top of page
Yazarın fotoğrafıŞenol YAZICI

YAVUZ BİNGÖL’ÜN GARİP TALİHİ

Güncelleme tarihi: 19 Haz

- 6 Mart 2018'de MESAM yönetimine el çektirildi, yerine Yavuz Bingöl ve birkaç şarkıcı daha üye atandı. Bilen bilir kayyumluk iyi, bereketli iştir. Hal böyle olunca Yavuz Bingöl'ün de adı geçince "mmm..."denildi, "BİNGÖL muradına erdi, nihayet..."

Oysa 7 Martta BİNGÖL'görevi kabul etmediğini duyurmuştu, ama galiba kimse duymamıştı...

Sonunda Coşkun Sabah görevi üstlendi, ne var ki görünen Yavuz Bingöl hep o görevde sanılacak.

Biz bu talihten daha çok onu hazırlayan altyapıya değinen, kuşkusuz ahaliyi de yansıtan bir yazıyı seçtik-



GEÇE KALMIŞTIM.

Onu tanıdığımda yıkım günleriydi. Oysa herkesin bildiğiymiş.


Depremde yıkılan evimden canımız sağ çıkmış, ne kadar uzağa gidersek o kadar iyi, diyerek soluğu İzmir'de almıştım.


İyi bir tedavi yolu değil; kafanda bitiremediğini terk etmeyeceksin, diye boşuna dememişler. Öte yandan Yalova artık ölü bir şehirdi, öleni de asla bitiremezsin, hep o kazanır. Özlem gözümüzü bağladı, İzmir'i sevemedik.


Ziyaretime gelen bir arkadaşım herhalde yarama tuz basmak için getirmişti o müzik kasetini.

Doğulu olduğu belli ama İzmirli olduğu söylenen, tanımadığım bir türkücüydü. Gerçi kaç tane tanırdım ki? Benim bildiğim türkücü Rahmi Saltuk'tu, Ruhi Su'ydu, Ahmet Kaya' ydı, bilemedin Livaneli'ydi, yani türküyü bozup hoşuma gidecek, damardan girecek şeyler üretendi, öteki türlüsüne bakmazdım.


Bir pogramda denk gelecektim Bingöl'e, duruşu iyiydi, sözü sağlamdı, güven veren hoş bir yüzü vardı. Söylediklerinin çoğu anonim türkülerdi. Bana bütün türküler teslim olmuş, artık direnmeyen, anlatacak dende kabullenmiş, hatta yarası dursa da geride, bıraktığı acısıyla barışmış, anlatmaktan keyif alan insanın anlatısı öyküler gibi gelir; o da öyle hüzünlü, yumuşak bir sesle, sadece anımsayan insanın hikayelerini en düzgününden anlatan türküler söylüyordu.

O günlerde nasıl iyi geldi, nasıl iyi geldi!!...


Deprem yemiş bozuk psikolojimle tanıdığım olsa da pek arkadaşım olmayan, yabancıya da yüz vermeyen, inanılmayacak biçimde nazik, ama mesafeli ve kapalı İzmir'de duramıyor, Bornova Anadolu Lisesinden çıkıp Yamanlar'dan Uşak yoluna ayağım gazda, sonuna değin açık hoparlörlerden beynimi darmadağın eden o hüzün yağmuru sesle, neye olduğunu bilmeden gözlerim yaşlı kim bilir kaç kez gidip geldim... Türkülerin ve kadınların sırrını da o zaman hissettim; seni öldürebilecek büyük acılarla baş etmenin bir yolu da ona teslim olmak, hatta keyif almak ya da alır gibi anlatmakmış. Kadınlarla ne ilgisi var diyeceksiniz şimdi, kadınlar, başa çıkamıyorsa hayata öyle yapmaz mı? Ayrıca ben türküleri kadınların ürettiğini düşünürüm niyeyse, işte ondan. Bilimsel demedim ki, ben öyle düşünürüm, dedim. Yoksa bu ülkenin kadınları başka türlü hayatlarına katlanamazlardı gelir bana...

İsyan etmeyin şimdi, bu böyle değil diyerek oturduğunuz yerden, bir de benim yerimden bakmalı; bana görünen o...


Bugün o denli hüzne katlanabilir miyim bilmem, ama İzmir'den dönünceye kadar Yavuz Bingöl benim zor zamanlarımın favori şarkıcısı oldu. Elbette tedavi olmuyordum, sadece yüklü bir uyuşturucuyla artık acımla yaşamayı başarıyordum, hatta o sızlayan yanım olmasa eksik kalırım gibi bile geliyordu..


Sonra filmlerde gördüm, iyi de oyuncuydu. Siyasi açıklamalarını dinledim, bizdendi, o bizdenlik onu bir başka güzel yapıyordu, samimiydi, artık tanıyordum ya başka şarkılarını da dinledim... Sesinin kadifesi bir Musa Eroğlu cinsi değildi, dahası Eroğlu'nun sesi onun yanında zımpara kalırdı, sanki çok nazenin, sanki birkaç oktav düşük kalıyordu şarkıya göre, ama sonuna değin tükenmeyen bir ses... o güzelliği daha iyi duymak için düğmeyi açmak istiyordun, öyle. Daha şehirli kalıyordu, oysa Mihriban bozkırdı, tam Anadolu'ydu; işte öyle bir şey...


