top of page

Arama Sonucu

"" için 3687 öge bulundu

  • Gitme Kal

    Nice nice acıları aklına getir Bunca yoksulluğu aklına getir Gözyaşlarını aklına getir "GİTME KAL" var yok dinlemez bir çocuk isteğidir Gitme aklına getir Kıraç mı kıraç toprakların üstüne Güneşler açar yağmur kesilince Çırılçıplak kayada yetişir incir ağacı Dağların kuytusunda bir uslu çiçek Dağıtır mevsimi kendi kendine Gitme beraberlik içinde Nasıl sevinirdik aklına getir Her şeyi her şeyi aklına getir Gece yarılarını aklına getir Söylediklerini aklına getir Sinsi yağmurlar yağıyordu Soğuktu Yaktığımız ateşi aklına getir Nelerden geçiyorsun aklına getir Gitme dünyamızın her yerinde Yorgun eller gülleri derleyince Ellerin sevincini aklına getir Güllerin sevincini aklına getir Ne çok severdik seni aklına getir Arif DAMAR

  • Mevsimidir

    mevsimidir, müphem bir meltem yoklar dal uçlarını, gizlice ürperir yaseminler, körfezde deniz dalgın, bilinmez hangi aşktan artakalmış, vahim bir yalnızlığı dinler. mevsimidir artık erken kararır sular, her biri bir bulut ardına sinmiş yıldızların, korular terk edilmiş, ağaçlar duman duman, yalılar tenha, kanlıca ilk yağmurla serinler.. mevsimidir, nedense ölmeye heveslenir insan, uzaya bir avuç yıldız tozu gibi savrulmaya, rayından çıkmıştır yaşamak, bir eskimişlik duygusu nereye baksan, gücü yetmez kimsenin kimseyi kurtarmaya, çünkü ne güzeller zehir zemberek güzeldir artık, ne zehir zemberek çirkindir yeni çirkinler... Attilâ İlhan ( 1925 - 2005 )

  • DİŞİ AŞK ERİL SEVGİ

    şimşek çaktı yarasalar silindi ağaçların öz geçmişi garip az nesnel çok öznel güncelleme için gerekli olan yazılım çiçeklerin açma şekli biraz su ıslak zemin kırılan bacak incindi bilek öğrenmek gerek tohumda çatlama tomurcuk için zaman belki omuz başlarım yosun ellerim mıknatıs çıplak ayaklarımdan çakmak taşı derin kesilere dikiş atmak kanamayı durdurmak yemin gereği sarmaşıkları arıyoruz sonrası bizden değil kalbi geç, sağa dön; tekil kişi paslanan gözlerimiz silinsin hurdacı, kaba zihinleri topuğumuza batan çiviler çıksa bari iyi insanlar, güzel insanlar canım insan yarını soracağız dişidir, aşkın kimlik bilgilerini eril sevgiyi alfabemdeki ilk harf sonu can güneş nankörü kanlı dolunay bu intihar girişiminden hemen öncekiydi kuşluktan geçerken tilki ile kuyruğu iki ecele yandaş eksik bir film şeridi klasörü boşalttık düz yazılar didaktik hormonlar stabil güz yağmurlarında şiirlendikti bilgeliği hüzne geleceği umuda etiketledik emin ellerde dağlar yağmurlarımız çam kozalağını dişidir, aşkı eril sevgiyi

  • Kirlileri Yıkamak

    çok ölürsünüz karanlığı az kullanın - çok ölürsünüz bu kirliler kokar bir gün - çok ölürsünüz ışıklarla oynamayın ışıklarla oynamayın - çok ölürsünüz çıkarın ellerinizi karadan çıkarın güneşe yorun yanlarınızı vurun beni örneğin - kurtulun benden yoksa çok ölürsünüz nerde bir kilit varsa orda bir çalmak yani çalmak diyorum, herhalde anlıyorsunuz herhalde nisan mavilerinde bu kirli eller yani karabasanlı bu topal koşma alttan akar suların o büyük karanlığı orda bir mısır güneşi durur çöllerde getirir çölleri bir eski mısırlı güneş olur resimlerde belki deli bakışlarında belki olur mısırlı uzaklığı bir eski uzun turuncularda - [ama develik ama çadırlı kıl beyliği, köpüren saf kanlarda yoksa biter bir gün - çok ölürsünüz bu azot bu oksijen bu yorgun develer lelik yani çalmak diyorum, herhalde anlıyorsunuz herhalde dola dola bir gün bu bardak ey düşe dönük doyumsuzluğu yeryüzü serüveninin eski zaman eski şoselerden eski atlarla arabalarla eski adamlar eski türkülerle eski şoselerden çekip (giderler bir gün kalır saksılarda ölümsüzlük eskir lokomotifler silinir gölgesi jetlerin hititli kabartmalardan biter bir gün - çok ölürsünüz bir şeyler yapmak yani uzatmak günü yani unutmak bir öncekini çiçek açmak meyve vermek doğurmak yani marşlara bulvarlara sabahlara doğurmak eli bayraklı doğurmak - yani ağzı ateşli yeni sokaklar açmak yeni ayaklara yani tutup bir ucundan çevirmek kentleri kentlere ve her- [şeylere yani her şeyi yerli yerine koymak öfkeyi yerli yerine aşkı yerli yerine yönleri yerli yerine koymak dirileri çiçeklere denizlere ve gökyüzüne [çoğaltmak yoksa çok ölürsünüz yalvaçça noktalıyorum çok ölürsünüz bu bardak taşar bir gün - çok ölürsünüz sosyalist köşe başlarında Bizanslı orospular köstebek yuvalarında et gölgeleri alfabelerde hırsız polis yani çok ölürsünüz - yıkayın kirlileri ışıklarla oynamayın çok ölürsünüz kalmayın bu yönlerde - çok ölürsünüz bir şeyler yapın diyorum - beni dinlerseniz uzamaz bu kirliler ben böyle çok ateşsem yani siz atsanız viskiyseniz saraysanız korseniz yani yani bu demek bugün yenilgilerden söylemek istiyorum bugün ayrılıklardan söylemek istiyorum kan göllerinde boğulan yaldızlardan büyüten durgunluklardan bugün hep yarınlardan söylemek istiyorum gülerken ağlamalardan ozanca uyarmalardan söylemek istiyorum bir kuş şakıyor ufkumda durmadan hayır bir şeyler yapmalıyım suları öyle değil de böyle kapıları öyle değil de şöyle ama mutlaka - ve anlıyorsunuz çok ölürsünüz - çıkarın güneşe yorgun yanlarınızı yıkayın kirlileri, çok ölürsünüz ey benim eli bayraklılarım yeni gözlerim yeni kulaklarım yeni seslerim ey benim ateş ağızlılarım asın beni güneşe kurtulun (benden yoksa yoksa çok ölürsünüz

