top of page
Yazarın fotoğrafıAycan AYTORE

Kutlu Bir Kenti Öldürmek

Güncelleme tarihi: 18 Oca 2022

-Böyle kaç evimiz, kaç şehrimiz var? Belki de en önemli soru bu...-

Çok eskiden yeni bir bölgede yerleşim kurmak isteyen insanlar; akşam kestikleri ciğeri bir ağaca asıp beklerlermiş. Oluşacak değişime göre o yer yerleşilir bulunur ya da kabul görmezmiş.

Bu sanmam ki bizim hikayemiz olsun. Kaç şehri biz kurduk ki? Fethettik, kiliseyi cami, surları tahkim, evlerini de konut ettik. Adını bile değiştirdik, ruhları geri gelir diye. Burası belki tüm uluslar da benzer uygulama. Çin hala Uygur Türklerini silmeye uğraşıyor, İsrail Filistinlileri...


Yenisini kuramayan, daha iyisini üretemeyen bizse, var olana acımasızca kıyıyoruz. İşte yeni yapılan "saray"la birlikte unutulan "cumhurbaşkanlığı köşkü..."


Geleneği tutuculuk olarak alırsak delicesine bağlı olduğumuz alışkanlıkları, bazen çağdışı, zararlı da olsa terk edemezken, bazı konularda kolayca görmezlikten gelebilmemiz ilginç bir ulusal paradoks.

Gündemler ne çabuk değişiyor? Bir yere varmasa da uzun sürdü konusu, tartışması. Araya olağanüstü başka olaylar girmeseydi daha da sürerdi. Sonradan siyasete malzeme olmasa ciddi bir kentsel duyarlılık gibi duruyordu. Şimdi elbet tek derdimiz o muydu oldu; can, vatan... gibi daha elzem ve acıtıcı gerçeklerimiz varken ... konusu bile tevatür kalır.


Kurtuluş savaşının sembolü Cumhurbaşkanlığı köşkünün kolayca yok sayılması ilginç olmasının yanında düşündürücüdür de... Devlet bu tip köşk, bayrak, marş... gibi sembollerle güçlüdür. Başka türlü akıl yürütmelerle işe başlarsanız, varacağınız nokta aklınızın zorlanacağı bir yer olabilir. Nasıl ki din için denir, çok sorgulamayın, günaha girersiniz diye, böylesine değerler için de aynı şey düşünülebilir.

Ulusal ruh bakımından değeri bir yana 1930'lu yıllarda yapılan köşk, Türk mimari geleneğinin çağdaş örneklerinin ilklerinden olması bakımından da çok önemlidir. Zaten bu alanda sitilini kolayca adlandıramayacağımız saraylar, camiler ve Mimar Sinan'ın köprüleri dışında fazlaca bir geleneğimiz yok, bir kök oluşturmak derdindeyken olanı da yok etmek ne kadar doğru? Başımızı sokacak bir ev telaşından sağlıklı yapılaşmanın ne olduğuna bu ülkede çok kafa yorulmadı. Kaç ciddi dergide ya da gazetede bununla ilgili bir çalışma görebildik. Gördüklerimizin hepsi sermayenin buyurduğu yalanların bilimsel inceleme ambalajına sarılmış yutturması oldu çoğu kez. Yapılmış çalışmalar varsa bile sıra halka ulaşmadı. Bir geleneğimiz yok bu konuda. Kent mimarisinde ve yapılaşmada gelenek oluşturamayışımızın bir nedeni de biraz da bizim çok fazla şehir kurmayışımızla ilgili herhalde. Açın bakın hangi şehri biz kurmuşuz. Cumhuriyet döneminde bile çok fazla örnek yok. İsimleri değiştirmeyi kent kurmak olarak alıyorsak o ayrı. Var olanı imar etmişiz, diğer adıyla restore... Ve durumları ya da restorasyon çapımız ortada... Var olan bütün büyük şehirleri birilerinden fetih yoluyla almışız. Yenisini yapmak zaman ve para gerektireceğinden olan binaları kendimize göre yapılandırıp kalelerden bahçe duvarı, kiliseleri cami yapmışız, surları tahkim etmişiz; işe yarar binaları kamu binası, konutları da kendi evimiz haline getirmişiz. Eklediğimiz binalar, saraylar, camiler, vakıf malları, çeşmeler ve benzerleri de genelde yönetim sınıfının gönlünden kopanlar ya da gereksinmesi olmuş, ticaretle uğraştığından zengin olan azınlıklar dışında sıra halkın yapılaşma olanağı pek olmamış. Genel de yoksul olan ulus da bırak ev yapmayı kulübe bile inşa edememiş, ömrünü barınacağı bir çatı hayal etmekle geçirerek tüketmiştir. Daha doğrusu bir çatı oluşturmanın bin bir türlü zorluğunu görerek konargöçer olarak yaşamış çoğu. Devlet onları yerleşime zorladı, ama yardım etmedi. Aşiretleri vergiye bağlamak için ikameti zorunlu tutan devletle yerleşmeyi reddeden konar göçer aşiretler sık sık çatıştı. Elbette devletin bir hesabı vardı, vatandaşın neden sonra anlayabildiği. Şimdiki büyük şehir olayı gibi... Allahın dağlarındaki köyler hiç bir yatırımsız, alt yapısız birden köylükten çıkıp mahalleye döndü de köyler ne kazandı? Belki bir gün yararlı olacak, ama şimdi nedir bunun anlamı ilk adımda? Birincisi artık her şeyi büyük şehrin belediyesine soracaksınız bir, ikincisi çakacağınız her çivi için de vergi ödeyeceksiniz. Tabi çakmadığınız için de... Yapılaşma geleneğimiz olmadığını şuradan daha somut görebiliriz, Atatürk'e armağan edilen köşklerin çoğunluğu azınlıkların terk ettiği evlerdir, Anadolu halkının gönlünden kopan değil. yok ki versin. Sahip olmadığı şeyler üzerine de halk genel olarak hiç kafasını yormamış. yapılaşma kentsel imar ve benzerleri devleti, belediyeleri ve elbette bir avuç bu alandan beslenen tüccarı ilgilendirmiştir. Ne açıdan ve ne kadar ilgilendirmişse tabi... Gelişmiş ülkelerde böyle mi? Kentsel yapılaşmayı masa başındakilere ve ince siyasi hesaplara mı bırakıyorlar?


