top of page

Arama Sonucu

"" için 3687 öge bulundu

  • BURSAda Nostaljik Bir Gezinti

    KİTAP/ EMİRSULTAN HEYKEL ARASINDA * BASIM:2020 * 2014 yılında yitirdiğimiz ünlü edebiyatçı Marquez anılarını dile getirdiği Anlatmak İçin Yaşamak adlı kitabında “Hayat, insanın yaşadığı değildir; as'lolan, hatırladığı ve anlatmak için nasıl hatırladığıdır” demiştir. ... Yaşımız büyürken, yıllar geçerken Bursa da değişti ve eski kimliğini yitirdi. Yazdıklarım önce birkaç sayfaydı. Anılar geldi sayfalara yerleşti. Yazmak için 1960-1980 yılları seçtim. Neden bu yıllar derseniz bu yıllarda Bursa kimliğini korudu, gelenleri içine aldı. Ama seksen sonrası gelen göç içinde boğulup gitti, sadece boğulmadı, kimliğini de kaybetti. Metropol da olamadı. Sadece nüfusu fazla olan bir şehir oldu. Şehri yönetenlerde bunun farkında olduğu için ha bire kimlik arıyorlar; Felsefe şehri Bursa gibi. En ironik olanı bir zamanlar şehir girişine asılı olan Kalite şehri Bursa ibaresiydi. Kimliğini kaybedince kişiliğini de kaybedersin. Şehrin yerlileri azınlığa düşüp, bir de yerel iktidarı kaybedince şehir kimliğini iyice kaybediyor. Onları da anlamak lazım, bu şehirle ilgili anıları yok ki? Şair, “Saçımızı hangi yöne tarasak çirkindik” demişti. Demişti ama ceplerimizden birer tarak ve arkası kuşlu aynalar eksik olmazdı. Papatya fallarının revaçta olduğu yıllardı. Falımız seviyor çıkana kadar zavallı çiçekleri yolardık. Aşklarımız da platonikti. Bazen bir bakışa ömür verdik. Hit parçamız; Seni Uzaktan Sevmek, Aşkların En Güzeli şarkısıydı. Fransız yazar Roland Barthes: “Şehir bir yazıdır, okur onu istediği gibi okur” diye yazmış. Ben böyle okudum, umarım farklı okuyanlar da çıkar, okuduklarını yazıya dökerler. ...

  • ADA BAHAR

    ADA Basılı Dergi BAHAR 2019 ... / Dergiyi görmek ve okumak isterseniz resme ya da buraya tıklayınız

  • ADA KIŞ 2020 SAYISI

    maviADA SEÇKİ * KIŞ 2020 * BASILI DERGİ (Okumak için resme TIKLA) / İÇİNDEKİLER 3 Fadime Y. Karoğlu 5 Niyazi Uyar 6 Fuat Özgen 7 Nurdan B. Aladağ 9 Nurten Bengi Aksoy 11 Muhsine Arda 13 Zeki Sarıhan 14 Yusuf Aksoy 14 Bengi Su Akarca 17 Arsen Everekliyan 18 Aycan Aytore 20 Şenol Yazıcı 22 Birgül Kızılkaya 23 Deniz Kavukçuoğlu 24 Derin Zorlu 25 Esra Odman İyier AYRICA: Bülent Ecevit / Murathan Mungan / Eray Canberk / Cemal Süreya / Ahmet Erhan / Edip Cansever / İlhan Berk / Attilla İlhan / Bedri Rahmi Eyüpoğlu / Ömer Hayyam * DERGİ KİMLİK maviADA 2020 Genel Yayın Yönetmeni Şenol Yazıcı Editör: Nurten Bengi Aksoy, Aycan Aytore Katkı Verenler: Fadime Y. Karoğlu (Yalova) Niyazi Uyar (İzmir) Yusuf Aksoy (İzmir) Nurdan B.Aladağ(İzmir) Muhsine Arda(Bursa) Fuat Özgen(Yalova) Zeki Sarıhan(Ankara) Derin Zorlu(Denizli) Arsen Everekliyan (Kayseri) EMAİL: adamavi@gmail.com (Katılım EMAİLledir) YAYIN ADASI: www.adadergi.com Posta Kutusu: 30 Ulucami / BURSA Dergimiz İnternetten yayın yapar. Olanak ve değer yazı bulursa yayınlanan yazılardan basılı seçki dergi yayınlar. Dergimiz KIŞ 2020 sayısı çıkmış, 12 Şubat Çarşamba günü maviADA üyelerine dağıtımı tamamlanmıştır. *DERGİYİ OKUMAK İÇİN TIKLAYIN (1 Nisan'dan itibaren)

  • ADA Güz 2019

    maviADA DERGİLERİ 39 / ADA 4 GÜZ basılı dergi / GÜZ 2019 28 sayfa, renkli kapak Okumak isterseniz buraya ya da resme TIKLAYIN /

  • KimseSİZ günlükleri

    2002'de Mayısta oldurulan, ilk sayısı 2002 Kasımda çıkan KimseSİZ dergisi, maviADA'nın bereketli tohumu oldu. Bulunulabilen bütün sayıları, yazıları, yazarları, anıları... özetle yer alanlar için şimdi hani benim gençliğim nerde dedirten ... nostaljik günlükler... KimseSİZ GÜNLÜKLERİ'ni görmek için TIKLAYIN ÖNEMLİ: KİMSE-SİZ DERGİSİNİN BÜTÜN SAYILARINI,YAZI ve YAZARLARINI GÖRMEK İÇİN BURAYA TIKLAYIN *