  • BUGÜN GÜN GÜZEL BAŞLADI

    Kıpkızıl şafaklardan masmavi bir güneş doğdu. Güneş, mavi, masmavi kocaman bir top gibi Nif Dağı’nın üstünden çıkardı başını. Gökyüzü, İzmir’i çevreleyen irili ufaklı tepeleri Türkiye ile Yunanistan arasında bir türlü barış denizi olamayan Ege’yi, ona batıp çıkan martılarla birlikte gözümün ufkunun dışına taşan her yanı maviye çevirdi… Mavilerle uyandığım güne, Mavili’yi düşleyerek başladım, ne güzel! Tek düze yaşamın bir parçası: Her sabah arabama binip işime öyle giderim. O sabah yine öyle oldu. Arabanın marşına dokunur dokunmaz saniyede “hart” diye aldı. Birkaç dakika motorun sesine kulak verdim; sonra da vitesi takıp yola koyuldum. Gün güzel başladı… Belediyenin mahallemiz için gönderdiği özel temizlik görevlisi sokakları silip süpürmüş; bir arazör de buz gibi yıkamış her tarafı. Sokaklar temizlik, hava toprak kokuyor, ne güzel, ne güzel! İşe gidenler sözleşmiş gibi kaldırımlardan yürüyor, ne harika! Gün güzel başladı... Kimse karşısından beklemeden selam veriyor: “Günaydın, hayırlı işler, iyi günler, iyi sabahlar, selamınaleyküm… Esnaf kepenkleri kaldırır kaldırmaz, yandaki ilerisindeki komşularına bol, hayırlı kazançlar diliyor, ne güzel! Özel otoların sürücüleri, durağa yürüyenlere “ben Bornova; ben, Konak istikametine gidiyorum, uygunsa buyurun!” diyor. Minibüsçülerin kimileri, Dede Efendi, kimileri Münir Nurettin, Zeki Müren dinlerken; kimileri de Üstat Mahsuni’den: “Kötü huy gelmez asla cihana // Yolcu yürüyemez yola bahane yi… sonra da Sabahat Akkiraz’dan bir Sümmani deyişini dinliyor: “Ceylan gözlerine kurban oldum // Tanrı selamını almaz mısın? // Mevla, sizi süs için mi yarattı…” Cana, dostluğa selam yolluyorlar, ne güzel! Duraktaki yolcular otobüse binmek adına birbirlerini ezmiyor, bir nizam içinde sıranın kendilerine gelmelerini bekliyor. Bir yurttaş belediyenin sulamaya yetişemediği ağaçları suluyor; bir diğeri okula beslenme çantasız giden bir kız çocuğuna: “Kızım bugün beslenme çantan benden,” deyip yandaki pastaneye götürüyor. Nöbetçi müdür yardımcısı gülen yüzüyle tek tek selamlayarak alıyor öğrencileri içeri… Öğrenci velileri: “Para, para, para… Paralı eğitim mi bu deyip öğretmenlere, sisteme ağız dolusu küfür etmiyor… Okul müdürü, öğretmenlerini, başöğretmene yakışır bir edayla, “iyi dersler sevgili öğretmenim, başarılar güzel öğretmenim,” diyerek sınıfa uğurluyor, ne güzel! Bugün, gün güzel başladı… Şehir meydanına dikilen, bağımsızlığın, ulusal onurun nişanesi Cumhuriyet anıtının önünden geçen yaşlısı, genci; erkeği kadını herkes Cumhuriyeti kuran nice adsız kahramana, insan olmanın özgür yaşamak, onurlu yaşamak olduğunu belirten, mazlum ülkelerin bağımsızlık sembolü Mustafa Kemal’e şahadet ediyor. Her yaptığını halka soran, her yaptığını halkla birlikte gerçekleştiren büyük insan, seninle aynı ulustan olmaktan tarifi imkansız bir gurur duyuyorum. Büyük insan, sesinle aynı atmosferin havasını teneffüs ettiğim için, sözcüklerle anlatılamaz bir sevinç duyuyorum. Seni anlamayanları, işlerine geldiği gibi yorumlayanları, ulusal kaynaklarımızı talan edenleri bir türlü içime sindiremiyorum. Ama yine de gün güzel başladı. Bir zorlama olmadan, herkes sana selam durmuş, ne mutlu! Bugün, gün güzel başladı… İnsanlık alemi, batı teknolojisinin çağdaşlaşmak değil; savaş sanayi olduğunu, kültürün, batıdan değil de doğudan dünyaya yayıldığını gördü, ne mutlu! Asya, Orta Asya ulusları kaderlerini kendileri çizmeye karar vermişler, ne güzel, tekmil doğu ulusları bir araya gelmiş, ellerinde adalet kılıcı, ellerinde Mustafa Kemal posterleri, dillerinde Mustafa Kemal sözleri, “insan olmaya geldik, biz de bu dünyaya,” diye haykırıyorlar ne güzel!” Bugün, gün güzel başladı... İrili ufaklı devletlerin başkanları bir araya gelmiş, kan kusan, ölüm saçan silahları bir alana yığmışlar, el birliği ile yok ediyorlar ne güzel! Bugün, gün güzel başladı… Tarlada çalışan Irgat Osman, fabrikadaki İşçi Mehmet, Patron Rahmi, Öğrenci Papatya, Selma, Esma Sultan, Öğretmen Celal, Köy Enstitülü Ramazan Karaköse, İtfaiyeci Tayyar, Tezgâhtar Nevin, Tapu Sicil Memuru Fadıl, Aşık Kerem… aslan yatağını zapt eden tilkiler(!), şahin yuvasındaki kargalar(!)… el ele vermişler, cumhuriyet çocuğunu dünyaya getiriyorlar ne güzel! Bugün, gün güzel başla… gün güz… baş… derken: Çığlık… çığlık… çığ… çığ… Evin saçağının altında, duvarın hemen kıyıcığından gelen bir inilti, yürekleri dağlıyordu. On sekizinde var yok, bir genç kızın sesiydi bu. Oraya yöneldim. Aman Allah’ım, o ne güzellik, Mevla özene bezene ne de güzel yaratmış! Gözlerinin karası, akan yaşlarla daha bir açılmış, bir ressamın fırçasından çıkmış dudakları; incecik beli, upuzun kapkara saçları, harika fiziği ile bir zarafet abidesi… Giydir, kuşandır, pudrala, boyala…işte sana sertifikalı bir dünya güzeli… Lakin umutları sömürülmüş, yarınları karartılmış. Cep telefonu kontörü için üç kuruşa satmış kendini. Sonra da onu kirletenler bir çuval içinde buraya boşaltıp gitmişler, çok yazık! Çığlık… çığlık… çığ… çığ… Etopya’ dan, Somali’den, Nijerya’dan, Irak’tan, Anadolu köylerinden gelen açlık manzaraları, “bugün, gün güzel başladı,” düşsel yolculuğundan, ötelerden, çok ötelerden alarak, bugüne, şimdiye getirdi. Her yerde, dünyanın ulaşılır, ulaşılmaz her yerinden çığlıklar yükseliyor… Bugün olmazsa yarın, gün güzel başlayacak. Yarın, güneş kıpkızıl şafaklardan masmavi doğacak! Yarın bütün kâinat, tekmil yaratıklar maviye kesecek. Türkülerimizi söyleyebilmek, ikrarım sana ey güzel dost diyebilmek için el ele tutuşacağız. El ele tutuşup yeleleri maviden al atlarımıza binip Mavili’ nin diyarı yıldızlara süreceğiz. Yıldızları ellerimize alıp uçurtmalarımızın kuyruklarına takacağız… Yarın gün güzel başlayacak, inan! İnanın, yarın gün güzel başlayacak!

