkının 1204 yılında Trabzon Krallığını kuran Komnenler’e hiç sorun çıkarmadıklarını görmekteyiz. Güneyde Gümüşhane bölgesi ve Termeye kadar olan sahil kesimi Komnenler’e sorunsuz itaat etmiştir. Paflogonya olarak bilinen Ortakaradeniz kesimi ise Komnen ordularına katılmak ve onlara her türlü yardımı sağlamak suretiyle Trabzon Krallığının hâkimiyetine girmiştir. Komanlarla ilgili kapsamlı bir araştırma yapmış olan İlyas Karagöz’e göre bunun nedeni, Komnenler’in Kastamonulu bir Koman aileden gelmelerindendir.


Bizans İmparatorluğunu 21 hanedan yönetmiştir. Bunlardan iki hanedan orta ve güney Avrupa kökenli, diğer 19 hanedan ise Anadolu kökenlidir. Anadolu kökenli hanedanlardan biri de Komnen Hanedanıdır(1081-1185). İstanbul’da 1185 yılında çıkan büyük ayaklanmadan kaçan hanedan mensupları, 1204 yılında Katolik Latinlerin İstanbul’u işgal etmeleri nedeniyle İmparatorluğun çeşitli yerlerinde krallıklar kurmuşlardır. Bunlardan en çok bilinenleri İznik Krallığı, Trabzon Krallığı ve Adriyatik kıyılarında kurulmuş olan Epir Despotluğudur. İznik Krallığı daha sonra İstanbul’u geri almış, ancak Trabzon Krallığı kardeş krallık olarak varlığını 1461 yılına kadar sürdürmüştür.


Bölge halkının Komnenlere itaat etme nedeni belki de, aynı soydan oldukları görüşü ile birlikte, yaklaşık 12 asır yüreklerinde taşıdıkları hasreti bitiren Komnenler’in, Mahmut Goloğlu’nun ifadesi ile ANADOLUNUN MİLLİ DEVLETİ PONTOS krallığını ihya etmiş olduğunu düşündüklerindendir


Osmanlı döneminde de bölgede kısmi sakinlik devam etmiş, ancak, Paflagonya halkının Komnen ordusu ile sergilediği dayanışma ve yardımlaşma Osmanlı ordusuna gösterilmemiştir. Osmanlı’nın son dönemlerinde, yirminci yüzyılın başlarında bir hareketlenme görülmektedir. 2 Mayıs 1919 tarihinde Paris Konferansına, bu hareketlenme ile ilgili talepleri içeren bir Muhtıra sunan Trabzon Metropoliti Hırisantos’un ‘…(Müslüman-Hıristiyan)Ahalinin sarsılması mümkün olmayan arzuları dolaysıyla hiçbir yabancı boyunduruğuna girmemek de kesin konulardandır.’(Cumhur ODABAŞOĞLU, Trabzon, Belgelerle Milli Mücadele Yılları 1919-1923, S 72) cümlesi yöre insanının özgürlük ve bağımsızlığına ne derece düşkün olduğunun açık bir göstergesidir.


Xenophon’un bu kitaptaki son cümlelerinden anlaşılan o ki, bağımsız, egemenlerine boyun eğmemiş ve kendi kanunlarına tabi bu yerel kavimlerin yanı sıra Orta Karadeniz, Batı Karadeniz ve Avrupa Trakya’sında yerel hükümdarlar vardır. Yani, Trabzon’dan Avrupa Trakya’sına kadar olan bölgede hiçbir yabancı hâkimiyeti görülmemektedir. Daha da önemlisi, bölgenin bilinen en eski ve ilk yazılı kaynağını hazırlamış olan Xenophon’un bunca tespitleri arasında, değil Rum adında bir kavim, Rum’un R si dahi yoktur.


Çünkü, Rum sözü etnik birlikteliği değil, çeşitli etnisiteye mensup bireylerin oluşturduğu siyasi veya dini birlikteliği ifade eder. Yani, Rum cemaatinin içinde her türlü etnik gruplar olduğu gibi bir hayli de Hıristiyan Türk vardır.


Siyasi yönden Rum sözünün aslı RİM, ROM dur. Romalı anlamına gelir. Bugünkü şekliyle Rum, Müslüman Araplar’ın, Anadolu’yu işgallerinde bulunduran Roma’yı İfade etmek için Anadolu’ya verdikleri addır (Rum Suresi, M S 615, Bu tarih Pontos Krallığının kuruluşundan 913, yıkılışından ise 678 yıl sonraya tekabül eder). Nitekim, Türk-İslam tarihinde de Anadolu’nun adı yüzlerce yıl Rum ve Diyar-ı Rum olarak kullanılmıştır. Mevlana Anadolulu anlamında Rumi olarak anılmış, Yunus Emre; “Gezdim Diyar-ı Rumu, Yukarı illeri kamu” demiş, Anadolu şairlerine “Şuara-yı Rum” denmiş, Osmanlı ve Selçuklu sultanları ise “Selatin-i Rum” olarak ifade edilmiştir.


