top of page

Arama Sonucu

"" için 3687 öge bulundu

  • ŞİİR

    Şiir insanlığımızdır, insanlığımızın özüdür. Şiir dili yaratır, dil şiiri yaratır. Dil ile düşünce koşuttur, koşut olmazlarsa ikisi de gelişemezler. Bu koşutluk bağımsızlığımızdır, özgürlüğümüzdür, Bağımsızlığımızın ölçüsüdür. Kendimize karşı bile… Şiir düşünce özgürlüğüdür. Düşünce engellenemez, Onu kim yasaklayabilir? Benim kafamın içini… Ancak kendim… “Oto sansür…” Onun için “şiir doğrudan olmalıdır” diyor Nazım. Ninemden Yunus’ la geldi şiir. Ona da ninesinden besbelli… Şiir kimi kez bir çığlıktır, kalkışmadır, Yasaları kendi içindedir… Şiir her şeyden önce sevidir, sevgidir. İnsanı söyler ne söylerse… Bütün insancalıkları içinde taşır şiir. Kötüye kullanılamaz… Şiir bütün sanatlarda olduğu gibi, özdedir, özümüzden gelir. Şiirde biçimle yola çıkılmaz. Öz, biçimini kendi alır gelir. Üstü kapalı yollara sapmaz. Bizim savaşımız, düşünceyi dile getirmek özgürlüğü içindir. Düşünceyi dile getirmenin kısa yoludur şiir. Bir ülkede düşünceyi dile getirmekte yasaklar varsa, bu bütün insanlığın sorunudur. Yazın geçmişimizde, “Düşünceyi Dile Getirme Özgürlüğü” adına yaşamını ortaya koyanlar az değildir. Böylesi ozanlarımız hep olacaktır… Şiir, ozanın gerçek yaşamıdır. *** Cengiz Bektaş hakkında 26 Kasım 1934'te Denizli'de doğdu. Orta öğrenimini İstanbul Erkek Lisesi'nde, yükseköğrenimini DGSA Süsleme, Mimarlık Bölümleri ile Münih Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde yaptı. 1959 yılında yüksek eğitimini tamamladı. 1960'ta Alman şehircilik kurslarına katıldı. Almanya'da serbest mimar olarak çalıştı. Orada girdiği iki yarışmada ödül aldı. ODTÜ'ye öğretim görevlisi olarak çağrılınca, Türkiye'ye döndü. 1962-63 öğretim yılında ODTÜ İnşaat İşleri Başkanlığı, Mimarlık işliğini bir yıl yönetti. 1963'te Ankara'da Oral Vural ile birlikte kendi mimarlık işliğini kurdu. 1963–69 yılları arasında yalnızca altı yıl süreyle mimarlık-şehircilik yarışmalarına girdi. 25'in üzerinde ödül kazandı. Cumhuriyet dönemi mimarlık tarihi örnekleri arasında sayılan yapılar gerçekleştirdi. 2 kez Ulusal Mimarlık Ödülü aldı. Akdeniz Üniversitesi (Antalya) Sosyal-Kültürel Özek yapısıyla 2001 yılında Uluslararası Aga Han Ödülü'nü kazandı. Ankara'daki Türk Dil Kurumu yapısı, mimarlarca Cumhuriyet dönemini simgeleyen yirmi yapıdan biri sayıldı. 2014 yılında Uluslararası Mimar Sinan Ödülü'ne layık görüldü. Ayrıca 2016 yılında, Ulusal Mimarlık Sergisi ve Ödülleri'nde Mimar Sinan Büyük Ödülü'ne layık görüldü. 1950'de, Denizli'de yayımlanan yerel gazetede yazdığı köşe yazıları ile yazın yaşamına girdi. 1954'te DGS Akademisi'ndeki, Bedri Rahmi'nin seçici kurulda olduğu şiir yarışmasında birincilik kazandı. 1960 yılında Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türkçe Dergisi'nde Bektaş'ın şiirlerini Türkiye'de ilk kez yayımladı. Şiirleri on altı dile çevrildi. Şiir betikleri ile birlikte mimarlık, kültür konularını işleyen 106 yapıtı vardır. Yurtdışında, yurt içinde sayısız toplantıya katıldı, bildiriler verdi. Uluslararası PEN Türkiye Bölümü bir dönem 2. Başkanlığı, 6 yıl Türkiye-Yunanistan Dostluk Derneği Başkanlığı, 6 yıl Türkiye Yazarlar Sendikası Başkanlığı yaptı. Evrensel gazetesinde 'Yaşama Kültürü' başlığı altında köşe yazıları yazıyordu. Cengiz Bektaş 20 Mart 2020'de aramızdan ayrıldı...