  • Stajyer-Intern

    Robert DE NIRO tamam, kendini kanıtlamış bir oyuncu ama bu kız, bu kız! Bilemiyorum, farklı bir şeyler var bu kızda. Hatırlıyorum, ilk izlediğimde Julia Roberts'tan bu denli etkilenmiştim ve tabii sonrasında da devam etmişti bu beğenim. Şu anda da potansiyel olarak Anne HATHAWAY, benim bakış açımdan Julia ROBERTS ile aşağı yukarı benzer etkiye sahip bir oyuncu. Anne'i ilk keşfettiğim film, 2010 yılında vizyona giren Aşk Sarhoşu olmuştu. En az Interndeki kadar başarılı bir oyunculuk sergileyen HATHAWAY, Aşk Sarhoşu isimli filmde daha dişi bir karaktere bürünmüş ve en az senaryosu kadar sağlam bir performans sergiliyor. Intern filminin senaryosunda ele alınan konu, ülkemiz açısından oldukça ütopik olsa da aile ve toplumda, kadınla erkeğin rollerine ilişkin sorunların Amerika'da da hala çözülemediği açık. İnternet üzerinden giysi satışı yapmak üzere şirket kuran eşi için fedakarlık yapan, zirvesinde olduğu kariyerinden vazgeçen bir erkek var. Sonraki aşamada ise, bu özverinin tetiklediği gelişmeler ele alınıyor. Zeliha AYDOĞMUŞ Filmden Diyaloglar Bir seferinde müzisyenlerin emekli olmadığını okumuştum. İçlerinde müzik kalmadığı zaman bırakırlarmış. Benimse içimde hala müzik var ve bundan kesinlikle çok eminim. ''Doğru olanı yapmak hiç yanlış olmamıştır.'' (Mark Twain) Yönetmen : Nancy Meyers Oyuncular : Robert De NiroAnne HathawayRene RussoChristine EvangelistaNat Wolff Senaryo : Nancy Meyers Tür : Komedi Yıl : 2015