  • Bir Dergi ve Anımsattıkları

    Bir Alçakgönüllü Savaşçı ŞEHİR dergisi * Derler ki genç yaşta dönemin belalı hastalığı verem nedeniyle vefat eden Zonguldaklı Şair RÜŞTÜ ONUR Şehir Dergisini ilk tasarlayan... "Bir hayali vardı Rüştü Onur’un… Yaşasaydı eğer, Şehir dergisini çıkaracaktı. Okurları şairlerle, yazarlarla buluşturacaktı. 12 Eylül 1940’da Necati Cumali’ye yazdığı mektupta söz eder dergiden ilkin: “Ey benim mektuplarıyla huzur bulduğum ve avunduğum kardeşim. Şehir’de buluşacağız. Her ne pahasına olursa olsun Şehir çıkacak. Şehir, okuyucusunun karşısına yeni bir atmosferle çıkacak…" Ömrü yetmediği için dergiyi çıkaramadı Rüştü Onur. Yıllar sonra onun bu isteğini vasiyet​​ olarak kabul eden İbrahim Tığ, 2 Aralık 2004 tarihinde yazar dostları Fahrettin Koyuncu ve Orhan Tüleylioğlu ile birlikte çıkarmaya başladı dergiyi. Dergi Zonguldak’ın tek şiir ve edebiyat dergisidir. Böylesine onurlu bir görev üstlendiği için kutluyorum İbrahim Tığ’ı…” Bu yazının tamamını okumak isterseniz , ZOGULDAK BÖLGE HABER gazetesinde yayınlanan yazı için Bura'ya tıklayınız. RÜŞTÜ ONUR kim mi? Popüler kültürden nasiplenmemiş, Zonguldak gibi sanatın taşrasında 1950'li yıllarda yaşayıp ölen bir şairi bilmek kolay değil... Ama şunu bilirsiniz: Hani vardı ya, Yılmaz Erdoğan'ın yönettiği, Kıvanç Tatlıtuğ'un da yer aldığı KELEBEĞİN RÜYASI filminde anlatılan kısa ömrüyle hüzün yumağı şair, o işte. İbrahim Tığ, Rüştü Onur'un hayalini, vasiyet almış. Çıkardığı bölge gazetesine ek olarak ŞEHİR dergisini çıkarmaya başlamış. 13 yıldır dergiyi ayakta, Rüştü Onur'un anısını da canlı tutmayı başarmış. maviADA'ya ilk başladığım günlerde İbrahim Tığ'la birkaç kez MAİL'le iletişimimiz olmuştu, belleğim yanıltmıyorsa o zamanlar bizde de yazan Öner Yağcı konuluydu iletiler ya da başka bir şey... ama hepsi o kadarla kaldı. Tığ vefalıdır. O gün bugündür ŞEHİR dergisi adresime gelir. Ben de maviADA süresince bu alçakgönüllü görünümlü, formatını hiç değiştirmeyen, ama içeriği çoğu şatafatlı koca ciltli dergiye göre dopdolu dergiye yer vermeye çalışırım. Bu kez postaneye gitmeyi ihmal edince biriktikçe birikti. Belirttiğim gibi hepsi okunmaya değer yazılarla dolu ŞEHİRleri nasıl bitireceğim, nasıl değineceğim, öyle gözüken nezaketsizliği nasıl açıklayacağım, diye düşünüyorum. Sahicilikten başka kolay yol yok. Onu denemeli... * Bekletip hiçbir şey yazmamaktan iyidir deyip ŞEHİR destesinden birini çekiyorum. Elime gelen sayı Kasım- Aralık 2015... Üfff... Görünen bir yıldır bakmamışım kutuya. Derginin kapak konusu , DOSYA da diyenler var: Sennur Sezer. 2015 güzünde aramızdan ayrılan şair SEZER'in yaşamını, kitaplarını Öner Yağcı yazmış. Öner Yağcı'yı ŞEHİR'de görmek beni sevindirdi. Niye derseniz uzun bir hikaye ama özetlemesem de olmaz. Bu dünyanın güzel yanı magazin tarafıdır. Dağıtıma verilen çok dergiye bakın, sermayeleri budur. Herhalde bunca senede biz de öğrendik; sureti haktan gözüküp birine... ne biri alanındaki herkese belden aşağı çalışmayı... Gene bunlar iyi, bazıları tetikçi tutar, hiç tanımadığın, hem de seninle ilgili tek kelam bilmeyen bir adem ver yansın eder, eben oymuş gibi... Eeee, ne sandınız sanat dünyası bu, Ortadoğu masum kalır. Neyse bir ara ŞEHİR dergisinin ağır topu Burhan Günel'di. Bizimle olan deneyiminden de anımsadığım gibi Burhan Günel sevmediğini elinden gelse yaşadığı şehre sokmazdı, mümkün mü aynı dergide yazacak? GÜNEL'in ağır hastalık döneminde, belki hayata isyan, belki ağır tedavinin etkisi, ortaya çıkan aforozcu ve linççi tavrına çok kişinin yanı sıra eski arkadaşı Öner de uğramıştı. Haklılığını haksızlığını bilemem beni de ilgilendirmez kuşkusuz, ama olayı iyi biliyorum. Nereden mi? YAĞCI'nın anlattığı bir yana, GÜNEL'in gönderdiği ama dergiye koymadığım bir yazısı nedeniyle bizzat bana yaptıklarından tabi. Ne yani o asrın felaketi haline gelmişken onun ve internet tetikçilerinin hakaretlerinden nasiplenmezsem kendimi kaale alınmıyor görürdüm. maviADA'da başlangıçta yazmayı kabul edip yazan ama ilk yazısından sonra da eski arkadaşı, yıllarca dergisine yazdığı Arslan Bayır'ı "dergiye sokmamam" koşulunu getiren Günel'di. Kabul etmeyince ondan dört yıl sonra yeniden bir yazıyla yer almak için geldiğinde , nasıl yaptıysa Yağcı'yla daha iyi dost bildiğim, Zeynep Aliye'yi de yanına alarak bu kez Öner Yağcı'yı çıkarmam için baskı yapacaktı. Ben de Anadolu delikanlısı havasında konuğum olanı feda etmem diyerek, hazırlanmış dergiden Zühal Tekkanat eliyle "koysunlar yazımı" diye haber gönderse de Günel'in de, üstüne hiç farz olmadığı halde olaya taraf olan Aliye'nin de yazılarını dizgiyi bozma bahasına tümden çıkaracaktım. Tabi GÜNEL, gururuna yediremeyecek iş bununla bitmeyecek, bir gece İnternet'ten topladığı sözde yazar çizer, gerçekte şahsiyet fukarası tiplerin tamtamlarıyla dergiye ve bize en ağır hakaretlerle, suçlamalarla saldıracaktı rahmetli. Ölümcül hastalığını biliyordum, ağzımı bile açamadım, katlandım. O dönem çok kişiyle çok daha ağırını yaşadığını, bir kaç kişinin de mahkemeye verdiğini duymuştum ama zoruma gitse de hasta birine yapamazdım, düşünmedim, Öner niye yapmadı bilmem, çünkü ona yaptıklarının yanında bana yaptığı devede kulaktı. Sadece o günlerde Öner'in yaşadığı üzüntüye tanığım, telefon görüşmelerimizde bile konu oydu. Olmaz mı, bu eski arkadaşının haline hem üzülüyor, hem de onun her türlü anlam ve hakaret içeren çok ağır suçlamaları nedeniyle üçüncü kişilere geniş açıklamalar yapmaya mecbur hissediyordu kendini. Öte yandan da kişisel yorumum, belki yumuşayıp ateşkes yapar diye Burhan Günel'i onurlandıracak etkinliklere davet ettirmeye uğraşıyordu, habire. maviADA'ya Burhan Günel'i sokan da oydu. Onca yıllık arkadaşlığımızda sağ olsun Öner Yağcı, defalarca benim etkinliklerimde yer aldı, ama bir kez bile beni bir etkinliğe önermemiş ya da çağırmamıştır, birilerine de yaptığını sanmam, birini önerip yani kefil olup da kötü olmayı göze almayacak dende akıllıdır o; ama Günel'le aralarında kıyamet koparken bile ona şirin durmaya gayreti büyük özveriydi. Düzenlediğim etkinlikte Öner'in ısrarıyla Burhan Günel'e de rol vermiştim, garipti ama ancak sonradan anlayacaktım; Günel gelecek diye kendisi son anda kalp krizi geçirmiş(!), gelmemişti; gerekçesini sormamıştım, ama galiba onu anlamak o kadar zor değildi. Bunu merhabamız hala süren ikisiyle de hiç konuşmadık ama sanırım Zeynep Aliye'yi de kurup güya Burhan Günel ya da mahalle adına benim üzerimde baskı kurmaya çalışan da Öner'di: Öyle etkilenmişti eski bir subay olan Burhan Günel'in salvo atışlarından... Yaşamayana korkunç bir ruh hali gibi dursa da derin bir borçluluk hissediyor gelirdi bana. Ve Burhan Günel de doğru damarı bulduğuna emin, kavga ettiği kişileri sık sık değiştirse de Öner Yağcı'yı ve Arslan Bayır'ı hiç ihmal etmez, döner gelir kazmayı hep aynı yere vurur da vururdu. İşte bu yüzden Öner'in ŞEHİR'de yazdığını görmek beni mutlandırdı. Kaygılarının izleğinde dolaşmanın insana terapi etkisi vardır. ŞEHİR'in 3. sayfası yitirilen değerlere ayrılmış bir giriş yazısı. Ahmet Muhip Dranas 4 ve 5. sayfanın konuğu, Ahmet Köklügiller'in yazısında ünlü şiir Fahriye Abla'nın yanında başka örneklerle sürüyordu yazı. 6 ve 7. sayfalarda yine bir tanıdığa denk geliyorum. maviADA okurlarının şiirlerini iyi anımsadığı Asım Öztürk'ün Acının Dili Yok yazısına ayrılmıştı bu sayfalar. Ülkenin içinden geçtiği karanlığa değinen Öztürk yazıyı gene "şiirevi" diye bitirmiş. Geçmişte sık sık görüştüğüm Öztürk'ten de çoktandır ses alamadığımı anımsadım, oysa kalem arkadaşlığından öteydik güya, dergi varken. Ne oluyordu böyle: Ben mi kayboldum, onlar mı? Gözlükleri değiştirmeli. Ahmet Günbaş, maviADA'da birkaç yazısıyla yer almış Avni Cinözoğlu'na adadığı şiirle yer alırken, Döndü Açıkgöz "AH" şiiriyle 9. sayfada... Rahmetli Avni Cinözoğlu da önce hevesle maviADA'ya gelip ardından dönemdaşı Günel'in zorlamasıyla kusura bakmayın diyenlerdendi. Hüseyin Alemdar, İbrahim Tığ'ı ve Rüştü Onur'un anısını diri tutmak için verdiği emeği anlatıyor, "Benim Şeker Yavrum"da... ve L.Ş diye bir hanımdan söz ederken "arkadaşımdır ama ben de işkillendim..." demesi ilgimi çekiyor. L.Ş bir devir Burhan Günel'le olan çatışmamızda takma bir adla bizden yana Günel'e karşıymış, alınacak haklı bir intikamı varmış savıyla arkadaş olmaya soyunmuş, dergide birkaç yazıyla yer almış, Burhan'la olan yakın dostluğunu, hatta ona yaptığı iyilikleri başka kaynaklardan bildiğimden düşmanlığını sahici bulmamış, durumdan nemalanmaya çalıştığını söyleyip dergiden kovmuştum. Aynı kişi bu kez gerçek adıyla İstanbul'da bir etkinliğimde düzenleyenlerin isteğiyle yer aldığında tanımazlıktan gelmiştim, ama söz verdiği etkinliğe gelmediğinde de sevinmiştim. Orada sahne psikolojisiyle tahammül edemeyebilirdim. Dobralığını bildiğim ALEMDAR "zararlı böcek" diyor, yumuşatarak. Kalpten katılıyorum, evet bu dünya sanattan daha çok zararlı böcek üreten bir fabrika gibi... Belki de yazmak insan ruhunu çok eşelemek gibi bir eylem, kurcaladıkça zor zaptedilen neyimiz varsa geminden boşalıp ortalara saçılıyor. Sayfa 11-13'de Oğuz Tümbaş "...YÜZ YAŞ'LILAR" yazısında erinmemiş, araştırmış doğumlarının 100. yılında kimi sanatçıları ele almış. 13. sayfada Hıdır Işık bir şiiriyle yer alıyor. Bildiğim kadarıyla ŞEHİR'in kuruluşunda da yer alan Fahrettin Koyuncu, Zamanın Eleğinden yazısında günlüklerinde değişik konulara değinerek birlikteliğini sürdürüyor. Cezayir Menekşesi Uğur Olgar'ın şiiri. Gezemeyenlere Gezi Kitabı, Mehmet Özçataloğlu'nun bir gezi kitabı üzerine notlarını içeriyor. Sonraki sayfada Abdullah Şanal İşte Hayat adlı şiiriyle yer alırken, Ömer Faruk Batman'ın da bir şiiri var. 18. sayfadaki Dokunan adlı şiirin sahibi de bir eski maviADAlı: Taner Cindoruk. Suya Damlalar, Fevzi Gönenç'in oy pusulalarındaki kalabalığı eleştirdiği bir yazı. Engin Hamamcı Neşet Ertaş'ı konuk etmiş. Sayfa 22'de Sayfa Açık Mektup-6 ile Müslüm Kabadayı var. BAĞ BOZUMU, Ali Acartürk'ün öyküsü. Devamında Ayşe Kaygusuz DÜŞ/GÖRÜŞ adlı öyküsüyle yer alıyor. Yine aynı sayfada E.L.T adlı şiirle Şen Çakır var. 26-27.sayfalar toplu şiirlere ayrılmış. Keşke bu şiirleri böyle yığma yapmak yerine öteki sayfalara dağıtsaydı diye düşünüyorum. 12 yıllık ŞEHİR'in olanakları var gibi geliyor bana, sonuçta bir yerel gazetenin eki ve örneklerine göre ucuz olsa da parayla satılıyor. Sayfaların tasarlanması o denli yük olmamalı. Okurları bunu hak ediyor. Seval Arslan, Bir Işık ...Bir Çıngı yazısında Atatürk'ü anlatıyor. 30. sayfada Ferhat Gülsün Hepimiz Kardan Ölü yazısıyla yer alırken Gelen Dergi ve Kitaplar son sayfa 31 de... Arkaya da dergiye omuz veren bir reklam almış. ŞEHİR' de bazıları zayıf kalsa da çoğu yazı yüze çıkar nitelikte... Zayıf yazılar dergi sahibinin suçu değil, imece dergilerin ortak kaderi. Şu anda var olan dergilerde yazanların büyük bölümü bir devir maviADA'da yazan belki orada yetişmiş kişilerdi. O zaman dergilerin yapısal sorunları benimkiyle aynıdır, eminim. Aynını yaşardım. Çok iyi çalışmaların yanında bazen olmayacak bir yazı da olurdu. Üstüne üstlük gönderen bilmem kaç yıllık abone ya da derginin itibarlı konuğu... bir de acıtarak koyman için ısrar eder. Düzeltip koysan bu kez o edebi şahesere zarar verdiğin savı çıkar ortaya. Ben yazısını koymam için yalvaran birine rızasıyla yaptım bunu, adam sonradan sermaye yaptı, on yıldır benim ihanetimi her fırsatta her yerde anlatıyor. Bu süreçte kendisi kazaen bir de Nobel alsa artık halimi düşünün, galiba yazacak yer bulamayınca oturup kendi fanzin dergisini çıkarıyor şimdi ve benim reklamımı yapıyor. Ne yapacak yayın yönetmeni, oturup kendi dolduramaz dergiyi, hoş. O zaman yazarım diye ortaya çıkan, bayramlıkla ev kıyafetini ayırmayı bilirse sorun kalmayacak ama herkes yırtık pırtık, ütü görmemiş eşofmanlarla AVM'lerde... Bu kız evde kalmaz da ne olur? Dedik ya bu hoş görülmesi gereken bir kusur, hatta günümüz baskı olanaklarını düşünürsek ŞEHİR'deki abartılı gözükmeye başlayan Diyojen hali de özgünlük denilerek hoş görülebilir, ama artık bir bağımsız kapak eklemeli ve sayfa tasarımına çeki düzen vermeli İbrahim Tığ. Ömrün uzun olsun ŞEHİR... * BU SAYIYLA -yani bir yıl önce- 90. Sayısına ulaşan, ederi 7 L. olan dergiden edinmek isterseniz ibrahimtig@gmail.com adresine yazmanız yetecektir. * 2016, ŞEHİR DERGİSİ, SAYI 90