Notre Dame Katedralini yıkmaya karar veriyorlar bakımsızlıktan. Victor HUGO o ünlü romanını yazıyor ve tüm Fransa sahip çıkıyor ona. İki yüz yıl önce hem de. Şimdi Katedral tüm gösterişiyle Fransa'nın gururu... Viyana için “Kadın kadar baş döndürücü, aşk şarkısı kadar romantik, gizemli bir mektup kadar anlaşılamaz!” denilir. Gerçekten de şehrin güzelliği karşısında kendinizden geçmemeniz mümkün değil. Şehrin tarihi dokusu, faytonlar, kiliseler ziyaretçilerinin Viyana sokaklarında tatlı bir rüyaya dalmasına yardımcı oluyor.

Şehir 414 bin km² yüzölçümü ile Avusturya’nın en küçük eyaletidir. Kaplamış olduğu alanın yüzde otuzunu yeşil alan oluşturur. Ayrıca Tuna Nehri’nin de şehrin oluşmasına büyük katkıları olmuştur. Viyana günümüzde 23 bölgeden oluşur. Bunların adlarının yanında numaraları da vardır. Mesela 'Innere Stadt'a ayrıca '1. Bölge' denir. Adres ve posta kodlarında da bu bölge numaraları bulunur. Viyana 1850 yılına kadar bugün 1. Bölge'nin büyük bir bölümünü oluşturan tarihi kentten oluşuyordu. İmparator Franz Joseph döneminde ilk büyük kent genişletilmesi yapıldı: Kentin yakın çevresindeki varoşlar, kentin bugünkü 9. bölgesine kadar olan ilçeleri oluşturacak şekilde kente dahil edildi. 1 Ocak 1892'de kent ikinci defa genişletildi ve toplam 19 bölgeye kavuştu. 1900 yılında 2. bölgenin kuzey kesimi 20. bölge haline geldi. Şu anda şehrin birinci bölgesinde itibarlı ve zengin kişiler oturmaktadır. Şehrin 3.bölgesinden itibaren yabancılar ( Macarlar, Sırplar, Slovaklar, Türkler vb...) yaşar.

Ankara farklı değil, çok eski bir yerleşim. Bilinen tarihi en az 10 bin yıl öncesine, Eski Taş Çağı'na ulaşan Ankara, tarih öncesinden günümüze dek pek çok medeniyeti barındırmıştır. Hititler, Frigyalılar, Lidyalılar, Persler, Galatlar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ve nihayet Türkiye Cumhuriyeti, il topraklarını kontrolleri altında tutmuştur. Tektosagların ve Türkiye Cumhuriyeti'nin başkenti olan Ankara şehri ve Frigyalıların başkenti Gordion, il sınırları içinde yer alır. Yıldırım Bayezid'in Timurlenk'e yenik düştüğü Ankara Muharebesi Çubuk yakınlarında ve Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktası olan Sakarya Muharebesi Polatlı yakınlarında yapılmıştır. Milli mücadelede ise bir kasaba görünümündedir. Kerpiç binalar ne kadar dayanırsa anıtsallığı da o kadardır, kalesi dışında köy... Toprak altında kalmış Gordion'u gezin anlarsınız. Konumu nedeniyle başkent yapılır ve kısa sürede çağdaş, bakımlı, örnek bir kent yaratılır oradan.