  • SİLİN GİTSİN

    Çıkarın hayatınızdan deniliyor... SİLİN GİTSİN!!! Sık sık, özellikle sosyal medyada hayatımızdan çıkarılacak insanların kişilik yapılarına ilişkin bilgiler veriliyor. Peki bunu yapmak doğru mu gerçekten? Diyelim ki öneriye uyduk, verilen tanımlamalara göre ayıkladık çevremizdeki insanları; selamlaşılabilecek kadar da olsa, hayatımızda kaç kişi kalır dersiniz? Bu arada, ayıklamaya giriştiğimiz anda kendimizi yansız bir bakış açısı ile denetledik mi, ne ölçüde bu tanımlamalardan ayrı tutabiliyoruz kendimizi... Özbenliğimize değindiğimizde gerçekten de o kadar hoş mu yapımız, biraz olsun Nietzsche'nin dediği, üstinsan kimliğini edindik, hakkını verebildik mi? Silmek kolay, peki ya sonra? Kendimiz gibileri seçip gruplaşırken, bir de sürdürülmesi gereken; bilgisizliğin, yerine göre görgüsüzlüğün yok edilmesi şart olan, içinde bulunduğumuz bir toplum düzeni var...Adı MEDENİYET. Silmek! Eee nasıl olacak? Ya sonuçları? Bana boş, emeği hiçe sayan, arka plana atan tanım ve insan ayıklamaları gibi geliyor bu öneriler ve bu düşünce ile hayata geçirilen girişimler. Nedenine gelecek olursam, hepimizin bildiğidir ki, hatasız insan yoktur...Bizim de kusursuz olmadığımız gibi. Ama, bahsettiğim tanımlamalara bakarak hayatımızdan insan çıkarma eylemine davrandığımızda, biz aslında kolay olanı, hiç bir şey yapmamayı, daha güzel bir dünya için emek vermek yerine, konfor alanımızı korumayı seçmiş oluyoruz. Bu yaptığımız davranış bile, kusursuz bir kişilik yapısına sahip olmadığımızın kanıtı değildir de nedir? Söylemek istediğimi en açık şekilde anlatacak örnek bu olsa gerek: Manavdan aldığınız domatesleri düşünün, bir süre beklediğini...Bu sürenin sonunda, içlerinden birinde mercimek tanesi büyüklüğünde çürüme başlamış olsun. Eğer o çürümeye karşı önlem almak yerine, kendi haline bırakmayı seçmişseniz, çürüme tüm domatesi saracak, dahası etrafındaki domateslere de kısa zamanda sıçrayacaktır. Bu örnekten yola çıkıldığında, insan soyu olarak, medeniyetler kurup, toplu halde yaşadığımız düşünülecek olursa, aynı sonu yaşamamız işten bile değildir. Bu yüzden, insanları kusurları nedeniyle hayatımızdan çıkarmak yerine, zarar görmemek bağlamında davranış biçimimizle bu kusurlara uygun duruş sergilememizin, uzun da sürebilir; ahlakımızla ahlaklanmaları için fırsat tanımamızın, daha doğru bir tutum olacağı kanısındayım. Tersi bir durum, kolaycılık olacağı gibi, yaşanası bir dünya yaratımında, parmağımızı bile kıpırdatmamaya yakın bir anlam taşır ki, bu da anlayan için sözü, bir kötünün bin kişiye zararı vardıra getirir. Oysa o binlerden birinin biz, hatta sevdiklerimizden biri olduğunu düşündüğümüzde, hiçbirimiz böyle bir sonuçla, itildiği durumda konumunun hakkını veren, o bir kötüyle karşılaşmayı istemeyiz. SİL GİTSİN!!! Kolaycılıktır bu. Unutmamak gerek : Koca bir gölü tutmuş, gölgesiyle baş başa yüzen kuğu gibi olmak...Oysa iyi bildiğimiz; gölgeler konuşamazdı, gülemez, sevemez, paylaşamaz, düşsek, tutup elimizden kaldıramazdı...

  • Hinterzarten - Almanya

    İçimden dışımı çıkardım Dışımdan içime aktım Uzun uzun Bakışım Beyaza beyaza Bazen bazılarımızın siyah saçlı Kuzguni gözlü aşkıydı o eşsiz kar manzarası Biz peri masalı... Aysu AFYONLU Hinterzarten, Almanya Bu tatil kasabası, Grim Kardeşler'in peri masallarına ilham verdiği söylenen Karanlık Orman'da yer alıyor. Bu günlerde kasaba ve bölge, kayaktan, bisiklet turlarından tutun da yürüyüşe uzanan, geniş bir yelpazeye yayılmış turistik etkinlikleri ile tanınıyor.