  • Otuz Beş Yaş

    Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder, Dante gibi ortasındayız ömrün. Delikanlı çağımızdaki cevher, Yalvarmak, yakarmak nafile bugün, Gözünün yaşına bakmadan gider. Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allahım bu çizgili yüz? Ya gözler altındaki mor halkalar? Neden böyle düşman görünürsünüz; Yıllar yılı dost bildiğim aynalar? Zamanla nasıl değişiyor insan! Hangi resmime baksam ben değilim. Nerde o günler, o şevk, o heyecan? Bu güler yüzlü adam ben değilim; Yalandır kaygısız olduğum yalan. Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız; Hatırası bile, yabancı gelir. Hayata beraber başladığımız Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir; Gittikçe artıyor yalnızlığımız. Gökyüzünün başka rengi de varmış! Geç fark ettim taşın sert olduğunu. Su insanı boğar, ateş yakarmış! Her doğan günün bir dert olduğunu, İnsan bu yaşa gelince anlarmış. Ayva sarı nar kırmızı sonbahar! Her yıl biraz daha benimsediğim. Ne dönüp duruyor havada kuşlar? Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim? Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar? N’eylersin ölüm herkesin başında. Uyudun uyanmadın olacak. Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında? Bir namazlık saltanatın olacak. Taht misali o musalla taşında. / 4 Ekim 1910’da Diyarbakır’da doğan sanatçı Galatasaray Lisesi’nden mezun olmuştur. Mülkiye Mektebi’ne (Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi) devam etmiş, bir süre de Ankara Yüksek Ticaret Okulu’nda öğrenim görmüştür. Sümerbank’ta memur olarak çalışan Tarancı 1939’da Paris’e gitmiş, Paris Radyosu’nda Türkçe yayınlar spikerliği yapmış ve II. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla yurda dönmüştür. Dönüşünde çevirmenlik yapmış ve Çalışma Bakanlığı bünyesinde bir süre görev almıştır. Geçirdiği kısmi felç sonucu konuşma yeteneğini yitiren sanatçı, tedavi için götürüldüğü Viyana’da 12 Ekim 1956’da 46 yaşındayken yaşamını yitirmiştir. Edebi Kişiliği: 1946 yılında Otuz Beş Yaş şiiriyle şiir yarışmasında birincilik kazanan şair, herkes tarafından ölüm şairi olarak tanınmıştır. Yolun yarısının 35 olduğunu dile getiren şair 46 yaşında ölmüştür. Cahit Sıtkı hece veznine ve kafiyeye sonuna kadar bağlı kalmış, şekle düşkün bir sanatçıdır. Hece ölçüsünde değişmeyen kalıpların duraklarını atarak heceye yeni bir bakış açısı getirmeye çalışmıştır. Garipçilerin etkisiyle yazdığı serbest şiirleri de vardır. Dili son derece canlı, saf ve temiz olan Cahit Sıtkı, uzun cümlelerden kaçmış, bol ve güzel halk deyimleri kullanmış, ahenkli bir dille şiirlerini meydana getirerek başarılı bir üslup oluşturmuştur. Şiirlerinde günlük aşklar, gençlik, insanlık tasaları, mutluluklar, kısa süreli dertler, yaşama sevinci gibi konuları işleyen sanatçı birçok şiirinde kendisini anlatmış; ölüm korkusunu açığa vuran, karamsar bir ruh hali ile yaşama sevgisi arasında gelgitler yaşadığı şiirler kaleme almıştır. Şiirlerinde derin bir düşünce, fikir ve felsefe bulunmamaktadır. Baudlaire’e özenen Cahit Sıtkı, sembolizm ve romantizmin etkisinde kalmıştır. Şiir türü kadar başarı sağlayamamış olsa da deneme, mektup, hikâye, makale gibi türlerde de yazmıştır. Şair, çocukluk arkadaşı Ziya Osman Saba’ya yazdığı mektupları “Ziya’ya Mektuplar” adıyla yayınlamıştır. Kısaca özetleyecek olursak; Sanatta insanı, bireyi ön planda tutmuştur. Ona göre: “İnsanoğlu, dünyanın en zengin madenidir.” Sanat için sanat anlayışına bağlı kalmıştır. Şiirde, sanatını toplumsal ideolojinin emrine vermeyi düşünmemiştir. Başlangıçta şiirleri, Fransız şairlerinin etkisindedir. Daha sonra halk şiirinden de yararlanarak kendine özgü şiir tarzı ortaya koymuştur. Sembolizmin; özellikle Verlaine, Baudelaire gibi şairlerin etkisinde kalmıştır. Halk edebiyatının genel öğeleri olan hece ölçüsünü, deyimleri, tekerlemeleri başarıyla kullanmıştır. “Ölüm”, şiirlerinde en çok işlediği temadır. “Yaşama sevinci” şiirlerinde ele aldığı temalardandır. Otuz Beş Yaş adlı şiiriyle bir şiir yarışmasında birinci olduktan sonra üne kavuşmuştur. Çok yalın ve ahenkli bir şiir dili kullanmış, konuşma dilini şiire yansıtmıştır. Eserleri: Şiir: Ömrümde Sükût, Otuz Beş Yaş, Düşten Güzel, Sonrası Mektup: Ziya’ya Mektuplar * Derleyen :Nurdan B.Aladağ