  • Şehir Dergisi 102.sayı

    Zonguldak’ın tek kültür ve edebiyat dergisi olan Şehir, 102. Sayısıyla okur karşısında. Zoguldak'ın ilçesi Devrek’te 13 yıldır yayımlanan Şehir edebiyat dergisi, Mart 2017 sayısında kapağına, 1940 Kuşağının toplumcu-gerçekçi Şairi A. Kadir’i taşımış. Dergi A.Kadir ile ilgili bir de dosya sunuyor okurlarına. Genel Yayın Yönetmenliğini İbrahim Tığ, Sorumlu Yazıişleri Müdürlüğünü ise Celal Ş. Telci’nin yaptığı derginin yıllık abonelik ederi 96 lira... Nitelikli yazılara açık derginin yazışma adresi de şöyle: Bölge Haber Gazetesi, 67800 Devrek-ZONGULDAK, Tel-faks: 0.372.5568362 İletişim: ibrahimtig@gmail.com

  • Şehir Dergisi

    * …Ama HAZRETİ ALİ İdolümdü. * ŞEHİR dergisinin bu sayısını okurken aklıma ünlü halk kahramanları ve onlarla ilgili söylenceler geliyor durmadan. Zaloğlu Rüstem, Battal Gazi, Hazreti Ali… ve onun Zülfikar’ı… Ana kültürümüzün egemen küresel kültürün tecavüz ve işgaline uğramadan ardından zorunlu nikahına girmeden hemen önce hayallerimizin başkahramanları… Bugüne değin Hazreti Ali’nin çocukluğumun Süpermen’i olduğunu neden hiç düşünmediğim de aklıma gelenlerden... Oyle ya ben Alevi değildim, adının bile anılmadığı bir coğrafya da büyüdüm, dinsel çatışmaları, mezhepler tarihini öğrenmeme daha çok vardı, ne Ebubekir’i bilirdim, ne Osman’ı. Ama ALİ, adaleti, cesareti, azmi, bilgeliği,hep kötüyü kesen Zülfikar'la idolümdü. Halkın belleği ve kültürü egemen iktidarın yön verdiği bellek ve kültürle çoğu kez ayrıdır, bazen yoldaşlık ettiği zamanlarda da ayrıntıda farklıdır gene de. Haksız da değil; biri kural koyan öteki uyan sonuçta. Halkın gerçeğini okumak isteyen yönetici erkânı belki de işe oradan başlamalı. Hazreti Ali’yi Trabzonlu bir Sünni’nin hem de 20’sine değin katı bir Ortodoks olan bir Sünni ’nin neden böyle tutkuyla sevdiğini anlayamayandan, bunu sadece ithal bir ideolojiyle ya da yerel bir mezhep farkıyla açıklayan ahmaktan, bu ülkeye siyasetçi de, nikah kıyacak müftü de yapmamalı. ŞEHİR dergisi 108. Sayısında yakın zamanın toplumsal idolü Yılmaz Güney’i dosya konusu olarak ele almış… Bir efsaneyi yani… Oysa yazının bulunuşundan sonra efsanelerin sonu gelmiştir sayar, bilim adamları. Yılmaz Güney’se günümüzün etiyle kanıyla aramızda yaşayan, ergenliği geçenlerin çoğunun yakından da gördüğü bir sahne oyuncusu… Yaşayan, az da olsa hala filmlerini izlediğimiz, reklamlarda gördüğümüz, dizilerde kılıktan kılığa giren Cüneyt Arkın gibi, Kadir inanır... gibi hem onların çağdaşı, hem aynısı bir aktör… Ama o daha ötesi olmayı başarmış; gerek yaşadığı dönemde gerekse sonrasında mazlum ve ezilen çaresiz geniş kitlelerin sahici bir kahramanına, yaşayan idolüne dönüşmüş. 1984’te 47 yaşında ölen, yaşasa 80 yaşında olacak olan Yılmaz Güney sadece bir sahne oyuncusu, sinema sanatçısı değil, yazar, şair, senarist, yönetmen ve ait olduğu siyasete Anadolu uyarlaması yorumlar getiren bir düşünür de olmayı başarmış kısa ömründe. ŞEHİR dergisinin bu dosyasında yer alan ilk yazıda Yılmaz Arslan, Yılmaz Pütün’den Yılmaz Güney’i ,dünyanın en güzel “çirkin kralını” yaratan etkileri anlatıyor. Bu etkilerin başında annesi kadar, yazdığı bir hikâye nedeniyle onu hapse tıkan devlet de vardır. Hatta eğitimini artırmak için olsa gerek 47 yıllık ömrünün 11 yılında onu hapislerde konuk eder. Bir yanı sinemacı şair Hüseyin Alemdar, “ Dağ ve YOL imgesi annene yaslanıp en son ne zaman ağladın Yılmaz?... “ başlıklı yazısında içsel bir diyalogla Yılmaz Güney’i ve 114 filmini şiir diliyle anlatıyor. Duran Aydın, Adanalı Yılmaz Güney’le tanıştırıyor bizi. Bununla da yetinmiyor, bir dem Adana’da ikamet eden şair ve yazarlarla Güney’in çocukluğunu geçirdiği coğrafyayı dolaştırıyor, imgeli bir dille… Mahzun Doğan Son Söz şiiriyle “ göğün bulanık bakışlarına aldırmadan, sen ki kendi vaktinle yürürdün bozkır evlerinin yılmaz güney posterlerinden kızılay’a…” diyerek dosyaya katılmış. En güzeli Boynu Bükük Öldüler , adlı kitabıyla 1972 Orhan Kemal Roman Ödülü’nü kazanan Yılmaz Güney “Bu Alemde Kral Tanımam” adlı şiiriyle “Sen sıcak yatağında rahat uyurken Ben ise parçalanmış vücudumun acısıyla mahkeme duvarlarına Yaslanmış, gelmeyen karanlığı bekliyordum Dedim ya gülüm ben bu alemde kral tanımam…” diye sesleniyor yıllar öncesinden. Gerçekten bunun üzerinde de ciddi ciddi çalışılmalı. Sahnede işini yaparken türlü rolleri bir elbise giyip çıkaran bir adam nasıl bu toplumun büyük bir kesiminin idolü olmayı başardı. En önemlisi toplum hangi vazgeçilmez ihtiyaçla onu ruh yarasına merhem yapıp sardı. Kısaca idöller caresizliğin öteki adıdır gelir bana, kişisel çaresizliği anlıyorum da bir toplum çaresizliği nedir, çok derin konu… 13 YILDIR, HERŞEYE RAĞMEN… diyerek yolculuğunu sürdüren dergide İbrahim Tığ’ın, geçtiğimiz günlerde yitirdiğimiz şair Onur Şenli ile yaptığı ünlü Agora Meyhanesi şiiri üzerine söyleşisi okunması gereken yazılardan. Görünen gördüğü ilgiyle her geçen gün boyut kazanıp 40 sayfalık olan ŞEHİR’in arka kapağını Bedri Rahmi Eyüpoğlu iki şiiriyle süslüyor. Otuz sekiz kişinin yer aldığı dergide sözü edilebilecek daha çok yazı ve şiir var. Sıralarsak: -Bir Çirkin Adam!...Yılmaz Güney. Yılmaz Arslan: Yılmaz Pütün’den Yılmaz Güney’e Evrilen Bir Efsane Halil İbrahim Özcan: Çoktardır Gece Hüseyin Alemdar: Sahi, Sen Gittin gideli Defterlerim Yılmaz Güney! Yılmaz Güney: Bu Alemde Kral Tanımam Duran Aydın: Benim ‘Adanalı Yılmaz Güney’im M.Mahzun Doğan: Son Söz Can Ceylan: Öğretmenin Aşkına Asım Öztürk: Yine Geç Mi Kalıyoruz? İbrahim Tığ: Onur Şenli ile Agora Meyhanesi Üzerine… Döndü Açıkgöz: Koruyucu Melekler Arif Madanoğlu: Bilmek Panzehir Susmak Tehlike Taner Cindoruk: O Kadar İhsan Baran: Afrika Menekşesi Abdullah Şanal: Adı Liyla Şiirin Süleyman Şahin: Yeni Sevdim Seni Ferhad Gülsün: İki Yalnızlık Bekir Dadır: Korkak Kedi Erdal Atıcı: Yitip Gitmek Bir Şehrin Sokaklarında… Ata Devrim: Heidegger, Descartes ve Kant Bülent Güldal: Göz masalı Şerif Temurtaş: Haykırışlarla Girdim Geceye Fahrettin Koyuncu: Gafil Uyanamadım Şerif Tezgörenler: Gelinciğin Eteklerinin Ürperişi Hanifi Yiğittekin: Patlıcan Duası Sedat Sezgin: Haftada İki Gün F. Ünsal Eliaçık: Müge Öğretmen Felek Yılmaz: Büyük Beden: Dikiş Makinesi Emre Küçükoğlu: Anma Bedri Rahmi Eyüboğlu: Karadut / Yiğidim Aslanım / Sitem Zonguldak Devrek’te yerel bir gazetenin paralı eki olarak çıkan Şehir dergisinin ederi 8 L. Yıllık sürdürüm bedeli 96 L. Genel Yayın Yönetmenliğini İbrahim Tığ, Sorumlu Yazıişleri Müdürlüğünü ise Celal Ş. Telci’nin yaptığı derginin yazışma adresi şöyle: Bölge Haber Gazetesi, 67800 Devrek-ZONGULDAK, Tel-faks: 0.372.5568362 İletişim: ibrahimtig@gmail.com

  • Önemli Bir İş Yapmak İstiyorsan...