Marongozdan dünya çapı şarkıcı yaratıp zengin eden bu ülke bu tutarlı ve terbiyeli bir dikliği olan bu adama herhalde dünyayı nişan için verirdi; evreni de evlenince…


Zamanla depremi aşmış, içsel kavgalarımı ruhumun en derinindeki çöplüğe, ötekilerin yanına, bir daha zayıf düşene değin yığmış, ne kadar normalleşirse insan, o kadar normalleşmiştim. En azından "sevin beni" halim azalmıştı.


Bingöl bıyık bıraktı... Görünce içim kırıldı, başkası bıraksa kusur kapatan, düzgünleştiren, erkekleştiren o bir dudak boyu kıl, tıpkı bende olduğu gibi, onu da başka bir adama çevirmiş, evrim sürecinde yüz yıl geride kalan versiyonuna benzetmişti. Yine de tutundu, düşmedi.


İyi gidiyordu. Soldan gelen bir sanatçı olsa da hükümetle de cumhurbaşkanıyla da arası iyiydi. Bir zamanlar bu ülkedeki çok aykırı sanatçının bu hükümetle arası iyi değil miydi? O da başka bir hümanizmaydı, yadırgansa da karizma çizilmedi...


Ta ki Ahmet HAKAN'la bir söyleşiye oturuncaya değin. Reklam reklamdı, sanatçı dediğinin hiç doymadığıydı. Ahmet Hakan sağdan gelip ortadan yürüyen, çoğu hem nalına hem mıhına yazan, zaman zaman iktidarı iyi bildiği iman tahtasından tutup silkeleyen, son dönem popüler gazetecilerden biriydi. Ve en zayıf noktayı bulup yakaladı, tek cümleyle de yazdı: Yavuz Bingöl, cumhurbaşkanı, öldürülen BERKİN ELVAN'ın anasını, kendi anasına küfreden solculardan hınç almak için yuhalatmıştı, yani davranışı çok insaniydi, dedi... Yani bir insani savunmaydı ve hakçaydı gibi bir his veriyordu. Ben de aynı duruma düşmeyeyim, bire bir yazmış değilim, anlam buna yakındı.


Bunca garabete alışmış olsak da bu ülkede bunu okuyup da birkaç dakika nutku tutulmayan vatandaş olabileceğini hiç sanmam. Bunu diyen edebiyat öğretmeni bir babanın ve en önemlisi halk ozanı Şahsenem Bacı'nın , aktivist, Unosco barış elçisi, yaksan onu dumanı sola ağacak gibi duran oğulları Yavuz Bingöl olunca hele...


Elbette kıyamet kopacaktı. Yenilgiden yenilgiye koşan, ama kendine hiç aynada bakmayan muhalefet bütün yenilgilerin suçunu da yükleyecek kişiyi de bulmuş gibiydi... Ama en vurucusu herhalde Berkin Elvan'ın yaralı annesinin o muhteşem içlenmesi olacaktı: Olsun Yavuz Bingöl, olsun... diyordu. Ben gene senin annen Şahsenem Bacı'yı nerde görsem saygıyla elini öperim.


Yavuz Bingöl, benim de artık bıyığına gıcık kaptığım türkücü, bir günde kisve değiştirmiş, medyada hele sosyal medyada gitarla türkü söyleyen, arpla sarı gelin çalan... bir ucubeye hızla döndürülmüştü... ki Yavuz, gürültüden kimsenin duymadığı bir sesle bile olsa önce özür diledi, sonra da Ahmet Hakan'dan konuşmanın tam metnini yayınlamasını istedi. O da yayınladı...


Tam metinden anlaşıldı ki, YAVUZ BİNGÖL , UNOSCO'nun ta 2000' de verdiği "barış elçisi" ünvanını sanki mümkünmüş gibi sanki her iki taraf da buna olanak verirmiş gibi, fazla benimsemiş, hala kullanıyor: Uzlaşmacı bir dille, solun hatasına da, Cumhurbaşkanının hatasına da aynı mesafede eleştirel durup ortayı bulmaya çalışıyor. O kadar yaşı yok, bu ülke de orta diye bir şey, gri diye bir renk olmadığını bilecek kadar yaşı...Ya da biliyorduysa da unutmuş...

Kimse anlamak dinlemek istemiyor.. Yine de dinleyen ve anlayan var az da olsa. BİNGÖL, bu kez de humanizmanin giysisiyle yaralanmadan çıkabilir.


Ne var ki asıl açmaz o zaman başlıyor: Muhalefetin, iktidara yakınlaşmayla hümanizmadan öte menfaat sağladığını, şirin gözükmek için öyle konuştuğunu iddia ederek suçladıkları BİNGÖL'ü iktidar yetkilileri en yetkili ağızlardan, bundan sonra herhalde eski diye anılacak dostlarına karşı bir savunmaya başlasın, o zaman gör sen... Ya da Bingöl'e bir makam bir kariyer verilsin...


Bu arka çıkma, bu ender talih, BİNGÖL için büyük talihsizlik gibi duruyor sanki… Asıl şimdi açmazda... Bıyıklarını kesse de şirin gözükmesi , kendinin ortayı bulması hayli zor olacak…


- 6 Mart 2018'de MESAM yönetimine el çektirildi, yerine Yavuz Bingöl ve birkaç şarkıcı daha üye atandı. Bilen bilir kayyumluk iyi, bereketli iştir. Hal böyle olunca Yavuz Bingöl'ün de adı geçince "mmm..."denildi, "BİNGÖL muradına erdi, nihayet..."

7 Martta BİNGÖL'ün görevi kabul etmediği üzerindeyse pek durulmadı...-

  • 08.12.2014

17 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/706
bottom of page