  • maviADA Yazarlarından İki Harika Kitap

    Arsen AVEREKLİYAN; "Kasaba hüznümü dayadığım kanlı duvar" Dünya için her yönlü bir felaket olan Pandemi ile geçirdiğimiz 2021 yılı dergimiz yazarları için oldukça verimli geçti. Kayseri'de yaşayan şair Arsen Everekliyan, hakim olduğu gelişkin şiir dilini kullanarak zor bir işe girişmiş. Doğduğu kasaba Everek'ten hareketle ülkeye, dünyaya; en çok da hüzne... şiirle göndermeler yaptığı, özözellikleriyle literatürde yer alacak özel bir kitap yapmış. 88 Sayfalık kitapta 6 bölüm varsa da ben tek bir şiir gördüm; "hüzün ve kasaba"... Bir nehir şiir... Nazım Hikmet hariç, hepsinde sıkıldığım uzun oylumlu şiir bu kez korkuttuğu gibi olmadı, ilgiyle okudum. İnsan coğrafyalarının ürünüdür ya dününde ya bugününde ... der gibi şair temasal ayrımlarını yıldız ya da başlıklar koyarak yapsa da yekpare Everek'i, "Kasaba" ve onun "hüznünü" başarıyla anlatıyor. Severek okuduğumuz kitap bir dönemin toplumcu hüzün şairleri Ahmet Oktay ve Ahmet Erhan dizeleri, anmalarıyla destekleniyor. Arka sunumunu Halim Şafak yazmış. kasaba hüznümü dayadığım kanlı duvar / nisan 2021 /Şiir/88 sayfa * Nurdan ALADAĞ ve Çantanın Gizemi Nurdan Aladağ ilk yazılarıyla maviADA'da bir arkadaşın önerisiyle yer aldığında, yanında doymaz bir ilgi, büyük bir merak, bitmez gibi duran bir heyecanla yer almıştı. Bana bir fırsat verin der gibiydi. Korka korka verdik. Yalova'da yaptığımız "Frida- Sanatın Gerekliliği " etkinliğinde konuşmacıydı. Başarılıydı. Öğretmenlik alışkanlığı dedik, yazısına bakalım. Belli bir yaşa gelmiş insanların nasıl öğrenci olabildiklerini bilen bilir. Aynen öyle oldu. Çok üreten ALADAĞ, iş dergi disiplinine, eleştiriye gelince küstü. Bir zaman ayrı kaldık. Ama kopmadık, iş ayrı dostluk ayrı, der gibi bizi habersiz bırakmıyordu. Ülkenin sözü edilir çok dergisinde yazıları, şiirleri çıkıyordu ve çatlayın siz, der gibi bize de gönderiyordu. ...ve yaz başında bombayı patlattı. "Kitap yaptım, hem de öykü" diye müjdeyi verdi. Daha çok deneme, günlük gezi yazılarıyla yer almıştı bizde. Hiç öyküsünü görmemiştik. Hoş şiirini de görmemiştik ama başka dergilerde şiirleri de çıkmıştı. Aladağ'ın heyecanı, merakı, acelesi varmış gibi telaşı... boşa değilmiş. Başladığında kitaplı bir yazar olmayı hedeflemiş ve başarmış da... Minik 64 sayfalık, bir kategoriye sokamayacağınız ama severek okuyacağınızı düşündüğüm 14 öykü var kitapta. Yalın bir dille hayattan an'ları anlattığı Çantanın Gizemi hoş bir ilk olmuş... Ben en çok kitaba adını veren öyküyü sevdim. Bakalım siz hangisini seveceksiniz? ÇANTANIN GİZEMİ, ÖYKÜ,64 SAYFA, 2021 Haziran, Hayal Yayınları * Sevgili Averekliyan, Sevgili Aladağ ... Her kitap umuda açılan bir yelkendir, yolunuz açık, okurunuz bol olsun... Çok kitaplı, çok ünlü olduğunuzda maviADA'yı anmayı unutmayın.

  • Kiminle Evlendim

    Film Konusu Jen talihsiz bir aşıktır. Çünkü gönlünü kaptıra kaptıra bir Fransız centilmenine değil; çok uluslu gizli servislere iş yapan bir ajana kaptıracaktır! Bir daha asla aşık olamayacağını düşünen Jen, Fransa tatili sırasında tanıştığı Spencer'ın "mesleki kariyerini" başlangıçta henüz bilmemektedir ve ona sırılsıklam aşık olmaktan kendini alamaz. Üç yıllık birliktelik sonunda ikili yeni evli ve ideal bir çift olarak hayatlarına başlamışlardır. Tabi bu ideallik, Spencer'ın 30. yaş gününe kadar. Jen, kocasının uluslararası bir ajan olduğunu yakında fark edecektir. Vizyon tarihi: 11 Haziran 2010 Yönetmen: Robert Luketic Oyuncular: Katherine Heigl, Ashton Kutcher, Tom Selleck Tür: Komedi, Gerilim Ülke: ABD