    Öğretmen Dünyası 40 yaşına bastı. Öğretmen dergiciliğinde bu bir rekor... Milli Eğitim Bakanlığı bile çıkardığı dergileri politikalarındaki istikrarsızlık nedeniyle bu kadar uzun süre yayın hayatında tutamadı. Öğretmen Dünyası’nı, bir grup öğretmen 12 Eylül 1980 darbesinden dokuz ay önce Ocak 1980’de yayımlamaya başladı. Derginin 40 yıla varan bu uzun yolculuğunu hiç tökezlemeden başarmasının sırrı nedir? Derginin yıldönümlerindeki toplantılarda bunu birkaç kez anlattım. Bu nedenlerin en başında, davasına inanmış bir kadro tarafından kurulması ve devam ettirilmesi gelmektedir. Bu dava, eğitimde halkçılık davasıdır. Herkes eğitim olanaklarına kavuşmalı, eğitim parasız olmalı; halk çocukları bilimle donatılmalıdır. Bir öğretmene bundan daha çok heyecan verecek bir dava olabilir mi? Bu, Türkiye halkçılığının 60 yıllık mirasını omuzlamakla mümkün olurdu. Dergi, bu alanda daha önce nefes tüketmiş, mürekkep harcamış eğitimcilerin deneyimleriyle, mücadeleleriyle 1970 kuşağının mücadele ve özlemlerini birbirine bağlamıştı. Caydırıcı çok etken vardı. İlk olumsuzluk 1970 sonlarına doğru iyice keskinleşen devrimciler arasındaki bölünmeydi. Dergi bu olumsuz gruplaşmayı reddederek işe başladı. Hiçbir partiden, gruptan emir almayacak, halkçı eğitime hizmet eden herkesi bünyesine alacak, bütün öğretmenlere hitap edecekti. Görevden almaların, tutuklanmaların, gazete-dergi kapatmaların yaygın olduğu bir devirdi. Dergi mensupları bunların çoğuna maruz kaldı. Yayın yasağını ise “okullara sokulmasının yasaklanması” biçiminde yaşadı. Onun kadroları hep güzel günlerin geleceği inancından güç aldı. Dişle tırnakla dayandılar ve hayata tutunmayı başardılar. Boşalan kadroların yerini yeni arkadaşlarla doldurdular. Öğretmen Dünyası, “Yazı Kurulu” adı verilen bir yönetim kurulu tarafından yayımlandı. Bu kurul da temsilcilere ve okurlara vekâlet ediyor gibiydi. Onlar atamayla değil, mevcut kurul tarafından gizli oyla seçilerek bu görevlere geldiler ve seçimleri her yıl yenilendi. Yazılar tartışılıp oylanarak dergide yer aldı. Burası bir demokrasi okuluydu. Ekonomik baskılar, vergiler, cezalar karşısında yılmak olmazdı. Yüzbinlerce öğretmen vardı ülkemizde. Onlardan başka dayanılacak bir güç yoktu. Defalarca kampanyalar açıldı, yardım toplandı ve derginin bu yolla yaşaması sağlandı. İlgiyle okunmayan bir derginin yaşaması mümkün değildir. Dergi bunu biliyor, kitabi bilgiler yanında alandan bilgi üretmek için anketler, sormacalar düzenliyor, okuyucuların görüş ve eleştirilerine yer veriyordu. Bu geleneksel sayfaların bir kısmı bugün de sürüyor. Öğretmen Dünyası, birçok kampanya yürüttü. 1995’te paralı eğitim ve eğitimde özelleştirme çabaları yoğunlaştığında Eğitim Hakkını Savunma Komitesini kurarak kampanyalarında 80’e yakın kuruluşun desteğini aldı. Emniyet bu komiteyi dağıtınca Dergi, Ulusal Eğitim Derneğinin kuruluşuna önderlik etti. Sonra dernekle dergi hukuken de birleştiler. Dergi yayıncılığı kitap yayıncılığı ile beslendi. Kurtuluş Savaşı Günlüğü’nden Sıdıka Avar’ın Dağ Çiçeklerim’ine, M. Rauf İnan’ın ve Talip Apaydın’ın anılarına, Aydın Köksal’ın yabancı dille öğretimi eleştiren kitapları da içinde olmak üzere onlarca kitabı başta eğitim topluluğu olmak üzere düşünce dünyamıza kazandırdı. 1986’da başladığı Cumartesi Konferansları ise katılımcıların bilgilenme ve tartışma platformu oldu ve 30 yıldan beri süren herhalde en uzun konferans ve söyleşi dizisidir. M. Rauf İnan’dan başlayarak yaklaşık 30 kişilik bir seçici kurul tarafından her yıl bir eğitimciye Eğitim Onur Ödülü verilmesi de yıllardır basının ilgisinden uzak sürüyor. Bir tarihte, sendikacı bir arkadaşla yapılacak ortak toplantı tarihini kararlaştırmak istiyorduk. Haftanın öteki günleri gelemeyeceğini söylediğinde “Pazar günü toplanmamıza ne dersin?” diye sordum. “Yoo, pazar günleri hiç olmaz. O günü evimde ailemle geçiririm” demişti de hayret etmiştim. “Ben önemli bir iş yapmak istiyorum” diyenlerin gecesi gündüzü, cumartesi-pazarı mı olur? Öğretmen Dünyası, İsmail Hakkı Tonguç gibi cumartesi-pazarı olmayanların dergisiydi ve 40 yıldır dayanmasının bu anlayışa borçludur. Gelecek güzel günlere inanacak, kitlelere güveneceksin. Dişini sıkacaksın. Terleyeceksin biraz. Şimdi, sayıları bir milyona ulaşan bir öğretmen kitlesinin olduğu, sendika ödentilerinin bile bakanlık bütçesinden karşılandığı koşullarda “Bağımsızlıkçı, Aydınlanmacı, Halkçı” Öğretmen Dünyası gene zorluklarla savaşıyor ve onun genel yayın yönetmeni Nazım Mutlu, öğretmenleri abone olarak dergiye sahip çıkmaya çağırıyor Bu ocağı yanar halde tutmak gerekir. Bunun için öğretmen kitlesinin en canlı unsurlarına dayanmaktan başka yol olmadığını dergi tarihi kanıtlıyor. 1980’den 2011’e kadar 31 yıl, içinde bulunduğum derginin tarihini yazma görevini bana vermişlerdi. Bu nedenle o tarihe kadarki yazı kurulu kararları ve yazışmaları içeren klasörleri, dergide koyacak yer de kalmadığından eve getirdim. Böyle bir tarih yazmak Kurtuluş Savaşı tarihini yazmaktan daha kolay olmayacaktı. Derginin kuruluşuna kadarki süreci yazdım. 40 sayfa tuttu, orada durdum. Çünkü bu büyücek bir kitap olacaktı ve kitap yayın ve dağıtım olanakları gitgide zorlaşmıştı. Tarih olmamış bir kurumun tarihini yazmak da doğru olur muydu? Arkadaşlarla şakalaştık. “Dergi kapandıktan sonra yazsam daha iyi olacak” dedim. “Sen daha çok beklersin, dergi kapanmayacak” dediklerinde “Siz de daha çok dergi tarihinin yazılmasını beklersiniz” dedim. Şimdi bir ikilem içindeyim. Tarihe karışmamış bir kurumun tarihini yazmak doğru mudur? Ya dergiden önce ben hayattan çekilirsem onun tarihini yazacak biri olur mu? Ne yapsak acaba? Ne dersiniz? (13 Ocak 2019)