  • Suyu Çekilen Dalda Kuş Misali

    İmtiyazlı ölüler her şeyin üstünde Eksi kırk derecede soğuk bölgelerde bile İnsanlar yeryüzünden daha alçak Tasası gölgemizde giden günlerin Denize ulaştı mı bilmem ilk insanlar Kadınlar hala gözyaşından ibaret Kravatlı adamlar-hani şu beyaz yakalılar- Yalan alıp caka satıyorlar Emekçinin gururunu acıtarak Komşular kırık değnek sokağın damarlarında Sonbaharın ve her zamanın müşterisi küfür Kış ilerliyor bir konyağın dibinde Şu şapkalı güvenlikçileri hazmedemiyorum Pazar gününü kilitledim eve Ben köpüren kalabalıkların taşrasıyım Japonya denizin vasiyetidir belki Cinnet evinde kasvetli bir oda Şahdamarımdan mezarlar yapıyor Herkesi isminden oydular dünyada Gözleri bir acının penceresi olsun diye Aklım köy evinde soğuk kuyu Suyu çekilen dalda kuş masalı sesim Dizeler içimin haritası öğrenebilirsen Ben hala menevişli bozkırlarda Küfürler sardım tabakamda Kapılar geceyi öğrendi Bıçağın gövdesinde göğe küskün elim İçtiğim sular dar gelir içimdekilere Freud çocukluğuma eşlik ediyor Küçüklüğüme izin vermiyor çocuklar Mart 2020

  • Eylül Sabahının Serinliğini

    Eylül sabahının serinliğini Yaprakların serinliğini Ciğerlerime dolduruyorum Sessizlik ve serinlik Birleşiyor Yıkanmış güvercinler Ve çok uzakta bir tren sesi Her zaman yeniden başlamak duygusu Doğuyor içimde Her uyanışımda Düşmanlarımı bağışlıyorum Daha çok seviyorum dostlarımı Her uyanışımda Eylül sabahının serinliğini Yaprakların serinliğini Yüreğime dolduruyorum

  • GÜNLER PERİŞAN

    yırtarak geçiyor kalbimizden hayatı da törpüleyen zaman şuramızda bir şey var acıya benzer umuda benzer böyle günlerde her şey hem acıya, hem umuda benzer gün ölümle başlatıyor hayatı her şafak taze bir ölünün üstünde doğuyor her sabah ölümü anlatıyor gazeteler sol köşede ölümü kutsallaştıran bir fotoğraf yeni bir cinayetin rontgenini çıkartıyor gövdeme beynim sabırla keskin iğdişliyor haber bültenlerini, yorumları, sahte ölüm ilanlarını bizim ilanlarımız çoktan verilmiştir gelirse de bilinir nerden ve nasıl böyle ölümün yücedir adı ha kan ağacı canım, ha gelincik tarlası çünkü ölümün kanıdır besleyen bir başka baharın tohumlarını şuramızda bir şey var bizi onduran bir şey acıya saran umudu kuşatan kalbim: kalbim mi desem var kalbim :yaşayan ben hayatla, ölümle, cinayetle gazetelerle, radyolarla, eski üniversitelilerle eski prof hocalarla yaşayan ben :geç mi kaldık/ kabul edemem ah benim sevgili annem oğlun da elbet yurtseverden birgün bırakır da sizi yüzüstü yüzüstü değil :elbette bizüstü bırakır da kötü sarmaşıkları, yaban güllerini bırakır da sekiz yüzlük hırtları, şunları bunları giriverir senin sıcacık kucağına yani hem sana karşı, hem senin için giriverir o yanılmaz tarihçinin yaprağına ölüm mü dedin annem ölüm senin gibi güzel annelerin senin gibi güzel çocuklar feda etmiş o tarih atlasında bir kırmızı gül olur ancak koksun diye çocukların bahçesi şuramızda, tam şuramızda kanserli bir virüs gibi kanımıza karışsa da bizi yaşatan günler perişan Arkadaş Zekai Özger Ekleyen Nurten B. AKSOY