Sonra ülkemizdeki şehirlerin kaderi onu da bulur. Hatta ilk onu bulur. Merkezi yerleşim ıssızlığa terk edilirken ulaşımsız, alt yapısız banliyöler gösterişli reklamlarla, kar hesaplarıyla gösterişli ama şehir ruhu olmayan kentlere döndürülür.


Bizim şehrimizin, bu kutlu başkentimizin birinci bölgesi bugün varoş haline döndürüldü bile. Belki birçok şehirde aynı şey yapılıyor. İstanbul bitirildi. Beyoğlu’nda Taksim'de altı pahalı dükkânlar üstü virane, insanları banliyölere göç etmiş yüzlerce taş bina var. Bursa da kent merkezi yıllarca süren bir ince politikayla boşaltılıp bir barbar istilasına teslim edildi. Geçenlerde gittiğim Ankara’da da aynını gördüm. Kent merkezi Kızılay ve çevresi bir mezbelelik halini aldı alacak. Düne kadar yolu yolağı olmayan uydu kentler pahalı yaşam merkezleri haline gelmiş … Son günlerde moda deyiş göklere çıkarılan restorasyonu çok daha ucuza uygulamak yerine dağ başlarında, alt yapısı, ulaşımı, sosyal imkanları oluşturmanın dünya kadar maliyeti olacak, dudak uçuklatacak rakamlarla satılan evler üretip satmak kimin çıkarına? Kent merkezlerini restore edecek, yaşanılır kılacak, çağa uygulayacak kimdir, belediye... Belediye bu görevini yapmaz da hatta hizmeti bilinçle aksatırsa insanlar yeni yaşanılacak yerler aramaya başlar doğal olarak. O zaman da ortaya müteahhitler çıkar. Dağ başlarını parıltılı imajlarla satmaya uğraşır size. Bir süre sonra da moda olur ve siz başka bir yerde durmayı sınıf kaybı saymaya başlarsınız.


Toki'ler dar gelirli belki bir kesimi konut sahibi yaptı bir süre, geleneksiz, zevksiz, tatsız tuzsuz konutlar ama başını sokacak çatı bu ülkenin her devir öncelikli derdi. Peki şimdi ne yapıyor TOKİLER? Milyonluk evler hangi dar gelirlinin evi olacak acaba?

HER ŞEYİ BOZMAKTAKİ USTALIĞIMIZI ONDA DA GÖSTERDİK.


Şimdi devletin TOKİ’ler eliyle müteahhit olduğunu düşünürsek…

Bu politika Özal’dan başlayan, AKP’yle yükselen bilinçli bir politika gibi duruyor. Şimdi üç beş müteahhitle ortaklıklara dökerek işi büyüttü. Üstünde kıyamet koparılan "İstanbul Kanal" projesi de açıkça belli ki benzer bir proje... Eleştirel yaklaşmak bile yasak ya da günah... Ne güzel iktidarın eli değince "milli dava" bile olabiliyor. Oysa bazı konular güncel iktidarların değil de ulusal konu olmalı; eğitim, sağlık, güvenlik, imar ve bayındırlık... Devlet diyebilmek için gerekli bu. Kent merkezleri bilinçle öldürülüyor, yaşanmaz kılınıyor. Hava sirkülasyonu, depreme dayanıklılık ve benzeri nedenlerle binlerce yıldır kadim yerleşimler haline gelen anıtsal yapıların da yer aldığı kent merkezleri bir varoşa döndürülürken tabanı jöle kıvamında ilk depremle en azından oturulmaz hale gelecek sulu tarım ovalarında, uzak dağ başlarında göz göre göre tabutluk evler üretiliyor. Onlar alt yapı ulaştırmak için de halktan toplanan vergilerle yatırımlar yapılıyor ve bununla övünülüyor. Birkaç yıl öncesine kadar çok da ilgi görmeyen kooperatifimsi bu yapılaşmalar bugün çizilen imajlarla ilgi odağı haline getiriliyor ve akla durgunluk verecek rakamlarla satılıyor.


-Ya da böyle Paris gibi, planlı kaç şehir yaratabildik?-

Paris

48 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page