  • Anadolu'da Bir Mum Yakmak

    / SÖYLEŞİ: Şenol YAZICI'YLA Anadolu, Sanat ve Hayat Üzerine: Olimpos Kültür Sanat Dergisi_1. sayı Ocak 2011 14 Aralık 2010, 13:32* / Anadolu'da Bir Mum Yakmak ya da Kurbağadan Fil Yaratmak / “Bugün, ortada bir gariplik varsa, bunda 12 Eylül sonrası ortaya çıkan kimlik bunalımının tohumladığı yoz edebiyatın ve insanı yaratan ve ona ruh kazandıran analarımızın büyük sorumluluğu vardır. Çünkü onlardır her toplumda İNSAN YARATMA ATÖLYELERİ...” Özetle Şenol YAZICI: "İnsan Savunduğudur, Sanat Yalnız İnsanın Kadim Başkaldırısıdır, diyen yazar, Trabzon’da doğdu. Trabzon Öğretmen Okulunu bitirdi. Sivas'ta İlkokul öğretmenliği yaptı. Ardından Edebiyat Fakültesini bitirip Uşak, Adapazarı, Trabzon, Yalova, İzmir ve Bursa'da Edebiyat öğretmeni olarak çalıştı. Eğitim Yönetimi alanında lisansüstü eğitim gördü. İlk öyküsü yayınlandı(1979) Televizyon, radyo programları yaptı. Gazete ve dergilere yazdı. 1997'nin sonunda ilk kitabı 'Selam Söyleyin Ayışığına' nın birinci baskısı çıktı. Kitabın ikinci baskısı aynı yıl Bumarang yayınlarınca yapıldı(1998). 1999'da "Benim Kimsem Olsana" adlı öykü kitabı yayımlandı.. 'Kitabın 2. Baskısı, denemelerini içeren 'Sevgili Yaz Annem adlı kitabıyla birlikte çıktı. ( 2000) Yalova'da öğretmenken yaşadığı deprem nedeniyle önce İzmir'e ardından Bursa'ya taşındı. 2002' Mayıs'ında bir grup arkadaşıyla kimseSİZ kültür sanat edebiyat dergisini kurdu. Dergiyi 2004‘te kapatınca Internet’te hala yayınını sürdüren maviADA sitesini kurup iki yıl düzenli olarak ( www.adasanat.wixsite.com/maviada ) yönetti. 2005 yılı sonunda toplumsal gerçekçi sanatı payda alan maviADA dergisini kurdu. Aynı dönemde İstanbul’da bir yayınevinin yetişkin edebiyatı bölümü yayın yönetmenliğine başladı. BAĞBOZUMU romanı(2006), AŞKARAYAN öykü(2006) kitabı yayımlandı. AYZAMANI (2007) şiir çıktı. EFSANE (2009) BUZDAN KALELER (2009) adlı ilk gençliğe yönelik kitapları yayımlandı. BUZDAN KALELER’in ikinci baskısı 2010 , 3. baskısı Ocak 2011'de yapıldı. ADA(deneme) kitabı 2011 Ocak ayında çıktı. Şenol YAZICI’ın YAZAR ve ÜTOPYA (deneme) ve GÜNEŞE DOKUNMAK (roman) adlı internetten elektronik kitap olarak yayımlanan kitap çalışmaları da bulunuyor. 2011’de maviADA üyelerinin bir bölümünün yer aldığı , kendisinin iki sayıdan sonra yer almayacağını baştan belirttiği Olimpos_Bursa adlı dergiyi tasarladı, kurdu. Yöneticilerine teslim etti. maviADA DERGİSİ: Köklerini 2002'de kurulan KimseSİZ dergisinden alan, toplumsal gerçekçi sanatı payda yapan, kültür sanat içerikli tüm ülkeye dağıtımı yapılan dergi 2005 te Şenol Yazıcı tarafından kuruldu. Temel ülküsü, kültür sanat adına planladıklarını aile saydığı üyesiyle yapmaktı. Beş yılda bizzat Cengiz Aytmatov’un katıldığı “Aytmatov Dosyası”, ülkenin ileri gelen çocuk edebiyatçılarının yer aldığı Çocuk Edebiyatı” , olmak üzere çok sayıda dosya, onlarca büyük etkinlik, söyleşi gerçekleştirdi. Tüyaplara katıldı. Başta Bursa ve Yalova olmak üzere belediyeler adına programlar düzenledi. Dergi yazarlarının ilk kitaplarının basılmasına aracılık ve yardım etti. ”Okur Yaratma” (http://okuryaratma.sitemynet.com) ve “Genç Sanat” (http://gencsanat.mynet.com) projelerini üretip söyleşiler yaptı.. Yazarları arasında Cengiz Aytmatov, Zülfü Livaneli, Demirtaş Ceyhun, Can Dündar, Ece Temelkuran, Prof.Dr.Ramazan Korkmaz… gibi irili ufaklı isimler bulunan ülke genelinden büyük ilgi gören maviADA dergisi, basılı dergi olarak çıkmaya ara verdi. Yayınını internetten sürdüreceğini duyurdu. Yıl 2020 ve halen de maviADA adıyla yayınını sürdürmekte. * OLİMPOS DERGİSİ: “Kurbağadan Fil Yaratmak ” dosyamız, Anadolu’da kültür sanat yapmanın, dergi çıkarmanın zorluklarını, bunun yanında onurunu da içeriyordu. Osmanlı zamanında sadece saltanatın değil, batıyla ilişkileri yoğun, hatta uzun zaman ilişkisi olan tek kent İstanbul, ekonominin sanayinin, siyasetin, paranın ve de sanatın merkezi olmuş. Günümüzde kimi alanları başka kentlerle paylaşsa da gücünden pek bir şey yitirmedi, sanatın başkenti hala İstanbul’dur. Bu konuda söyleşi için her iki deneyimi de İstanbul ve taşra’yı da tam anlamıyla yaşamış / yaşayan Şenol Yazıcı’yı düşündük. Sanat, edebiyat çalışmalarına, geleneksel olarak İstanbul’dan başlayan, ama şimdi taşrada da yapılabileceğini kanıtlayan, kimse-SİZ ve maviADA dergilerinin genel yayın yönetmeni, on kitabı olan yazar Şenol Yazıcı’yı bulduk. Davet ettiğimiz büromuzda genelde edebiyat, kültür sanat, ülkemiz ve dünya üzerine, özelde dergi gerçeği konusunda söyleştik. Söz sözü açtı. Böylece, aşağıdaki ilgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz yazı ortaya çıktı. Olimpos Dergi: Adettendir; kimdir ŞENOL YAZICI? Şenol YAZICI: Peki, geleneğe göre de yanıtlayalım o zaman. Üniversite de edebiyat eğitimi gördüm, edebiyat memurluğu, yani edebiyat öğretmenliği yaptım. Bu arada memur olmadığım bir alanda kitaplar yazdım. Beş kitaptan sonra dergicilik geldi başıma. Şimdi şiirden denemeye, öyküden romana on bir kitabım var. Son sekiz yılımı, dergiciliğe ayırdım. OLİMPOS Dergi: Genelde kültür sanat, dergiler ve taşrada sanat yapmak üzerine konuşalım, diye düşündük, ne dersiniz? Şenol YAZICI: Doğru olur. Ülkemizde Osmanlıdan bugüne kültür ve sanatın tek merkezi oldu, hep: İstanbul. Oradan başlanırdı sanata. Yakın zamana değin, çoğu yazan çizenin dergilerden başlangıç yapması da bir gelenek, dahası zorunluluktu. Dergiler yazarı asıl tüketicisine, eleştirmenine ulaştırır, kendini sınamasını, bir tür notunu almasını sağlar. Başarılı olanlar sürdürür, okurlarını artırır, ardından sanatın başkentine sıçrama yaparlar, ulusal ya da küresel yaygınlığa ulaşırlardı. Yani her dergi bir yazar okuludur, aslında. Biz de kurguyu öyle kurduk. kimse-SİZ ve maviADA dergileri çok yazar yarattı, daha önce hiç yazma deneyimi olmayan, hatta yazmaya çekinenlerin kendine geliştirmelerine, kitaplarını yapmalarına yardımcı olduk. Okurla yüzleşen, alkış alanın yazma cesareti de artıyor. Kimileri, katıldıkları yarışmalarda ülkenin en büyük ödüllerini aldı. Kitapları çıktı. Şimdi ülkenin birçok yerinde yazıp çiziyorlar. Olimpos Dergi: Yani siz de yazan herkes mi yazar oldu? Şenol YAZICI: Keşke bunu diyebilsem, kimisinin salt gelişkin egosu oldu. Bu yetenek kadar sabır ve çalışma işi de. Kimse başlangıçta en iyisini yapamaz. Varlık dergisinin ya da bir başka derginin eski sayılarına bir göz attığınızda, o günün ünlülerinin yanında, sonradan ünlenecek yazarların, şairlerinin ilk görücüye çıkış fotoğraflarına da denk gelirsiniz. O solmuş sayfalarda şimdi ulaştığı yerde görkemli duran birçok ünlünün alçakgönüllü, heyecanlı nabız atışlarını hissederiz. Kimi isimler yitip gitmişken, kimisi de büyümüştür. Okurla yüzleşmeden yetkinliği ne olursa olsun yayınevlerinden, sanat dünyasından itibar göremezdi. Bu da sanatın kırılmayan gelişim zinciri gibi bir şeydi ve yanlış değildi… O nedenle söylene söylene bir efsaneye dönen, anıtsal dergiler vardır bizde. Serveti Funun, Varlık, Yeni Ufuklar… gibi daha adını sayamadığımız bir çok dergi… İlgili ortamlarda çok adları geçen, ruhani birer derviş tekkesi gibi duran, aydınlar, yazarlar, çizerler tarafından en azından özgeçmişlerinde adları onurla yazılan bu dergiler, oluşan kutlu halenin dışında çoklukla bir tek insanın büyük emeğini, aşkını ve inadını taşırlar. Onlar, üretenin bu dünyasını tüketirken garip bir çelişkiyle öteki dünyasına artılar taşıdığı varsayılan birer ömür törpüsüdür. Anadolu’da bir şey yapmanın ya da olanaksıza özenip başarmanın yani ‘kurbağadan fil yaratmanın’ da mucizevî örnekleridir de… Bu yaratılışı, sanatsal beklentileri farklı insanları biraz daha yakından anlamak ve tanımak için başlattığınız bu dosya çalışması hem çok anlamlı, hem de başlangıç için yakışır buldum. Kutlarım. Olimpos DERGİ: Teşekkür ederiz. Genelde sanat, özelde edebiyat sizce nedir? Şenol YAZICI: Toplumsal düşünce ve insan yaratma atölyesi. Bana göre bir toplumda yaşayan insanları yaratan, değerlerle donatan ya da olanı geliştiren, ruh veren iki temel güçten biridir edebiyat… Öteki de analar… Okullar,çevre de eklenebilir, ama temel bunlardır. Taştan Çıralar: Analar? İlginç bir yaklaşım ki doğru olabilir. Peki, bu iki güzellik yaratma atölyesi “ başarılı oluyor mu sizce? Şenol YAZICI: Güldürmeyin, bu ortamda nasıl olacak o? Üretime herkesin katıldığı, fırsatların, kazanımların emeğe oranlı dağılımının gerçekleştiği bir düzen oluşmadan, edebiyattan da hayır bekleme, sanattan da, insandan da… Yani önce sistemi, ardından insanı reform edeceksin… O düzgün ortamdan sağlıklı etik insanlar çıkacak… Çocuğu yalnız doğuran, büyüten değil, ona ruh da kazandıran anaların rolü unutulabilir mi? İyi edebiyatı, iyi sanatı yaratacak olan onların yetiştireceği iyi insandır. Var olan çoğu güzelliklerin iyi insanların yaratıcısı anadır, ama kötüleri Hitler’i de doğuran, terbiye eden bir anne vardı . Bir toplumda analar iyi yetiştirilmişse o toplumdan korkma. Anayı da kim yetiştirecek , düzgün ortamlar, sağlıklı etik insanlar ve gene bir ana… Çocukların ilk öğretmenleri anneleridir, son öğretmenleri de… Onlar iyi edebiyat yapacaklar. Ama şimdi edebiyat sınıfta kaldı, çünkü yaratacak insan ruhu girdapta, büyük bir akıntıda… O zaman anaları iyi eğiteceksin, bu insanları edebiyat ve analar dışında kim uyutabilirdi bu kadar? Hiç bir edebiyat yaşananlar karşısında başarılı olamıyor, olamaz. Olsa olsa onun şakşakçısı, yağdanlığı, alkışçısı olup sermayeyi doğrultur. Bugün, ortada bir gariplik varsa, bunda 12 Eylül yılgınlığının, sonrasında ortaya çıkan kimlik bunalımının tohumladığı yoz edebiyatın ve insanı yaratan ve ona ruh kazandıran analarımızın büyük sorumluluğu vardır. Bizde böyle de dünya farklı mı? Sorunların bir bölümü dünyanın öte ucundan başlıyor zaten. İnsanın bu denli bozulduğu, çaresiz kaldığı bu ortamda hiç bir edebiyat yaşananlar karşısında başarılı olamıyor, olamaz. Olsa