  • SİZİN İÇİN

    Sizin için insan kardeşlerim, Her şey sizin için; Gece de sizin için, gündüz de; Gündüz gün ışığı, gece ay ışığı; Ay ışığında yapraklar; Yapraklarda merak; Yapraklarda akıl; Gün ışığında bin bir yeşil; Sarılar da sizin için, pembeler de; Tenin avuca değişi, Sıcaklığı, Yumuşaklığı; Yatıştaki rahatlık; Merhabalar sizin için; Sizin için limanda sallanan direkler; Günlerin isimleri, Ayların isimleri, Kayıkların boyaları sizin için; Sizin için postacının ayağı, Testicinin eli; Alınlardan akan ter, Cephelerde harcanan kurşun; Sizin için mezarlar, mezar taşları, Hapishaneler, kelepçeler, idam cezaları; Sizin için; Her şey sizin için... Orhan Veli Kanık

  • Sen Döşe Mermileri

    Neye olsa ağlarım artık Askerin karısına, domatesin tohumuna Buğdayın ununa, pamuğun kozasına Anamın ak düşmüş saçlarına Bakar bakar ağlarım Çıkar giderim bu kentten Ne varsa gençliğimden, senden Frizotin elbisemi, saten geceliğimi Sakla demişti annem Yirmi dört ayar altın alyansımı da Şimdi silah yapabilirim onlardan Güneş batmadan öte yakasında kentin Sen döşe mermileri Ben tetiği çekerim...

  • Bir Eflatun Ölüm

    kırgınım, saçılmış bir nar gibiyim sessiz akan bir ırmağım geceden git dersen giderim kal dersen kalırım git dersen kuşlar da dönmez, güz kuşları yanıma kiraz hevenkleri alırım ve seninle yaşadığım o iyi günleri, kötü günleri bırakırım. aynı gökyüzü aynı keder değişen bir şey yok ki gidip yağmurlara durayım. söylenmemiş sahipsiz bir şarkıyım belki sararmış eski resimlerde kalırım belki esmer bir çocuğun dilinde. bütün derinlikler sığ sözcüklerin hepsi iğreti değişen bir şey yok hiç ölüm hariç. aynı gökyüzü aynı keder...

  • Yaşama Sevinci

    Bütün güzel kadınlarını bu dünyanın Sevdim, diyebildiğim zaman Bütün kentlerini gezdim, denizlerine girdim Ve artık bir tek taş kalmadı tanımadığım, bir tek yüz, bir tek yer adı Söylenecek bütün sözleri dinledim ve söyledim bütün söyleyeceklerimi Acının bütün uçurumlarına indim ve çıktım sevincin bütün dağlarına Bütün çiçekleri kokladım ve kopardım bütün meyveleri dallarından Ismarladığım yağmur, savrulmadığım yel kalmadı... Bütün haklı kavgalarında dünyanın dövüştüm, diyebildiğim zaman Okudum bütün kitapları, bütün şiirleri yazdım Ve topladım bütün dillerin en güzel sözlerini, sıraladım tek bir sözlükte Bütün mayınları, bütün dikenli telleri ayıkladım sınırlardan Ve bir tek zorba çıkmadı önüme. Bu dünyada acı çeken tek bir insan yoktur, diyebildiğim zaman İşte o zaman ölebilirim. Toprağımda bir çığlık olur da büyür yaşama sevincim...

