top of page
Yazarın fotoğrafıNurten B. AKSOY

Sabahattin Ali


Başın Öne Eğilmesin

Başın öne eğilmesin

Aldırma gönül aldırma

Ağladığın duyulmasın

Aldırma gönül, aldırma

…………………….

Dertlerin kalkınca şaha

Bir sitem yolla Allah’a

Görecek günler var daha

Aldırma gönül, aldırma

……………………

Kurşun ata ata biter

Yollar gide gide biter

Ceza yata yata biter

Aldırma gönül, aldırma


Dizelerinde dediği gibi; “başını hiç öne eğmeyen”, çok zorlu bir yaşam geçiren ve “görecek günler var daha” derken karanlık bir ormanın kuytusunda yaşamına son verilen Sabahattin Ali’nin doğum günü 25 Şubat...


“Kürk Mantolu Madonna” isimli romanı, yazılmasının üstünden uzun yıllar geçmesine karşın hâlâ “en çok satan kitaplar” listelerinin ilk sıralarında yer alan ve Modern Türk Edebiyatının en önemli isimlerinden olan Sabahattin Ali; öykücülüğü, şairliği, gazeteciliği ile olduğu kadar karanlık, meçhul bir cinayete kurban gitmesi ile de tanınır.


1907 yılının soğuk bir şubat günü Gümülcine’de doğar. Asker olan babasının görevi nedeniyle İlköğrenimini çeşitli illerde tamamlayan Sabahattin Ali’nin ilkokul dönemi Birinci Dünya Savaşının gölgesinde geçer. Bu dönemde, babasının yönlendirmesiyle ilk yazma çalışmalarına başlar. Küçük Sabahattin, yazı yazma konusunda babasıyla yaşadığı bir anısını şöyle anlatır: “Babam pazarda gördüklerimi yazmamı isterdi. Bir kez yazıya şöyle başlamıştım: ‘Sabahın erken saatinde pederimin latif sesiyle uyandım'. Babam öfkelenmiş ‘Haydi oradan yalancı kerata, sabahın köründe seni zorla yatağından kaldırıyorum. Babanın latif sesiymiş! Sesim sana latif gelir mi hiç! İçinden geldiği gibi yaz’ demişti.”


İlkokulu bitirdikten sonra parasız yatılı olarak Balıkesir Öğretmen Okulunda, daha sonra da İstanbul Öğretmen Okulunda eğitimini tamamlar ve öğretmen olur. Bir yıl Yozgat’ta ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra Millî Eğitim Bakanlığının açtığı sınavı kazanarak Almanya’ya gider, iki yıl da orada eğitim alır. Yurda döndükten sonra çeşitli okullarda öğretmenlik görevini sürdürür.


Ruhumun dalgaları, koşup kabarmayınız. Her damlanız tutuşan göğsüme birer bıçak. Kalbim bir kayadır ki nerdeyse yıkılacak, Hayalden köpüklerle kalbimi sarmayınız.

Dümdüz olsam diyorum, ve kumlu bir sahili Yalayan sular gibi siz de yavaşlasanız. Çekilse kulağımdan hatıraların dili.

Bilmediğim yeni bir masala başlasanız,

Ey eski günler artık bana yaklaşmayınız, Ey hayaller, vurmayın kalbimin sert taşına. Bütün bir hayat bile değmez bir göz yaşına, Ruhumun dalgaları, köpürüp taşmayınız.


1932 yılında Konya’da bulunduğu sırada, bir arkadaş toplantısında Atatürk’ü yeren bir şiir okuduğu iddiasıyla tutuklanır, bir yıla mahkûm olarak Konya ve Sinop cezaevlerinde yatar. Cumhuriyetin onuncu yıldönümü dolayısıyla çıkarılan af yasasıyla yeniden özgürlüğüne kavuşan Sabahattin Ali, Milli Eğitim Bakanlığı’na başvurarak yeniden göreve alınmasını ister. Dönemin bakanı Hikmet Bayur’un “eski düşüncelerinden vazgeçtiğini ispat etmesini” istemesi üzerine Varlık dergisinde “Benim Aşkım” adlı şiirini yayımlar ve Atatürk’e bağlılığını göstermeye çalışır. (15 Ocak 1934) Aynı yıl Bakanlık Neşriyat Müdürlüğü’ne alınarak Ankara II. Ortaokulunda öğretmenlik yapmaya başlar.



16 Mayıs 1935'te Aliye Hanım ile evlenir, 1936’da askere gider, Eylül 1937’de ise kızı Filiz Ali dünyaya gelir. Ankara Devlet Konservatuarında Almanca öğretmenliği yapmaya başlar. Bu arada “İçimizdeki Şeytan” isimli romanı milliyetçi kesimde büyük tepki toplar. Nihal Atsız’ın hakkında yazdığı hakaret dolu bir yazıya karşılık, Sabahattin Ali dava açar ve dava sırasında çok sıkıntı çeker. 1944 yılında davayı kazanmasına rağmen tepkilerden kurtulamaz. Olaylı duruşmalar sonunda bakanlıkça görevinden alınır, Bunun üzerine Sabahattin Ali, İstanbul’a giderek gazete ve dergicilik yapmaya başlar. (1945) Ancak fıkra yazdığı La Turquie ve Yeni Dünya gazeteleri, Tan olayları sırasında tahrip edilince işsiz kalır.