olsa onun dalkavuğu olup kendini kurtarmaya bakar. Mithat Yıldız: Bu bizi yeni bir dinin gerekliliğine mi götürür? Şenol YAZICI: Dinle kastettiğiniz küreselleşme altında dünya ticaret tekellerinin dayattığı tektipleştirmeye karşı koyacak ortak, etik insanı yaratacak inanç, ülkü birliği verecek olansa, öyle. Şu gözden kaçırılmamalı. Sistemin ya da partinin ya da ideolojinin ürettiği adı ne olursa olsun kutsal değildir. Kutsal olan insandır ve onun iyi yaşama hakkı. Buna hizmet eden her yol doğrudur. Olimpos Dergi: Bir yönlendiren edebiyat olmalı mı? Toplumcu edebiyat gibi… Şenol YAZICI: Olumluya yönlendiren bir edebiyat gerekir, doğru, ama dayatan edebiyat değil, bu sanatın doğasına aykırı… Bu bir görüş salt, Tanrı kelamı değil ki. Realizm gibi, Romantizm gibi, Dadaizm gibi bir bakış açısı… Bu söylem güzel gelmiş bize, belki bir çıkış olarak gözükmüş, açmazımıza. Gorki’nin devlet desteğiyle başlattığı edebiyat komün hükümetinin anlayışının resminden başkasına izin vermiyordu. Gorki edebiyatın devlet memuru ve heykeli olmayı başardı, ama Şolohov’u, ama Solsjenistin’i görmezlikten geldik. Bizde de ithal düzenlerle idare edenler de sözde halktan yana edebiyat yapıyormuş söylemleriyle bir ideolojiyi, Karl Marx’ın siyasi görüşlerini poetik sosla sundular edebiyat adı altında. Marx buna inansaydı, şiir yazardı, roman yazardı. Marksizmi öğrenmek isteyen gider Das Kapital’i okur. Biz de kendimiz üretemeyince sorunlu halimize uygun geldi bu bakış açısı ve sarıldık, hele 60–80 arası. Kendi gerçeğimizle bağlantısını çok kurmadan, sanattan bir şey katmadan, imge yoksunu, didaktik, siyasi, ekonomik, sınıf mücadelesi içeren sloganlar… çok bir zaman edebiyat oldu bu ülkede. Büyük sorunlar içinde bocalayan kitleler de bir umut diye tuttu, ama ondan gününü aşamayan modeller ürettik, bugüne geldik. Herman HESSE ta o zamanda değiniyordu aynı sorunsala, ama kim aldırış ediyordu bu yanına? Nitekim yetmişli yıllarda sadece devrimci toplumcu edebiyat değil bir de ülkücü toplumcu edebiyat göverdi. Şimdi o iki taraf nerde, aradan kimler sıyrıldı, görülüyor. İslamcı edebiyat yükselişte... Yazarın sadece ideolojinin enerjisine sarınmış, insana dayatan hiçbir düşünce tarzı edebiyat olma olgunluğuna ulaşmamıştır bence. Kişi olarak dilediğinizi düşünebilirsiniz, ama yazar olarak. Evrensel olmanız gerek. Balzac, aristokrat özentisi bir köylü, Goethe kralcı ve aristokrattı, ama yapıtları evrenseldir. Tabi ki sanat insan merkezli olmalıdır, insanı hiçleyen, insana düşman bir sanat doğası gereği olmaz zaten. Çünkü alıcısı odur, tüketicisi de, yaratanı da… Ama o insanı bir düşüncenin kulu yapmak yerine, özgürleştiren bir edebiyat olmalı; sisteme insandan yana muhalif, ütopyalar üreten, çözüm için dayatmayan ama seçenek sunan, toplumsal gerçekçi edebiyatı yeğlerim bu anlamda. T.Ç.: Ülkemizde kültür ve kitaba bakış açısını nasıl buluyorsunuz? Şenol YAZICI: Sanat altın çağını kuruluş döneminde yaşadı. Atatürk dönemindeki yeni ülkenin doğru yapıtaşlarını oluşturmak ve tek tek yerine yerleştirmek gayreti bir daha olmadı. Ne öyle yönetici geldi, ne öyle bir hava… Sonradan Amerika’dan esen rüzgarlara bağlı olarak kültür ve sanata savaş bile açtık bir ara. Sanatçıları tutukladık, hatta öldürdük, kaçmaya zorladık. Bugünse ötekilerden kötü değil tavır, istenen değilse de. Benim bir gördüğüm olumlu gelişme, okullarda okumanın gerekliliğine inanıldı. İletişimin hızla geliştiği günümüzde bu gereklilikten çok bir koşuldu aslında. Şimdi yazarla, kitapla ilgili etkinlikler düzenlenebiliyor. Gerçi bugün Bursa’da belli yayınevlerinin dışındaki yazarların okullara girmesi gene zor, ama bu ticari tekellerin el altından dayatması. Yani ahlak sorunu. Hükümetin bir kanadı var bu işi iyi bilen, dershaneler açan, kitaba, iletişime yatırım yapan bir kanat; bu pazarı iyi görmüşler, sanata kitaba özgürlük gibi yapıp kendilerine ortam hazırlamışlar, biz de o arada birkaç kez gittik, yararlandık ama artık kimseyi sokmaya niyetli değiller... Olimpos: Sanatın Başkenti İstanbul’dur, sözü doğru mu? Taşrada bir şey yapmak bu kadar zor mu? Şenol YAZICI: Yukarda sözünü ettiğimiz ulusal sorunlarımız bunun belirleyicisi. Taşra olanaksızlık demek, o zaman salt sanat değil, her şey zordur. Sanat bizde aristokrat kimliğini, kentli giyneğini,, Cumhuriyetin ilk yıllarında ve 60- 80 arası moda etkiyle bir süre çıkardıysa da kozası gene kentti. Biz de sanatın gelişimin son iki yüzyıla kalması kent yaşamına toplu geçişin de bu yüzyılda hızlanmasındandır daha çok. Bin yıl ya başka uluslarla ya da devletiyle savaşan ya da konargöçer hayvan yetiştiren Anadolu halkının varsıllık, yerleşiklik, bolca zaman ve gelişkin estetik anlayış isteyen sanatı geliştirmesi beklenemezdi. Geliştirse bile o freskleri, vitrayları hangi anıtsal yapıya uygulayacak, şiirlerini, öykülerini hangi seçkin zümrenin beğenisine sunacaktı? Saray şaire bahşişle bakmasaydı Divan Edebiyatı mı olurdu? Camiler çiniye ilgiyle yaklaşmasaydı ne İznik, ne Kütahya olmayacağı gibi… Doğal değil mi bu, sanat gönül işidir, marifet de alkışa tâbi. Neden cami mimarisi bizde gelişti de, yapı yapsatçıya kaldı? Kentli hatta başkentli kaldı sanatımız. Hala İstanbul buluşlu olmayan hiçbir sanat ürünü itibarını bulamaz, ağzıyla kuş tutsa da… Köklü geçmişi olan ve saltanatını sürdüren eski kentlerin yanında sanayi devrimi sonrası oluşan büyük kentler aynı zamanda sermayenin birikim yeri. Bazen o sermayeden yeni ticari maldan başka şeylere de bir pay düşer; örneğin sanata… Hal böyle olunca sanatın kenti, hem de en zenginini araması doğal değil mi? İstanbul, taşı toprağı altınla hala en zengin kentimiz. Görünen bu gerçek değişmeyecek, en azından bir zaman daha. Ankara çok şey yapmaya çalışıyor, İzmir öyle, ama bakın koca Anadolu kentlerine ses yok… Durmuş oturmuş, paradan ötesi olduğunu gören burjuva sınıfını henüz yaratamadı, Anadolu. Gerçek bu olsa da, Cumhuriyetin farkına varmasak da bize hissettirdiği başka bir yön de var; olanaksızı yaratma gayreti Anadolu’da da olur düşüncesi artık her imkânsız insan da var. Ama nasıl olur? Çatlarsınız, tüm olanaksızlığınızla, bilgi eksiliği ve deneyimsizliğinizle, dört yanınızı kuşatan haset ve çekememezlikle minik bir kurbağasınızdır ve garbın küreselleşen sanat tekellerinin tüm olanaklarıyla demir bir ordu gibi duran fillere özeniyorsunuz. Sizi taşrada sevmez, taşrayı pazar gören, payını tırtıklatmak istemeyen büyük sanat medyası da… Gene de bu olanaksızlıkta bir şeyler yapılıyor, en çok edebiyat. Çünkü edebiyat malzeme ucuzluğu ve moral gücüyle yoksula yakın durur. O düzeyde eğitilmemiş Anadolu halkı Picasso’yu anlamaz, Vivaldi’yi sevmez ama güzel bir şiiri, güzel bir romanı anlar ve sever, hele kendi türküsünü bulursa. Ayrıca herkesin içinde o düşünce de vardır, biraz daha zorlasam, daha iyisini ben de yapabilirim, hissi. Bu önemli bir paydadır. Olimpos Dergi: Bu bizim dosyamızı da açıkladı. Ülkenin çok yerinde yaşamışsınız. Ne var ki her kitabınızda olmasa da öykü ve romanlarınızda Karadeniz, doğa, etik değerler çok belirgin. Yazıyla coğrafya arasında bir bağ var mı? Şenol YAZICI: Olmaz mı? Ben Karadeniz kökenliyim. Bu didaktik bir kopmazlık, bağdan öte… Nesnel koşullar, somut ve soyut varlığımızın başat belirleyicisidir. Ekvatorda yaşayan kar, kuzey kutbunda yaşayan muz görür mü düşlerinde? Yaşadığınızdan düşlerinizi, yarınınızı, yazdığınızı ve aşkınızı üretirsiniz. O nedenle edebiyatın insan yanı vazgeçilmez yanıdır, diye düşünüyorum. Yazılarımdaki ruh da o, cilalansa, giysi değiştirse de. Boşuna mı diyoruz anaların suçu diye. Hala anamızın öğrettiği türküyü söylüyoruz aslında. T. Ç.: Niçin ve ne zaman yazmaya başladınız? Şenol Yazıcı: Bunun kesin, şundan diyebileceğim bir yanıtını henüz bulamadım. Ama bulduğum bir gerekçe var: Yazınca dünyayla ve olumsuzlarla olan kavgamı, koşullarını kendimin belirlediğim ve kolayına yenilmeyeceğim bir alana çekiyorum. Bundan da edebiyatı bir müdahale aracı olarak gördüğüm ortaya çıkıyor kuşkusuz. Zaten, yalnız ve yenilen insanın en kadim dostudur, sanat diye düşünmem bundan. Bir şeyler yolunda gitmiyordur ya da gitmemiştir. Hala kanayan bir yaranız, bitirilmeyen bir düşünüz, ütopyanız ya da aşkınız vardır… ya da söylenmemiş sözünüz. Hangisidir nedendir tam bilmem, ama bir rahatsızlık duyumsadığımdan yazdığım kesin. Ya da paylaşma arzusu. Bilirsiniz, mutluluklar paylaştıkça çoğalır, acılarsa paylaşıldıkça azalır. Yazmaya lise yıllarında başladım denilebilir. Sonra da sürekli günlük tuttum. Çok genç yaşta başladığım ilkokul öğretmenliğim sırasında, özellikle yöneticilerin yasalardan aldıkları gücü nasıl keyfi kullandıklarına ilk kez tanık olacak, kitaba uymayan gerçek karşısında duyumsadığım şaşkınlık, gördüğüm, yaşadığım çelişkiler yazma arzumu artıracaktır. Fakülte yıllarımsa ülkenin topluca bir manyaklığa kapıldığımız günlere denk geldi. Büyük küçük komşumuzu, kardeşimizi öldürmeye tutuştuk… Ya kovalıyordunuz ya da kaçıyordunuz. Var olan sıkıntılara bir de can korkusu ve ülke kurtarma kaygısı eklenmişti. Sürekli yazıyordum. Ama kitaplaşmak çok sonraya kaldı. Bizler çocuk yaşından beri büyük bir açlıkla okuyan, kitapla her şeyini oluşturmuş bir kuşağız. Bizi biz yapan çok şeyi, kitaplardan ve filmlerden almışızdır. İyi niyetli olsalar da fakültede olan sürekli okuyan, dünyanın öte ucuna üzülen oğluna kızına önder olacak kaç donanımlı anne baba vardı ki, o zaman. Bu nedenle kitaba da yazana da hala büyük saygım vardır. Bu saygı kitaplaşmada çekingen yaptı beni. Yirmi yaşında kimse “Savaş ve Barış”ı yazamaz, diye düşünürüm. Yaşanmışlık, olgunluk, birikim, anlama ister. Yazdığınız söz gibi değil ki, geri alınamaz.. Olgunlaşmayı bekledim. M. Y.: Sonra dergiler mi gündeme geldi? Şenol Yazıcı: Yazma serüveninde dergilerin gereğine çok inanmadım. Lise yıllarımdan beri kıt olanaklarımla dergileri düzenli takip eden iyi bir okur da