  • Hasta Ruhlar Ansiklopedisi

    ıslah etmedi beni serptiğin korku ayaklarımın altında uzanan nehir nazik bir iç sesle sırtıma binen cenin çıkıyorum merdiveninden dünyanın korkusuzca tanrı'nın elleri tanrı'nın ayakları tanrı'nın yüzleri tanrı'lara nokta... içimde ölümlü yığıntılar biriken sap ve taneler kuruyan fide, düşen damla, dünden kalma sözler, sıvası dökülmüş dünya ayetleri çakıda unutulan sedefli kaygı söyleyin dirilip dirilip ölenler gömütlerden ne çıkar... eteğimde bir yığın izmarit kokusu göğsüme pencere açıyorum şuursuzluğuma uç veren kadınlar ayrılıktan ibaretim ben benden ne halt çıkar biliyor musun... büyüdükçe küçülen düş sabahçıl kuşlar kadar aç bırakıldım cennetten kovulanlar için marş yazıyorum uygun adım ileri... can alıcı sorular kafamda cebimde gölgesi ihtiyarlamış *zakkum çağrıları ömrümü yontuyorum daha çok sivrilmek için yardım istesem de tanrı'dan ara sıra biliyorum bütün bunlar delilik *ben koşarken de seni seviyorum... şimdi bana para kadar mutluluk resmi çiz diyorlar ç i z m i y o r u m küfür yüklüyorum alayınıza... Foto:Arsen Everekliyan

  • Kaleiçinde Zaman

    Eski Kaleiçi'nde, ta uzaklarda Manolya mı, mimoza mı, müzik mi Şimdi hayal meyal hatırladığım Bir sokakta kayboldu düşüncelerim... Hep o sokak, o ışık, o renkler yaşar Yılın her mevsiminde Kaleiçi'nde Aşı boya, ahşap konak, eski kiremit Göğün maviliğinde, denizin derininde... Bir ağaçtır Kaleiçi'nde zaman Her mevsim yerine her gün çiçekli Evler yıkık dökük ama füsunkâr, Çocuklar yoksul, sokaklar nemli... Servilerin koyu yeşil gölgesi gibi Yasemen de burada uhrevî kokar Değişmez kederi, küsmeden açar Çatlak duvardaki bir hanımeli... "Akşam olur, sabah olur yâr gelmez" Oğlan büyür, kızlar gider, elvermez İskelenin yalnızlığı kâr etmez, Kaleiçi her hasrete katlanır... Eski Kaleiçi'nde, ta arkalarda, Manolya mı, mimoza mı, müzik mi Şimdi hayal meyal hatırladığım Bir sokakta kayboldu düşüncelerim... Mehmet AKSOY (1944-1993) Foto: Nurten Bengi AKSOY

  • Seni Bana Ayırdım

    Dolunayı sana ayırdım Samanyolu sana Çoban yıldızı benim Martıları, denizleri sana ayırdım Irmaklar, dereler benim Yazları, yağmurları sana ayırdım Kışlarda karlar benim Gündüzleri, güneşleri sana ayırdım Bulutlar, buharlar benim Buğdayları, başakları sana ayırdım Gevrekler, simitler benim Balları, petekleri sana ayırdım Arılar, böcekler benim Gülleri, goncaları sana ayırdım Zakkumlar, zimbitler benim Ziyanı yok, kalsa da her hevesim Tek sen benim ol isterim Mayıs 2004

  • EYLÜL

    eylül! daha çocukluğumdan beri size bakardım ben bir yazın azalmakta olan sözcüklerinden nasıl da ansızın sökülürdünüz bahçelerle ve kül dolardı içim...eylül! eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim...eylül! eylül! unuttum sizi dağ kızarır yol sararırdı ve ben dönüşlere bakardım o aman vermez belleğin paramparça güldüğüydünüz aynalarla ve gül dolardı içim...eylül!