  • Mutluluk Sır Değil Artık

    Confucius (M.Ö 551- 479) “İnsan iyi şeyler üzerine düşündükçe hem kendi dünyası, hem de tüm dünya daha iyi bir hale gelir.” İyi ol, iyi kal... Mutluluk! ; Sırrı bize verilenlerin arasında bulunmadığı gibi, yolu yordamı öğretilerimiz arasında hiç olmadı. Nedir mutluluk? Öğrenilen bir şey mi, yoksa öğretilen bir şey mi? Yo yo bu bir kelime oyunu ya da amiyane tabirle laf salatası falan değil. Ciddi ciddi yaşamsal bir olgu, can alıcı noktalara dokunan bir felsefe. Mesela bizlere çocukluğumuzdan beri toplum tarafından üst rütbeye layık bulunmuş, pek çok nişan ve madalya takılarak onurlandırılmış, doktorluk gibi, mühendislik gibi, büyük bir şirketin ciosu ya da sahibi olmak gibi meslekler edinmenin gerçek mutluluğun sırrı olduğu bilgisi yüklenmiştir. Büyük maddi olanaklara sahip olmak, güzel bir yuva kurmak da bunların başlıcaları arasında yer alır. Ama hayat ve bizler öyle garibizdir ki, tıpkı bir kara delik gibi önümüze gelen ya da emek vererek elde ettiğimiz, yani birilerince öğretilen mutlulukları yutar dururuz. İnkar etmemekle birlikte, aslında doğan güneş, gelen gün, açan çiçek, yağan yağmur, toprağın kokusu, hepsi başlı başına bir mutluluk kaynağıdır gibi romantizm kokan beylik laflar da edecek değilim. Socrates (M.Ö. 470 – 369) “Mutluluğun sırrı; daha çok olanı aramakta değil, daha azın tadını çıkarma kapasitesine ulaşmaktır.” Anlaşılır bir tanımla, mutluluk insanın önemsediği ve eksikliğini yaşadığı, sahip olduğunda da önemini yitiren şeydir çoğunlukla. Çünkü, eğer yaşamımızda ciddi bir dönüm noktasına varıp dayanmamışsak, bu bakış açısı hem köklü hem de genetik kodlarla desteklenen, kolay kolay sarsılmayan bir bakış açısıdır. Bizlerse elde ettiğimiz her mutluluğu bir bir yuttuktan sonra hüzne saplanan, bir türlü doymayan birer karadelik. Karadelik olmaktan bıkmadık mı peki ve hiçbir şeyin sonsuza değin sürmeyeceğini, sürse anlamsızlaşacağını anlamadık mı? Peki neden bu takıntılı tutumlar, kendi mutluluğumuz adına bağımlılık ve kadir kıymet bilme adı altında bitip tükenmeyen almalar? Kendi kendimizin mutluluğunu bu denli baltalamak ciddi bir emek işi. Hiç yorulmadık, sıkılmadık mı olaylara, insanlara, sanat eserlerine aynı gözlükle ve aynı açıdan bakmaktan! Sıkılmadık mı bir filmi, bir yazıyı, bir insanı anlarken ve anlatırken hep aynı üslubu, aynı kelimeleri kullanmaktan! Henry David Thoreau (1817-1862) “Mutluluk, kelebeğe benzer. Siz yakalamaya çalıştıkça o, kaçıp gider. Ne zaman ki dikkatinizi farklı şeylere verirsiniz, ancak o zaman gelir ve omzunuza konar.” Buraya kadar yazdıklarım öğretilen mutluluğa ilişkindi. Öğrenilen mutluluk ise tam anlamıyla bizimle ilgili...Kuşkusuz bu bir keşif, sonrasında da cesaret süreci. Keşif kısmı, duygularımızı ve düşüncelerimizi sorgulayarak anlama kısmı, sonraki ise yukarıda sözünü ettiğim öğretilerin mutluluğu baltalayan kısımlarından kurtulma süreci. Bu süreçte gereken, kendimize hiç olmadığımız kadar dürüst davranmak ve ruhumuzu alıştığı konfor alanından çıkararak şöyle iyice bir çalkalamak. Peki nedir bu sorguya çekilmesi gereken duygu ve düşünceler dediğimizde; toplumda yüksek kabul gören yaşamsal yönlendirmeler, daha doğrusu gelenekselleştirilmiş yarardan çok zarar veren öğretiler, tam manasıyla reddedilmemesi gerekmekle birlikte, kendinden başka herkes için ciddi boyutta ödün vermeler, el ne der içerikli, çoğunlukla sakat sonuçlar üreten, benliği yadsıyan düşünceler diyerek açıklanabilir. Friedrich Nietzsche (1844 – 1900) “Mutluluk, güçle çoğalan; direncin üstesinden gelindiğinde ortaya çıkan bir duygudur.” Mutluluğa ilişkin bunca sözü ne kadar da kolay yazıverdim değil mi? Peki şimdi bana soracak olsanız ''bu kadar konuya hakimsin madem mutlu musun?'' diye, cevap hakkımı saklı tutmakla birlikte bahsettiğim bu şeyleri, özellikle bizim toplum yapımızda ve dünyanın şu anda içinde bulunduğu durumda, yerine getirmenin zorluğunun kuşkusuz ben de farkındayım. Lao Tzu (M.Ö. 531) “Mutsuzsan, geçmişte yaşıyorsun. Endişeliysen, gelecekte yaşıyorsun. Huzurluysan, şu anda yaşıyorsun.” Ama yine de şu iki soruyu sormadan edemiyor insan; Elinizde mutluluğunuzu ertelemeye yetecek kaç yaşamınız var? Ve artık bir yerlerden başlamak gerekmiyor mu, oturduğumuz yeri değiştirip dünyaya biraz da farklı bir açıdan bakmaya, sonrasında ise mutluluğa doğru giden yolu karınca kararınca, etrafı da fazla kırıp geçirmeden adımlamaya? Bertrand Russell (1872 – 1970) “İhtiyatlı davranmanın tüm türleri arasında gerçek mutluluğa en fazla engel olanı, aşkta tedbirdir.” Bir de bizim ölüm meleğimiz olduğu gibi mutluluğun da Azraili olan bir duygu vardır. Ona giden tüm yollar o duygu gelip yaşamımıza yerleştiğinde tamamen kapanmış olur. O da çaresizliktir. Söz ettiğim, zayıf ruh ve kişiliklerin yarattığı, zihinlerinde ürettikleri düşünce boyutunda olan çaresizlik değil; yaşamın dayattığı, eti kemiği olup, elle tutulur cinsten olanı. Sonsuza değin sürüp giden bir yaşam nasıl anlamsız olacak, nasıl yorucu gelecekse mutluluğu da öyle düşünmeli belki. Ölmeli ki doğsun, bitmeli ki başlasın. Evet yazımın satıraralarına serpiştirdiğim üzere, her felsefeci kendi ruh dünyasının simyacısıdır. Mutluluğa ilişkin bizimle paylaştıkları da, benim yukarıda yaptığım üzere kendi iç dünyalarına yaptıkları yolculukta elde ettikleri ganimetler. Şimdi sıra sizde; iç dünyanıza asil bir yolculuğa başlayın ve mutluluğun tanımından başlayarak iyiye, güzele götürecek hangi duygu varsa derleyip toparlayın. Yaşatmak üzere yaşamak için. Seneca (M.Ö. 4 – M.S. 65) “İnsanoğluna bahşedilmiş en büyük nimet, içimizde ve ulaşabileceğimiz yerdedir. Bilge bir kişi sahip olmadığını arzulamak yerine, her ne olursa olsun kendinde olanla mutlu olmayı bilir.” Zeliha AYDOĞMUŞ