olmama karşın, Tolstoy’un devrinde dergi mi vardı, diye düşünürdüm. Şimdiyse dergilerde yer almadan, yani okurla yüzleşmeden kimsenin kitap yapmasını salık vermem. Kazayla düştüğüm dergiciliğe şimdi öylesine inanıyorum. Hem Anadolu aydınlanmasına katkılarına hem de bizzat yazana kattıklarına... Olimpos Dergi: Bu kazayı anlatır mısınız? Şenol Yazıcı: Bursa’ya ilk geldiğim zaman, dergi çıkarmayı planlayan birileri onlara yardım etmemi önerdi. Yazıp çizen, kentte rol sahibi insanlardı. Var olan hem de iyi tanıştıkları ötekilerle neden yapmadıklarını sorgulamam gerekti, ama düşünemedim. İnsan kendinde bir özellik varsaymak istiyor demek ki. Zaten yapabileceğim sınırlıydı. Ben yazardım, arkadaşlardan yazı sağlayabilirdim, belki yönlendirebilirdim, hepsi bu. Başladık. Tanıdık yazarlardan yazılar, üyeler bulmalarını istedim. Sağ olsunlar, kısa sürede gerekeni yaptılar. Yaptılar ya bizim dergi heveslisi arkadaşlar, işin maddi yönünü ve emeğini gördükçe ortadan kayboldular. Sonunda verilmiş sözlerle bir ben kaldım. Bu arada gruba katılan hevesli ama deneysiz insanların da sayısı çoğalmıştı. Yaparız, ederiz diyorlardı. Karar verdim başladım. Devlet memuru olduğum için, sıkıntı olmasın diye çok istekli bir esnaf arkadaşı sahibi yaptım, Başka birini de yazı işleri müdürü … başladım. Ülke genelindeki bütün arkadaşlarımı da seferber ettim. İki sayıda da belki de ülkede benzer hiçbir derginin ulaşamadığı bir üye sayısına ulaştı Kimse-SİZ dergisi. M. Y.: Ne güzel, hoş bir kazaymış. Şenol YAZICI: Görüntüde öyle… Sonrası öyle olmadı. Dergi bütün üniteleriyle tam bir fabrikaydı aslında. Üyeler ve yazı akışı sadece başlangıçtı. Bu yazıların seçimi, düzeltilmesi, dizgisi, derginin tasarımı, matbaa hizmetleri, bilgisayar çalışmaları, büro işleri, gelecek planlaması, etkinlikler, üyelerle yazarlarla iletişim, yönlendirme, posta, kargo ve tabi üyelerden toplayabildiklerim dışında eksik kalan maddi bölüm… Hepsi benim üstümde kalmıştı. Onurlandıran yanı olduğunda herkes ortadaydı ama çözümde el veren yoktu. Öğretmenlik de yapıyordum bir yandan. Yetişemiyor, uyumadan günler geçiriyordum. Para yeterli olmuyor, yaşamsal gereksinmelerden vazgeçip dergi yapıyordum? Tasarruf olsun diye deneysiz olduğum bilgisayar, tasarım ve dizgi işlerini öğrenip kendim yapmaya çalışıyordum. Kimseye de yaranamıyordum. Bir sinir savaşı ortamında güzellik üretmeye çalışıyordum. Durum değişmeyince, bıraktım. T. Ç.: İlk derginin adı ilginç: Neden KİMSE-SİZ adı? Şenol YAZICI: Kimse-SİZ, daha çok içindeki güce güvenmeyi anlatıyordu. Öyle değil midir, kırk kapı çalarsınız, ama çoğu kez Kimse Biz'iz, Siz'siniz.. İnsanın en sağlam dayanak noktası kendisidir. Kimsesiz başladık, sonra kendimizi oldurarak kimse-BİZ olduk… Olimpos Dergi: Evet, önceki deneyime karşılık kısa süre sonra maviADA’ da bunu başardınız, dergi yazana çizene kimse oldu. Şenol YAZICI: O biraz daha farklı, maviADA hesaplı kitaplı bir aşk çocuğuydu. Artık bildiğim bir alana dönüyordum, bilinçle ve kendi seçimimdi. Kimse-SİZ dergisinden hemen hemen kimse yoktu kattığım, aktif rolde. Bana yardımcı olmaya söz vermiş birkaç daha güvenilir arkadaşım vardı. Kuralları, ilkeleri olan, kendine güvenen, salt amacına kilitli bir dergi. Arkadaşlarımın hepsi olmasa da bir bölümü, büyük ölçüde bu sorumluluklarını yerine getirdiler. Bu sayede de hedeflenen beş yıl dergi çıktı. Örneklerine göre iyi sayılabilecek başarıyla hem de… Bizimki gibi bir derginin başarısını yayın tekellerinin dergileriyle kıyaslayamazsınız. Salt nitelikli, alışılmış bir dergi yapmadık, dosyalar, etkinlikler, yazarlarımıza kitap ve çalışmalar yaptık, ütopyalar yaratıp onları yaşama geçirdik. Dergi, dönemin son sayısına kadar çizgisini hiç düşürmeden, her sayıda yeni bir adım atarak sözünü tamamladı. Olimpos Bursa: Peki, neden bitti o zaman mavi ADA? Şenol YAZICI: Doğası böyle. Yaratılan her şey ölümlü değil midir? Ne var ki ara vermeyi bitişten daha çok nadasa çekilme görüyorum. maviADA’yı tasarlarken durgun bir yapı olmayacak, imece, katılımlı bir görünüş sergileyecek ve sadece emek verenin damgasını taşıyacak, ama ilkeli olacak diye düşünmüştüm. İşe yaradı. Durmadan yeni insanlar katıyor, yeni cepheler açıyor ve hepsinden de başarıyla çıkıyorduk. Düşünebiliyor musunuz, birinci sayıda “edebiyatımız ve küreselleşmenin neresindeyiz”, ikinci sayımızda ülkenin hemen hemen kabul edilir tüm çocuk edebiyatçılarının katıldığı “çocuk edebiyatı sokağı” dosyası, üçüncü sayıda Rus ve Kırgız yazarların ve bizzat Aytmatov’un katıldığı "Cengiz Aytmatov" dosyasını yapabildik. Taşrada bir dergi için kolay değil bunlar. Başlangıçta yerelden yazarlarla çalışmayı düşünürken, Demirtaş Ceyhun, Cengiz Aytmatov, Can Dündar, Zülfü Livaneli… gibi ülke ve dünya devleriyle çalışmaya başladık. En son bir başka kentin belediyesinin kültür sanat etkinliklerini yapar buldum kendimi, hem de hiçbir karşılıksız. Tüyaplara gidiyor, ülkenin dört yanında “Okur Yaratma” projesini hayata geçiriyordum. Üyelerime kitap yapıyor, onların basımına kadar her şeyleriyle ilgileniyordum. Bazen birileri yardımcı rolleri alsa da yaptıklarımın her biri bir ekip işiydi. Bilen anlayan, şovunu da işçiliğini de yapacak bir ekip işi… Ticari bir yanı olmayan bir dergiydik, birkaç arkadaşımın ve benim katkılarımla dönüyordu. Yükü sırtlamış inatla götürmeye çalışıyordum. Büyüdükçe denetimsizleşiyorduk, yeni insanları katma gayretimiz hızla sürüyor, katılanlar da doğal olarak beklentileriyle geliyordu. Bunları karşılamak gerekliydi ki başkalarını da bulabilelim, yeni ufuklar yaratalım. Kattıklarımızın kimisi, ne maviADA’dan haberliydi, ne de ilkelerinden, hatta bazıları sanattan... Ama kişi istekli, çevresinde popüler, dergiye yol açabiliyor. Nitekim en büyük eylemlerimizi bu tip insanların girişimci, hırslı yanlarından yararlanarak yaptım, ama çok yordular. O kadar yayılıp o denli ince eleme yapamazdınız. Bazen uyandığımızda pek de seçimimiz olmayan bir yerde oluyorduk… Kirlendiğimizi düşünmeye başlamıştım. Yeni adımlar atılmasa başarısızlık kaçınılmazdı. Edebiyatın jandarması ben değildim, ama kendi yaptığımın denetimini başkasına vermezdim, ayrıca dergilerin iyiyi sunmak gibi bir misyonu olmalıydı. O zaman doğru yerde bırakmayı bilmek gerekliydi. T. Ç.: Bundan şu anlam çıkıyor, aslında her şey yolundaydı. Ama ekip kurulamayınca bıraktınız öyle mi? Şenol YAZICI: Öncelikle her derginin, hatta insanın gerçeği kendine göredir. Başlarken dergiyi bir yıllık, beş yıllık ve kalıcı olmak üzere üç aşamalı planlamıştım. Bu tip imece dergiler için öyle bir planlamanın gerekliliğine de inanıyorum. Bir yılda kendinizi görürsünüz, yapabilme yeteneğinizi keşfedersiniz. Beş yıl dayanan bir dergi ise başarmış bir dergidir, çünkü büyük bir emekle ve özveriyle o güne gelinmiştir, yaşamayı başarmıştır. Daha ötesi için karar o zaman verilir. Bir yılı kimse-SİZ dergisiyle, beş yılı da maviADAyla. Üçüncü aşamaya geçmenin zamanı, tüm koşulları var. Ne var ki, sizlerin de tanık olduğunuz gibi daha ötesine daha profesyonel bir düzenek, kuşkusuz para olmadan gidilemez diye düşünüyorum. İmece dergilerde ekip diye bir şey yok. Sürekli değişen insanlarla nereye kadar… İnsanlara bir şey vaat etmezseniz neden sizin takımınızın bir parçası olsunlar ki? Kendi önceliklerini kullanıyorlar ve sizin planlamanızı da bundan zarar görüyor. O zaman o ekibi profesyonel kurmanız gerekli. Daha öteye ancak öyle gidilir. Ya da salt yazınsal gösteri de bulunmakla yetinen bir dergi olarak gidilir, ama o beni doyurmuyor artık. Ben okul ve örnek olan bir dergi peşindeydim. Bugüne kadar yapabildim, çünkü direndim. Ama daha ötesi, ancak o ekibin yerini tutacak bir kaynak bulmakla mümkün. Yoksa tıkanacaktı akış. Bunu görünce, erteledim, yeni bir bahara kadar. M. Y.: Vefası, hatırı olmayan bir alan galiba sanat alanı. Bu süreçte sözünde ve yardımında tutarlı kimse olmadı mı? Şenol YAZICI: Olmaz mı? Başta Fadime Karoğlu, her zaman sözüne sadık kaldı. Bir dönem de olsa Niyazi Uyar, sonradan katılsa da önemli katkıları olan Gülgün Çako…sık sık git geller yaşasa da Yusuf Yağdıran anılması gereken dergi dostlarından... Mevsimlik olarak çok insan var sözlerini tutan, emeği geçen. Sadece yazar, üye, okur… bile olanın o dergiye önemli bir katkısı olduğunu söylemeye gerek yok. Söz verip tutmayanlara kızsam da kınayamam. Çoğu, dergi gerçeğini bilmeden, salt hareket var diye geldi, anlamadan gitti. Örneğin sizinle hala dostuz, çünkü sizi anlıyorum, dergi , yazar insan beklentisini iyi biliyorum da ondan, ama içten olmak gerekirse dergi sizden hiçbir şey alamadı, aksine dergiyi yordunuz, çünkü siz edebiyatla, dergiye çok yabancısınız, ümit ediyorum bundan sonra olacak. Peki ben neden size yardım ediyorum, yanıt basit: Bu dergilerin ‘Anadolu Aydınlanması’na, yazma heveslisine katkılarını biliyorum artık, ondan. Ayrıca bu işi böyle düşünmek değerlendirmek doğru da olmaz. Neden derseniz, dergiler bir çıkar birlikteliğidir aslında, nasıl denirse densin. Kişi yazısıyla, şiiriyle bir yere ulaşacağını düşünür ve bir dergi kanalıyla okurla yüzleşmeye çalışır. Umduğunu aldıkça dergiye de sözüne de sadık kalır, umutsuzluğa kapılırsa ya da başka bir yerde bulacağını düşünürse, doğal olarak ona yönelecektir. Çünkü maddi manevi emek istiyor dergi. Ama taşrada olmaz değil, oluru kanıtlayan çok örnek var. Bizler, şimdi de sizler… Onlarca, hatta yüzlerce dergi var ülkede böyle…Sizler de bu denli hevesle zamanla edebiyatı da, sanatı da, dergiyi de öğrenecek, içselleştirecek ve savunacaksınız. O zaman olacak…Tabi pes etmezseniz. Olimpos Bursa: Gerek bu söyleşi, gerekse bize, dergimizin yapılanmasına katkılarınız için teşekkür ediyoruz. Şenol YAZICI: Ben teşekkür ederim. Derginize ve size başarılar diliyorum. Yolunuz açık, ömrünüz uzun olsun. ◊◊◊ Şenol YAZICI'YLA Anadolu, Sanat ve Hayat Üzerine: Olimpos_Bursa 1. sayı Ocak 2011 14 Aralık 2010, 13:32 *