  • YAZ BİTTİ

    yazın bittiği her yerde söylenir söylenmeyen şeyler kalır geriye ve sonra hiç bir şey olmamış gibi ağır, usul bir hazırlık başlar uykuya benzer yeni bir mevsime orda, burda, ev içlerinde, kır kahvelerinde, deniz kenarlarında incelen yazın akşam esintilerinde zaman usulca sıyrılır aramızdan ta içimizde duyarız gelecek günlerin geçmişini başka ne gelir elimizden büyük bir uzaklığa gülümseyerek geçiştiririz ıskaladığımız şeyleri yatıştırıcı rüzgarlar dışavurur içimizdeki lodosu, poyrazı, günbatımlarını saklar bizi gözlerimizdeki hüzne dinginlik adını verir "seni iyi gördüm" diyenler biz de iyi hissederiz kendimizi elimizden başka ne gelir ki.. köşe başları, akşamüstleri, kokular, tozar gider zamanın boşluğunda karışır anıların kuytu belleğine belki sonraları bir gün hatırlanır aynı kederle yazın bittiği her yerde söylenir söyleyenler inanır bir şeylerin sahiden bittiğine yaz biter eskir geceler, serin, hüzünlü yeni mevsime hazırlık: ömrün teyel yerleri bir yanı telaş, bir yanı ürperten yaz sonu ikindileri çıkarır sizi dalgın derinliğinizden yaşadığınızı duyarsınız teninizde bir zamanlar okumuş olduğunuz kitapları özlersiniz sıcak odaları, beyaz temiz yastıkları ahşap panjurları yaz bitti bitmeyen şeyler kaldı geride yaz bitti yaz bitti yüksek sesle söylüyorum bunu kendime her yerde söylendiği gibi yaz bitti yaz bitti hiç bir şey hiç bir şey hiç bir şey yalnızca üşüyorum şimdi...

  • Farklı Bir Ayrılık Başlığı Bul

    İlgili kadınlar durağı canın nereye isterse acımı oraya bırak... Sözler saatini çoktan aştı dört mevsim gözlerinden geçiyorum haberin yok... Kiraz ağacından düştüm gömleğim kanadı... Acının rengini sildim kaldı bana akrep sevdası ayrılıkların merhametli olsun... Derde düşüyorum, başımla gözümle başım gözüm dertte benim kitabın ortasından taştım yok okuyanım... Biliyorum dünyanın en güzel yalanları sendedir... Görmüyor musun ağırdan alıyorum hayatı ilgili kadınlar durağı...

  • MUTLULUK BENİM ŞİRİNİMDİR

    Ben hiç turna görmedim Ama tanıyorum turnayı türkülerden Biri bir turnalı türkü tutturursa Hele de trendeysem Hele de hapisteysem Yitirmişsem sevdiklerimi Oy dağlar dağlar Geceler böyle olmazdı her hal Ayrılık getirmezdi kucaklaşmalar Durup iç çekmeler Kıyı köşe ağlaşmalar Ölüme kurtuluş denmezdi her hal Sevişmek suç sayılmazdı Yasamak böyle çile Mutluluk dilesem birine Ağlayasım gelir ardından Mutluluk benim şirinimdir Oy dağlar dağlar Nazım'ı hiç görmedim ben O çıktı ben girdim içeri Gördüm toprağını o acı gülün O kus ancak o bahçelerde Nesini anlatayım ben özgürlüğün Gün olur zincire vurulmaktır özgürlük Gün olur göğsünü gere işlik çalmaktır caddede O çekip gitti buralardan O çekip gitmeden önce Bilmezdim gitmenin ne olduğunu Simdi kim gitmelerden söz etse Karanlıkta bir baba sessizce öpüyor çocuğunu Yapın bunun resmini Yapın bunun heykelini Müziğini şarkısını Yapın bunun romanını Oy dağlar dağlar * EK: Nurdan B.ALADAĞ

  • Bir Dünya Kurdum

    'bir dünya kurdum düşümde bir kelebek kadar güzel uyandım yok! uyanıkken bir dünya kurdum kıyısında bir denizin bir martının havalanışı tarifinde uyudum yine yok yerle gök arasındaki karanlığı yok ettik düşteş yığınlarla uyandık sabah ne yoksul ne aç ne esir tüm çocuklar…’ çocuk gülüşündeki düşlerimiz inadı hiç bırakmayacak ve elbet bir gün düşten sıyrılıp koşarken tüm çocuklar el ele işçilerin alın teri gibi kokan ekmek herkesin olacak ne dikenli teller ne mayınlar olacak masmavi göğün altındaki toprak canlı ne varsa onunla var olacak kötülüğün ayırdığı canlar çoban yıldızlarımız olacak buğday mevsimi gibi olaca barışa ve hürriyete kucak açan gülüşlerimiz

  • Mafima

    Bekle zamanın ayrığında Bela denizinde solan gülleri, Hakikat güneşinde cevelan elleri. Yanağının mızrabında iki büklüm Ateş çeşmeleri kıyısında sevda örüntülerinin. yazgısında hayaller intihar rüzgârının yolcu etmekte bahaneleri semaya açılmamış zuhur çiçeklerinin güvertesinde gezintiler. Gözyaşlarının zavallı ölümsüzlüğüne eşlik şanson şarkıcılarından ezgiler. Nereye kazıldı ki eşsizliği sözlerin Mutlak umarsızlığa yelken açmış gözlerin. ve solmakta hediyenin bitimi yarınlarda Aramak imkânsız seni ten örgülü tuzaklarda.