1946 - 1947 yılları arası Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz'la Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa, Öküz Paşa gibi siyasal mizah dergilerini çıkarır. Ancak bu dergiler tek parti iktidarının baskılarıyla karşılaşır, dergilerin isimlerindeki “Paşa” ifadesiyle "Milli Şef" İsmet Paşa ile alay edildiği iddiası ile dergiler kapatılır, yazılar ve yazarları hakkında kovuşturma açılır. Sabahattin Ali dergilerde çıkan yazılarından dolayı üç ay hapis yatar ve karşılaştığı baskılardan bunalır.


Yine hakkındaki bir başka dava nedeni ile 1948’de Paşakapısı Cezaevinde üç ay yatar. Buradan çıktıktan sonra zor günler geçirmeye başlar, işsiz kalıp, yazacak yer bulamayınca yurt dışına gidebilmek için pasaport almak ister fakat alamaz. Yasal yollardan yurt dışına çıkma olanağı da bulamayınca Bulgaristan’a kaçmaya karar verir. Ancak para karşılığı anlaştığı, kamyonuna binerek kaçmak istediği Ali Ertekin adlı kaçakçı tarafından, 2 Nisan 1948 tarihinde şaibeli bir şekilde öldürülür. Sonraları, eski bir astsubay olan Ali Ertekin’in cinayeti dönemin hükümeti emriyle işlediği söylentileri çok duyulup tartışılsa da bu resmen doğrulanamaz.


Başım dağ, saçlarım kardır, Deli rüzgarlarım vardır, Ovalar bana çok dardır, Benim meskenim dağlardır.

Şehirler bana bir tuzak, İnsan sohbetleri yasak, Uzak olun benden, uzak, Benim meskenim dağlardır.

Kalbime benzer taşları, Heybetli öter kuşları, Göğe yakındır başları; Benim meskenim dağlardır.

Yârimi ellere verin; Sevdamı yellere verin; Elleri bana gönderin: Benim meskenim dağlardır.

Bir gün kadrim bilinirse, İsmim ağza alınırsa, Yerim soran bulunursa: Benim meskenim dağlardır.


“Benim meskenim dağlardır” dizelerinde başına gelecekleri sanki sezen ve 1 Aralık 1947’de eşi Aliye Ali’ye gönderdiği mektupta “İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi. Hep genç kalacağım” der.


Sabahattin Ali yazı yaşamına şiirle başlar, hece vezniyle yazdığı ve halk şiirinin açık izleri görülen şiirleri ile edebiyat çevrelerinde ilgi uyandırır, roman ve öyküleri ile de zihinlere kazınır. Roman ve öykülerinde Anadolu insanına yaklaşımıyla, edebiyata yeni bir boyut kazandırdığı konularını toplumsal eşitsizliklerden alır. Ezilen insanların acılarını, sömürülmelerini dile getirerek, aydınlar ve kentlilerin Anadolu insanına karşı takındıkları küçümseyici tavrı eleştirir.


1937’de yayınlanan “Kuyucaklı Yusuf” romanı, gerçekçi romanımızın en özgün örneklerinden biridir. Öykülerinde, tanımlamakta güçlük çektiğimiz kimi duyguları ustalıkla anlatır. İnsanın zavallılığını ve gücünü aynı sarsılmaz üslupla, zaman zaman masalsı ve destansı bir biçimde yansıtmayı başarmıştır. O yılların edebiyat dünyasında Nazım Hikmet ve devrin diğer edebiyat ustalarının gözünde gelecek vaat eden bir yazar olur Sabahattin Ali. Hapishane günlerinde, eşi Aliye Hanıma ve kızı Filiz’e yazdığı mektuplarında onlara hiç üzülmemelerini ve güçlü olmalarını söyler hep…



Kızı Filiz Ali anlatıyor: “Babamın sözünü tuttum ve uzun zaman hiç üzülmemiş gibi yaptım. Yıllar boyu onun öldüğüne inanmadım. Geri gelecek diye bekledim. Kalabalıklarda ona benzettim insanları, yabancı ülkelerde beyaz saçlı, kısa boylu, tombulca adamları takip ettim, odur diye. Rüyalarıma girdi sık sık, hiç konuşmadan, gözlerini hafif kısarak, gülümseyerek baktı bana rüyalarımda, ben hep peşinden koşup onu yakalamak istedim ama hiç başaramadım. Babam için uzun yıllar hiç gözyaşı dökmedim, çünkü o ‘Filiz hiç üzülmesin’ demişti....


Madem “meskeni dağlardı” Sabahattin Ali’nin, biz de ona dağlarda bir işaret bırakacaktık. Çatağın yakınındaki düzlükte arkasını Istranca Ormanları’na dayamış koskoca bir kayanın üzerine gömdüğümüz mermer parçasına, ‘Başım dağ / Saçlarım kardır / Benim meskenim dağlardır’ diye yazdık. O günden beri artık babamı rüyamda görmüyorum ve inanıyorum ki artık ruhu huzura kavuştu ve dağlarda özgürce dolaşıp duruyor..."


Döndüm daldan düşen kuru yaprağa

Seher yeli dağıt beni kır beni

Götür tozlarımı burdan uzağa

Yarin çıplak ayağına sür beni

Aldım sazı çıktım gurbet görmeye

Dönüp yâre geldim yüzüm sürmeye

Ne lüzum var şuna buna sormaya

Senden ayrı ne hal oldum gör beni

Ayın şavkı vurur sazım üstüne

Söz söyleyen yoktur sözüm üstüne

Gel ey hilal kaşlım dizim üstüne

Ay bir yandan sen bir yandan sar beni

Yedi yıldır uğramadım yurduma

Dert ortağı aramadım derdime

Geleceksen bir gün düşüp ardıma

Kula değil yüreğine sor beni


52 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page