  • Çakıl

    Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar Bir gelincik açılır ansızın Bir gelincik sinsi sinsi kanar Seni düşünürken Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır Deliler gibi dönmeğe başlar Döndükçe yumak yumak çözülür Çözüldükçe ufalır küçülür Çekirdeği henüz süt bağlamış Masmavi bir erik kesilir ağzımda Dokundukça yanar dudaklarım Seni düşünürken Bir çakıl taşı ısınır içimde. Bedri Rahmi EYÜBOĞLU

  • Hepimiz Bu Devletin Sanatçısıyız - Neşet Ertaş

    “Hepimiz bu devletin sanatçısıyız, ayrıca bir devlet sanatçısı sıfatı bana ayrımcılık gibi geliyor” Bozkırın Tezenesi; Neşet ERTAŞ bu sözleriyle, Süleyman DEMİREL'in başbakanlık yaptığı dönemde kendisine verilmek istenen Devlet Sanatçılığı ünvanını kabul etmeyecek kadar gösterişsiz, bir o kadar da halktan biriydi. "İlimsizlik bilgisizlik yüzünden Cehalet hortlayıp çıkar mı çıkar Sevgisizlik saygısızlık yüzünden İnsan insandan bıkar mı bıkar." Anadolu Kültüründeki Abdal Müziğinin son temsilcisi Neşet ERTAŞ'ın, Hacı Bektaş-ı Veli gibi, Yunus Emre gibi, Mevlana gibi...Yıkmak değil, gönül yapmaktı derdi. Abdallık geleneği ise; yaratıcı hariç her şeyden vazgeçmeyi, görünüşe değil görünüşün ardındaki öze kıymet vermeyi, gönül kırmamayı, can incitmemeyi ve insan ruhuna zarar verecek her türlü olumsuz duygu, düşünce ve davranışlardan kaçınmayı merkeze alan bir düşünce sistemi ve yaşam biçimidir. Abdallar, Türkler’in Orta Asya’dan Anadolu’ya yaptıkları göç sırasında Anadolu’ya yerleşmişlerdir. Orta Anadolu Abdalları’nın yakın döneme kadar elekçilik, kalaycılık, köçeklik ve sünnetçiliğin yanında, daha eski dönemlerde destancılık ve hikayecilik gibi meslekleri de sürdürmüş olması, Abdalların bilinen en eski dönemlerden itibaren Türk yaşantısından bazı izleri yansıtmaları açısından da oldukça önemlidir. Şu Garip Halimden Bilen İşveli Nazlım Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen Tatlı Dillim Güler Yüzlüm Ey Caylan Gözlüm Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen Ben Ağlarsam Ağlayıp Gülersem Gülen Bütün Dertlerimi Anlayıp Göynümü Bilen Sanki Kalbimi Bilerek Yüzüme Gülen Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen Sinemde Gizli Yaramı Kimse Bilmiyor Hiçbir Tabip Yarama Merhem Olmuyor Boynu Bükük Bir Garibim Yüzüm Gülmüyor Göynüm Hep Seni Arıyor Neredesin Sen Neşet Ertaş, UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Mirasın Korunması Sözleşmesi kapsamında yapılan ulusal envanterlerden Yaşayan İnsan Hazineleri Türkiye Ulusal Envanterine alınarak yaşayan insan hazinesi kabul edilmiştir. Aynı zamanda 25 Nisan 2011 tarihinde İTÜ Devlet konservatuvarı tarafından fahri doktora ödülüne layık görülmüş, bağlamadaki tavrı ve türküleri konservatuvarlarda ders olarak okutulmuştur. Neşet ERTAŞ’ın sanatını ve sanatçı kimliğini yücelten etken, müziğin özünü, ruhunu kavrayan birinin, hiçbir yapmacıklığa gereksinme duymadan, olduğu gibi kendini, özünü ve hissettiklerini saza, söze dökmesidir. Neşet ERTAŞ'ın, türkülerinde de geçirdiği mahlası ''Garip'' tir. Bozlağı, feryat, ağıt olarak tanımlayan sanatçı, bu mahlası ise şöyle açıklar, “Soyadı yokken bize Garipler derlermiş. Gerçekten de biz garip, yani ezilmiş, hor görülmüş, Abdal diye nitelendirilmiş, aşağılanmışızdır. O gariplik bende kaldığı için garibim diyorum” der. Son olarak, tüm ayrıştırma ve aşağılamalara karşı durarak ne diyordu Garip Neşet; ''Kadınlar İNSANdır, biz İNSANoğlu.'' Ozanımız dokuz yıl oldu dünyamızdan ayrılalı, anısına sonsuz saygıyla. Neşet ERTAŞ; Türk halk ozanı, abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi. "Bozkırın Tezenesi" olarak tanınır. 1950'li yıllardan itibaren yaptığı plaklarla özellikle Orta Anadolu türkülerini ve bozlakları kayıt altına aldı. Doğum tarihi ve yeri: 1938, Çiçekdağı, Kırşehir, Türkiye Ölüm tarihi ve yeri: 25 Eylül 2012 (74 yaşında), İzmir, Türkiye Evliliği: Leyla Ertaş Ebeveynleri: Muharrem Ertaş Derleyen : Zeliha AYDOĞMUŞ Kaynak : İnternet