  • Ölüme Yakın Bitme Garantili Aşk Fısıltıları

    solgun bir gece koynumda sensizliği yazmaktan yorgun düştü kalem artık etimi burkmuyor yokluğun bıraktığın acı düşlerimde semender gözlü kızlar kapıda bağırıp duran hayat sensiz yürüdüğüm yollar var karanlık evler insanlar göz yuvaları darmadağın 'ayizman`ın cehennemindeyim göğe çekilir ruhum isa adıyla birazdan... kuş sütüyle büyüyen küçük bir masaldım gedik sırtında cüceydim bir arpa boyu boyumu aşan devler ülkesinde belki kahramandım belki korsan deniz aşırı ülkelerde... avuçlarım ateş gibi sıcak sayılı günleri biten takvim satıldım düş pazarında 'ceplerimde hacı yatmazlar fark ettim yüzüm biçimsiz yeşile çalmıyor hayat gösterişini yitirdi aşk ve pul döktü derisini sanrı... sönmek üzere dünyalık gözlerim göğsümde ölü bir saadetin hüznü yaşamak neydi, damda duran telaş neydi ? bulamıyorum aklıma bir çıkış yolu... ağır geldim etimle kemiğimle kaldıramadı düşmüş yüzümü tanrı kabulsüzlüklerden reddiyelerden ve kendimden yoruldum bıçağın sırtında sınama beni...