Erzurum adı da, Anadolu Erzen’i anlamına gelen Erzen-i Rum’un kısaltılmış şekli olan Erz-i Rum terkibinden gelmektedir.


İnanç ya da dini yönden Rum sözünün anlamı ise, Osmanlı Millet düzeninde Fener Ortodoks Patrikhanesine bağlı, Hıristiyanlığın Ortodoks Mezhebinden olan cemaatin adıdır. Kıbrıs’ta yaşayan Ortodoks Hıristiyanlar da bu cemaate dâhildir.


Mahmut Goloğlu’nun Kitabının adı Anadolunun Milli Devleti Pontos, Komnen Krallığının ilk ve tek tarihini yazmış olan Alman tarihçi Falmerayer’in kitabının adı ise Trabzon İmparatorluk Tarihi’dir. Xenophon’da olmayan; Goloğlu’nun Pontos Krallığı(M.Ö 298-63) için, Falmerayer’in de Trabzon Krallığı(1204-1461) için kullanmadığı RUM kavramını bu iki krallığa da ayrı ayrı yakıştırmak; eğer kasıtlı değilse, tek kelimeyle yetersizliktir.


Çeşitli kavimlerden oluşmuş yöre insanı yüzlerce yıl bir arada yaşamış, aralarına katılmış olan diğer unsurlarla aynı potada karışa kaynaşa müşterek bir hamur oluşturmuştur. Bunları tek bir kavimmiş gibi görmek veya göstermek doğru değildir.


Yöre insanın ortak niteliği Karadenizliliktir. Bu insanlar asırlarca dağlarda, ormanlarda yaşamayı göze almış; açlığa, yoksulluğa, sefalete dayanmış ama yabancı egemenlerin boyunduruğuna asla dayanamamıştır. Tarihi süreçte aralarına katılmış olan diğer unsurlarla birlikte genlerinde taşıdıkları bu özgürlük ve bağımsızlık aşkını başka bir millete duyulan hasret olarak anlamak vahim bir yanılgıdır.


  •  Kaynak, ANABASİS, Altınpost Yayınları 2012

                                                                                                             

                                                                                                       Trabzon,14 Mart 2015





KİTAP HAKKINDA ÇOK ŞEY


Günümüzden 2400 yıl önce yazılan

Anabasis, Onbinlerin Dönüşü, Ksenophon Hakkında


 Anabasis veya Onbinlerin Dönüşü  adlı eser, Helen tarihçi Ksenophon’un ünlü bir eseridir. Eser ilkçağ gezi yazıları içinde en önemli bir yer tutar. Anabasis, Heredot tarihi, Amasyalı Starabon’’un Seyahatnamesi ile birlikte dünyanın ilk gezi yazılarından biri olma özelliğini  de taşır.


Ksenophon bu eserde anlatılan olayları bizzat yaşamış  ve eserini tarafından MÖ 400 yıllarında kaleme almıştır. Eser sadece günümüzde değil antik çağlarda da çok önemsenmiş, örneğin  Doğu seferine çıkan İskender’in bir çeşit pusulası olmuştur. Eser İlkçağda yazılmış en önemli gezi hatırat tarih türündeki eserlerden birisidir.


Esere ad olan Anabasis kelimesi, Yunanca ’da  yukarıya doğru yükselme tırmanma anlamlarına gelir. Fakat kelimenin Arapçadan Yunancaya geçtiği  bu yüzden de Kılavuzsuz yolculuk anlamını da taşıdığını ileri sürenler vardır. Eser bu adı şimdiki Manisa Salihli'nin yakınlarındaki o zamanki SARD kentinden başlayarak Toroslara  kadar devam eden,  aksi yönde de  Mezopotamya’dan başlayarak tekrar Anadolu’ya tırmanan ama kayboldukları kılavuzsuz   yolculuktan almış olmalıdır.


Bu büyük askeri hareket, kardeşi II. Artakserkses’i devirerek Pers tahtını ele geçirmeye çalışan Kyros'un, Sardes ve  Ege Bölgesindeki kentlerden paralı Helen askerleri toplayarak Pers Ülkesine  saldırmak için harekete geçmesi üzerine gerçekleşir.   Pers krallığının genç varisinin peşine takılan Helen askerleri arasında Ksenophon da vardır.