  • her hafta bir dergi

    maviADA SAYI 4 mayıs 2003 / Dergiyi okumak için resme tıklayın...

  • her hafta bir dergi

    maviADA Kültür Sanat Edebiyat Dergisi / SAYI: 1 / 2002 Kasım Kimse-SİZ, 1.sayı Kasım 2002 DERGİYİ yer alan yazarları görmek ve okumak için resme tıklayınız içindekiler / Şenol YAZICI -niçin KİMSE /SİZ- Metin GÜVEN Zekeriya SAKA Nuri TANER Hasan KIYAFET Niyazi UYAR Merih ERCAN Menekşe BAHAR Özcan ECE Ayşe TEHMEN Güldem ŞAHAN Ayşe ŞEVİM Ali ERYÜKSEL Alev KUTLUÖZEN Yüksel AKYÜZ Bahri ÇOKKARDEŞ Dilek ÜNAL Mustafa TANER Mehmet BOZ Nuri ERCAN Akansel İNGER Turhan GÜREL Kemal İMER Filiz ÇIRPICI Beyza ERSOY Aysın YAVUZ Muhsine ARDA Mehmet GÜMÜŞ Lütfiye CANDAN Hasan Güleryüz Ramis DARA'yla SÖYLEŞİ *

  • her hafta bir dergi

    maviADA DERGİLERİ - 3 Kimse-SİZ, Mart 2003 * içindekiler Sururi BAYKAL Niyazi UYAR Elif SORGUN( Zuhal Tekkanat) Asım ÖZTÜRK Hasan GÜLERYÜZ Bahri ÇOKKARDEŞ Türkay KORKMAZ Ali ERYÜKSEL Yahya TÜRKELİ Zekeriya SAKA Mavi Işık YAZICI Şenol YAZICI Talat S.HALMAN Hülya SOYŞEKERCİ Saim USLU Ayhan SARIOĞLU Fuat ÇİFTÇİ Ece YILDIRIM( Fadime Y.Yıldırım) Beyza ERSOY Onur ÖZDEMİR Filiz ÇIRPICI Ayşe TEHMEN Şaban AKBABA Aydın DURAK Sezgin Ö.ÇELİK Tuncer KIRHAN Muhsine ARDA Arslan BAYIR Papatya ÇETİNALP Betül YAZICI Metin GÜVEN Gökçe Güneş Menekşe BAHAR( Şenol Yazıcı) DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için resme TIKLA

  • her hafta bir dergi

    maviADA DERGİLERİ 2 Kimse-SİZ, Ocak 2003 * içindekiler Şenol YAZICI Asım ÖZTÜRK Hasan KIYAFET Zekeriya SAKA Metin GÜVEN Talat Sait HALMAN Gülten AKIN Nuri DEMİRCİ Kemal İMER Muhsine ARDA Bedriye SÖNMEZ Rüştü AKYOLLU Mehmet IŞIK Güldem ŞAHAN Ayşe TEHMEN Fadime Y. KAROĞLU Beyza ERSOY Mavi Işık YAZICI Emre EMİROĞLU Ferhat KARAKAŞ Ayhan SARIOĞLU Nurettin TAŞÇI Bahri ÇOKKARDEŞ Fatma BABUŞÇU Filiz ÇIRPICI Ali ERYÜKSEL Turan TÜRK Muzaffer GÜLTEKİN Aysın YAVUZ Ayşe SEVİM Selahattin TANYILDIZ Menekşe BAHAR Niyazi UYAR Merve BAYTAR Ümran YENİZAĞRA Elif ESMEN Seval KOŞAR Elif SORGUN DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için resme TIKLA

  • Her Hafta Bir Dergi

    / ADA BAHAR 2019 Basılı Dergi ... / Dergiyi görmek ve okumak isterseniz resme ya da buraya tıklayınız

  • her hafta bir dergi

    maviADA SAYI: 7 / 2006 Nisan * içindekiler / maviADA DOSYA * ÇOCUK EDEBİYATIMIZ /​ 4. Can DÜNDAR 5. Öner YAĞCI 6 Zeynep ALİYE –Tamer GÜLBEK 8. Şenol YAZICI 9. Nadir GEZER 10.Ayşe TEHMEN – Hatice ASİLTÜRK 11. – DOSYA ÇOCUK EDEBİYATIMIZ 12.Prof. Dr. Sedat SEVER 13 Bilgin ADALI 14 Hidayet KARAKUŞ 16 Ayla ÇINAROĞLU / Biray ÜSTÜNER 17 Bekir YURDAKUL 18 Yr.Doç.Selahattin DİLİDÜZGÜN 19 Aytül AKAL 22.Nilay YILMAZ 24 MUZAFFER İZGÜ’yle SÖYLEŞİ / Niyazi UYAR / Nurten ALTAY 26 Mustafa Ruhi ŞİRİN 26 Gülten DAYIOĞLU’yla söyleşi – Mavisel YENER 27 Nur İÇÖZÜ / 29 DOÇ.DR Hasan ERKEK 31- MEHMET GÜLER 32- Mavisel YENER 33- Fatih ERDOĞAN- ÖYKÜ 34 – Aytül AKAL-ŞİİR 34- Doğanay YAZICI 35 –Güldem ŞAHAN 36- Gülsevin KRAL 37 –Mehmet ATİLLA 38-Aysel GÜRMEN 39-Tuncer CÜCENOĞLU DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için resme TIKLA 40- Sercan BALLIKAYA –SÖYLEŞİ 41-İrem GÜNER –Sabri ÖZDEMİR-şiir 42- Muhsin ŞENER 43-Yasin UZUN- söyleşi 44-Yusuf YAĞDIRAN 45 Murat SEVEN- Gülümser ÇANKAYA -ŞİİR 46-Muhsine ARDA 47-Tülay AKKOYUN 47- Olcay yanmaz / Ersan erçelik 48-Gökce Güneş / Mavi Işık / Yüksel AKYÜZ- Şiir / Ayhan SARIOĞLU-Şiir 49 - Burhan GÜNEL 50- Şenol YAZICI

  • Her Hafta Bir Dergi

    maviADA DERGİLERİ * ADA YAZ 2019 * DERGİYİ GÖRMEK, OKUMAK İSTERSENİZ RESME TIKLAYINIZ. *

  • Her Hafta Bir Dergi

    maviADA DERGİLERİ 5 / Kimse-SİZ, yaz 2003 * İçindekiler DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için Lütfen resme TIKLAYIN

  • her hafta bir dergi

    maviADA SAYI: 8 / 2006 YAZ * içindekiler / maviADA DOSYA / CENGİZ AYTMATOV /​ 4 Nadir Gezer 8 Ayhan Sarıoğlu 9 Ayşe Tehmen 9 Sunay Akın 10 Ulviye Savtur 11 Merve Çelik 12 Eray Korkmazer 12 Muhsine Arda 13 İrem Güner 13 Yaşar Miraç 14 E. Erçelik 15 S. Özdemir 16 Tülay Akkoyun 17 Ali Sığa 18 A. Ekim 19 Şükran Eker 20 Mühittin Bektaş 22 Şenol Yazıcı 23 Özgür Boz 24 Selma Akçam 29 Sevil Çağlar 30 DOSYA / CENGİZ AYTMATOV 31 Mehmet Soysal 32 İbrahim Aslan 32 Sinem Vardar 34 Y. Yağdıran 35 Salim Çonoğlu 36 Deniz Aslan 37 Cafer Gariper 38 Kalik İbrahimov 41 Ramazan Korkmaz 42 Muzaffer Gültekin 43 Nadya Saharov 44 Mavi Işık Yazıcı 45 Ali Gültekin 48 Mahiye Morgul 49 Mehmet Kuvvet 49 Gökçe Güneş Yazıcı 50 Onur Aslan 50 Yasin uzun DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için resme TIKLA

  • her hafta bir dergi

    maviADA SAYI: 9 / 2006 GÜZ * içindekiler / maviADA DOSYA öykü / 2 maviADA’dan 6 can Dündar 7 ece temelkuran 8 mavisel yener 9 halük ışık 10 şenol yazıcı 11 eray korkmazcan 16 sabri Özdemir 16 mehmet güler 19 asım öztürk 19 şaziye çelikler 20 ramazan korkmaz 22 güldem şahan 25 niyazi uyar 26 nilüfer ünver özyanık 28 ayşe kilimci 32 fadime yıldırım karoğlu 33 nadir gezer 36 nida öz 37 zeynep aliye 38 çağla baştürk 39 yusuf yağdıran 41 elif karaosmanoğlu 41 nilhan ceylan yıldırım 42 nalan çelik 44 mavi ışık 45 yüksel akyüz 45 ferhat karakaş 46 muzaffer gültekin 46 cumhur utku 47 gökçe güneş DERGİYİ, yazıları GÖRMEK ve hepsini okumak için resme TIKLAYIN

bottom of page