  • Ceyhun Atuf Kansu 100 Yaşında

    Ceyhun Atuf Kansu’nun, bu yıl doğumunun 100. yılında çeşitli etkinliklerle anılacak olmasına ne kadar sevindim bilseniz. Sıcacık yüreği halk sevgisiyle dolu bu çocuk doktorunu sevmeyen var mıydı? Var olmalı ki, Atilla İlhan’ın “1940 karanlığı” dediği yıllarda bir taraftan Numune Hastanesinde çalışırken diğer yandan Altındağ’da çocukların dertlerine derman bulmak için bir muayenehane açtığında, peşine gizli polisler takmışlar. O da bazı aydınlar gibi Avrupa’ya kapağı atma yerine Turhal Şeker Fabrikası’nda görev alarak burada 11 yıl çocuk doktorluğu yapmış. “Kızamık Ağıdı”nı, “Dünyanın Bütün Çiçekleri”ni o yıllarda yazmış olmalı. “1960’lı” denebilecek benim kuşağım, onu Varlık dergisindeki okumaya doyamadığımız yazılarından tanıdık. Bir an önce öğretmen olup karanlıklar içindeki köylerimizi aydınlığa çıkarmak için yanıp tutuştuğumuz heyecanlı gençlik yılları. “Bir Kasaba Hekiminin Not Defteri”, hele hele “Köy Öğretmenine Mektuplar” yazı dizilerinin bizde uyandırdığı halka hizmet coşkusunu nasıl unutabiliriz. Bu nedenledir ki, 1967’de kız kardeşim Fatma ile Ankara’ya geldiğimizde ziyaret etmek istediğimiz birkaç kişinin başında geliyordu. Çalıştığı Etimesgut Şeker Fabrikasında ziyaretine gittik. Bizi beyaz önlüğü ile karşıladı. Söyleşimizin tadını unutamam. Bu görüşmede, Fatsa’da çıkarmakta olduğumuz İleri Köy gazetesi için kendisinden yazı istediğimde memnuniyetle kabul etti. Az satışlı da olsa taşrada çıkan dergilere yazı yazmayı bir görev biliyordu. Babası Nafi Atuf Kansu gibi Cumhuriyet’in kurucu bir ailesine mensup olan Ceyhun Atuf Kansu, Kurtuluş Savaşı hakkında “Sakarya Meydan Savaşı” gibi destanlar ve Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok yazı yazdı. “Havza Yollarında Mustafa Kemal” şiiri gibi derin bir halkçılık romantizmiyle yazılmış başka bir şiir yoktur. Onu 19 Mayıslarda okul törenlerinde çok okuttuk, Türkçe derslerinde inceledik. Cumhuriyetin halkçılık ilkesinin nasıl ayaklar altında olduğunu biliyordu. İsmail Hakkı Tonguç’la da hısımdılar ve onunla aynı ülküleri taşıyorlardı. 1977’de Ankara’ya gelip yerleşmemden sonra birkaç kez karşılaşmamız olmuştur. Birinde onu Kızılay’da yalnız yürürken gördüm. Hemen koluna girdim ve hem yürüyor, hem sohbet ediyorduk. Söz arasında dedim ki: “Üstadım, siz yazılarınızda Atatürk’ü hep halkın içinde gösteriyorsunuz. Oysa hakkında yazılanlardan onun 1930’lu yıllarda Çankaya Köşküne çekilip halkla bağının zayıfladığını biliyoruz. Siz de biliyorsunuzdur.” Verdiği yanıt çok önemliydi ve bu nedenle hiç unutmadım. Bir baba edasıyla omzuma dokundu ve dedi ki: “Bilmez miyim, bilmez miyim? Canım öyle istiyor da onun için öyle yazıyorum!” 17 Mart 1978’de Hacıbayram Camiinden kalkacak cenazesine giderken, cami avlusunun onu sevenlerle dolup taşacağını sanıyordum. Avluda 30-40 kişi görünce büyük bir hayal kırıklığına uğradım. Gençliğimizin, öğretmenlerin ilgisizliğine üzüldüm. Demek ki devrimcilikte mangalda kül bırakmayan yeni nesil devrimciler, halk sevgisini şiir ve yazılarına dökmüş, Türk edebiyatının doruğunda olan, bu nedenle de Şairlerimizin Cumhurbaşkanı olarak anılan Ceyhun Atuf Kansu’nun farkında değillerdi. Onun Kuvayı Milliyecilikten süzülüp getirdiği halkçı damarın farkında değillerdi ve millî demokratik devrimi bu mirasın üzerine bina etmeyi düşünmüyorlardı. TÖS’ün ve TÖB-DER’in ilk kuşağı da mücadeleden çekilmişti ve TÖB-Der dergisinde Köy Enstitüleri anılmaz olmuştu. Onun yerini Sovyetlerdeki “Politeknik” edebiyatı almıştı. 2003’te Ulusal Eğitim Derneği’ni kurduktan dört yıl sonra 8 Mart 2007’de Bolu İzzet Baysal Üniversitesinde düzenleyeceğimiz bir eğitim kurultayı için Bolu’ya giderken oğlu Işık Kansu ile birlikteydik. Kitapları üzerinde konuşurken her birinin telif haklarının satıldığını öğrendim. Biri dışında. O benim hayranı olduğum 1964’te tek baskı yapmış “Köy Öğretmenine Mektuplar”dı. Hemen bu kitabı dernek yayınları arasında basmaya talip oldum ve Işık da bu isteğimi kabul etti. Kitabın kapağına koyduğumuz köy çocukları fotoğrafı onun şiirlerindeki temayla ne kadar da uyum içindeydi. Onlar Kansu’nun en güzel çiçekleriydiler. Buram buram memleket kokan… Kitap fuarlarında kitaplarımı imzalamak için tezgâh başında otururken bazı okuyucular kitaplarımdan hangisini tavsiye ettiğimi sorduklarında “Köy Öğretmenine Mektuplar"ı gösteriyor ve tek bir kitap alacaklarsa bunu almalarını öneriyordum. Ertesi yıl (2008) ikinci baskısını yaptık. 11 yıldır yeni baskısı yapılmadı. Öğretmenler, çocuklarımız için Kansu’nun ifadesiyle “Balım Kız Dalım Oğul” diyen bir ruha sahip olmazlarsa eğitim hizmetini ancak mekanik bir öğretim olarak yürütebilirler. 59 yıllık yaşamında 10 şiir kitabı, 11 deneme, 3 tıp, 2 çocuk kitabı sığdıran Ceyhun Atuf Kansu’nun 100. Yaşı ile ilgili programlar, şu karanlığın gitgide koyulaştığı ve umutların sönmeye yüz tuttuğu ortamda, arkamızı sağlam bir kaleye dayama duygusunu uyandırabilir. Tarih boyunca iyi insanların yapıtlarıyla yarattığı dünya, hep böyle sağlam birer kale görevi yapmıştır. (21 Şubat 2019)

bottom of page