Salihli Sard’tan yola çıkan ordu, İskenderun ve Belen geçidini aşarak Mezopotamya’ya girecek, yapılan savaşta Helen askerlerinin başındaki genç Pers prens ve genarel de ölecektir. Geri çekilen ve ülkelerine dönmek isteyen komutansız Helen paralı askerleri dönüş yolunda yollarını şaşıracaklar, batıya gitmek yerine kuzeye yürüyerek o günün Anadolu'sunda kaybolacaklardır.


Eser bahsedilen seferin gerçekleştiği olayların  gün be gün tutulması  ile oluşmuştur. Orduya tarih yazarı olarak katılan Ksenophon’un bu  eserini  Heredotod’un yöntemi ile yazdığı anlaşılmaktadır. 


Eser gezi ve tarih yazısı olmasının yanı sıra, liderlik, müthiş baskılar, kısıtlı zaman, belirsizliğin getirdiği yılgınlıklar ve telaş arasında  başarıya  ve hedefe ulaşmak için nelerin yapılması gerektiğini gösteren bir rehber olmak özelliği de taşır. Şaşkın, yılgın umutsuz, inancını ve umudunu kaybetmiş insanlara nasıl önderlik yapılacağını da göstermesi yönünden de  dikkat çekicidir.   Böylesi anlarda liderlik vasfı gösterilerek gerektiğinde acımasız ve kararlı davranmanın düzen ve intizamı sağlamasındaki rolünü,  kararsız kitleleri  itaat ve saygı  altına almanın önemini vurgulaması açısından  günümüze de hitap etmektedir.


Anabasis adlı eserde Küçük Asya ülkeler, halkları ve halkların töreleriyle gelenekleri hakkında bilgi verilmektedir. Ksenophon olaylardan çıkardığı sonuçlara yararlı bilgiler ve öğütler de eklemeye çalışır. Anabasis; Ksenophon?un askerlik bilgi ve becerisini de ortaya koyan bir eserdir aynı zamanda.


Bu eserin; Kyros?a katılmış olmasından dolayı Ksenophon?un yurttaşlarından özür dileme amaçlı yazılmış bir eser olduğu da söylenmektedir.

Ksenophon; bu eserinde tarihin ilk savaş muhabirliğini yapmıştır.  Her olay ve geçilen her yer hakkında notlar düşülmüş,  bu yörelerin antik çağlardaki durumu hakkında çok değerli bilgiler bırakmıştır.


Anabasis  yedi  farklı kitaptan oluşmakta ve Yunan Ordusunun belli bir rota çerçevesinde Karadeniz üzerinden ana vatana dönüşünü anlatmaktadır.

 

KISA  ÖZET VE KONUSU

Her şey İ.Ö. 401 yılında başlar.  Pers prensi Kyros, ağabeyi kral Artakserkses'in yerine tahta oturmak istemektedir. Bunun için Ege kıyılarından  paralı Grek askerleri de toplar.  Emrindeki bu orduyla Lidya'nın Sardes kentinden yola çıkar.  Yazar Ksenophon da tarihçi olarak katılır. Fırat üzerinde Kunaksa'da yapılan savaşta Kyros ve generalleri öldürülen  paralı askerler bozguna uğrar, Yurtlarından 2400 km. uzakta, vahşi ve düşman bir ülkede   sağ kalan gönüllüler ve paralı askerler  ülkelerine dönmek isteler.  Sağ kalan askerlerin başına geçen Ksenophon, arta kalan "iki bin" kişi ile  evlerine dönmek üzere yola koyulur.

Fakat onları garip bir talih beklemektedir. En az on bin kişiden geriye kalan iki bin kişi Sardes’e dönmek isterlerken yolunu şaşırıp Van gölü üstünden Karadeniz’e, herhalde ardından bugünkü Erzincan'a ya da Dersim'e ve Trabzon’a kadar ulaşır.  Bu fazladan yolculuk, Karadeniz’e ulaşmak dört aylarını almıştır. Öte yandan evlerine dönmek için hala çok uzun bir yol vardır. Karadeniz kıyısını izleyen askerler gittikleri her yerde başka kavimlerle, savaşmak yolculuğa dayanmak, açlık ile mücadele etmek,   direnmek zorundadır. Karadeniz'in sularına ulaştıklarında coşkuyla bağırmışlardır; Thalassa! Thalassa!

Fakat evleri hala çokk uzaktır....

 

ON BİNLERİN GÜZERGÂHLARI


Anabasis, olayların anlatıldığı dönem açısından Anadolu’nun tarihi coğrafyası, gelenekleri, yerel halkları ve yaşam koşulları hakkında önemli bilgiler verir.


Kitapta anlatılanlara göre yolculuk Sardes’te başladıktan sonra ordu, Laodikeia (Denizli) yakınlarından Menderes Nehri’ni geçerek oradan Kelainai’ye (Afyon-Dinar), daha sonra da Peltai’ye (Denizli-Çivril) ulaşır. Ordunun yoluna devam ettiği 10 günlük yol güzergâhı hakkında yeterli bilgi yoktur. Daha sonra ordu İkonion’da (Konya) üç gün konakladıktan sonra, Tyana (Bor) yolundan Gülek Boğazı’nı aşarak Dağlık Kilikya üzerinden Tarsus’a, Myriandros’u (İskenderun civarı) geçip Beylan (Belen) geçidini aşıp Kuzey Suriye’ye varırlar.


Gidiş yolculuğu, komutanlar, bölgeyi ve yolları iyi bilen rehberler eşliğinde sorunsuz geçecektir. Genç Prens ve  emrindeki askerler Güney Mezopotamya’da Fırat kenarında bulunan Kunaksa’da  Pers Kralının ordusuyla karşılaşır. Yapılan savaşta III. Kyros ve generalleri ölür,  Grekler mağlup olmuştur. Generaller ölünce birliklerin başına seçilen beş kişinin arasında Ksenephon’da vardır.


Askerlerin morali bozuktur. Herkes eve nasıl dönecekleri konusunda kaygılıdır. Geldikleri yolları nasıl bulacaklarını tartışıp dururlar. Mağlup olan askerler yurtlarından 2400-2500 km. Uzakta kalmışlardır.


Ksenephon ve askerlerin dönüşü  açlık, sefalet,  savaş ve didişmeye dönüşür. Sayıları iyice azalan askerler her gittikleri yerde yerli kuvvetler ile savaşmak zorunda kalırlar.

Ksenephon ve askerlerinin  dönüşü çok trajik geçer. Kitapta Anadolu’nun bilinmeyen birçok küçük ülkesini, değişik halklar hakkında bilgi ve bu insanların değişik gelenekleri hakkında detaylı bilgiler buluruz. Geldikleri yere Ege kıyılarına ulaşmak umuduyla kuzeye doğru geri çekilmeyi düşünürken yollarını şaşırıp Karadeniz'e varırlar. Olasılıkla Bağdat’ın yukarısındaki bir yerden Dicle Nehri’nin doğusuna geçip, uzun bir süre nehrin doğu yakasını takip ederek Anadolu topraklarına ulaşırlar.

 

Ksenophon Hakkında Bilgi


Ksenophon zengin ve seçkin bir aileden gelmekteydi. İ.Ö. 430 yılında Atina yakınlarında doğan Ksenophon genç yaşlarda ünlü filozof Sokrates’in öğrencileri arasındaydı. İÖ.404 yılında sona eren Peleponez Savaşının ardından İran Pers  Kralı Artakserkes’in kardeşi olan genç Kyros Ispartalı kuvvetler ve paralı askerlerin yardımıyla tahtı ele geçirmek amacıyla harekete geçmiş,  Ksenophon da Kyron’un düzenlediği bu seferlere İ.Ö. 401-400 katılmıştı..

İ.Ö.399’da memleketine dönen Ksenophon’a Atinalılar sürgün cezası vermiş, Ksenophon’da   Ispartalıların kendine verdiği ufak bir malikânede yaşamaya başlamıştı.


371 yılında savaş yüzünden malikânesinden ayrılmak zorunda kalmış,  Ksenophon’un sürgün cezası 364 te kaldırılmıştı. Ksenophon  İ.Ö.355te ölmüştü.




  • 24.05.2016


*

24.05.2016 da maviADA'da yayınlanmış, o günden bugüne 106 ziyaretçi 2 beğeni almış .


İlk yayınlanışı üzerinden 6 aydan daha fazla zaman geçen yazılar EYLÜL 2024'ten itibaren ÇOK OKUNANLAR değil AZÇOK OKUNANLAR adıyla duyurulacak kararı aldığımızdan o etiketi alan ilk yazımız oldu.


Duyurulup GÜNCELLEDİĞİ tek bir günde 50 ziyaretçi, 2 beğeni daha alan yazı, OKUNANLAR adıyla etiketin ya da küçük bir imaj müdahalesinin "farkındalık" açısından ne kadar yararlı olacağını kanıtlayıp arşive kaldırılmıştır.

294 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page