  • Günahkar Rahibeler

    FİLMİN KONUSU Üç genç kadın, trajik nedenlerle Magdelena Manastırı’nda bulurlar kendilerini. Yıl 1964. Diğer birçok benzeri manastırlarda da olduğu üzere buralar, hapishane gibi işlemektedir. Genç kızlar, ev işi, çamaşır ya da zor başka işleri yapmak zorundadırlar. Buna mecbur kılınırlar. O dönem, Teokratik Katolik İrlanda’daki mevcut manastırlardan bazıları “düşmüş” adledilen kızlar içindir. Burada genç kızlar süresiz olarak hapsedilirler ve çarptırıldıkları ıstırap yüklü cezalara katlanırlar. Bu süreç fiziksel olarak aşırı derecede yıpranmalarına ve ruhsal sağlıklarının bozulmasına neden olur. Kızlar birleştikçe tek çıkış yollarının Magdelana hapishanesinden kaçmak olduğuna kanaat getirirler. Ancak kaçık rahibe Bridget ile böyle bir kaçış planı her türlü şansı sınırlandırır. 2002 Venedik Film Festivalin’de olay yaratan filmin yönetmeni Peter Mullan, Vatikan tarafından ziyadesi ile tepki almıştır. Yapım Yılı: 2003 Film Türü: Dram Yönetmen: Peter Mullan Oyuncular: Anne-Marie Duff, Nora-Jane Noone, Dorothy Duffy Ülke: İrlanda, İngiltere

  • KARANLIKLA DANS

    Ey ateş! yak önce bir avuç su atıp ardına bakmadan kaçanları kuşlar, erken davranın köz olmadan gaganız tutuşturun öte yakaları da siz zehir katın sütünüze sağ kalan arılar köstebekler, karıncalar yarın toprağı inin sabahsız, tuzaksız yarınki dünyalara sen kahretme, ey dalları kızıl sevgili kökün evrenin en derin rahminde sal rüzgarla dört bir yana alevden saçlarını kül olsun gökle yer arası ne varsa ayaklar altında en karanlık günün ortasında gelecek muson yağmurları ve alıp götürecek çürümüş bedenden geriye kalan ne varsa

  • 28. Altınkoza Film Festivali

    Geçtiğimiz günlerde Şebnem Özinal ve Volkan Severcan’ın sunuculuğunu yaptığı, bu yıl 28. düzenlenen Altınkoza Film Festivali'ne; Adana Valisi Süleyman Elban, Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, kent protokolü, sanatçılar ve izleyiciler katıldı. Törende ilk olarak bu yıl hayatını kaybeden sanatçılar anıldı. Festivalde En İyi Film ödülü, Ahmet Necdet Çupur’un yönettiği ‘Yaramaz Çocuklar’ filmine verildi. En İyi Erkek Oyuncu Ödülü ‘Cemil Şov’ filmindeki performansıyla Ozan Çelik’e, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü ise Koridor filmindeki performanslarıyla Emel Göksu ve Ayşe Demirel’e verildi. Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması Ödülleri -En İyi Film Ödülü: Yaramaz Çocuklar (Ahmet Necdet Çupur) -Yılmaz Güney Ödülü: Zin ve Ali'nin Hikayesi (Mehmet Ali Konar) -Adana İzleyici Ödülü: Sen Ben Lenin (Tufan Taştan) -En İyi Yönetmen Ödülü: Bir Nefes Daha (Nisan Dağ) -En İyi Senaryo Ödülü: Bir Nefes Daha (Nisan Dağ) -En İyi Kadın Oyuncu Ödülü: Koridor (Emel Göksu-Ayşe Demirel) -En İyi Erkek Oyuncu Ödülü: Cemil Şov (Ozan Çelik) -En İyi Müzik Ödülü: Cemil Şov (Taner Yücel) -En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü: Koridor (İlker Berke) -En İyi Sanat Yönetmeni Ödülü: Koridor (Berrin Önal) -En İyi Kurgu Ödülü: Yaramaz Çocuklar (Mathilde Van De Moortel-Elif Uluengin-Nicolas -Suburlati) -En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü: Lacivert Gece (Aslı Bankoğlu) -En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü: Bir Nefes Daha (Eren Çiğdem) -Umut Veren Kadın Oyuncu Ödülü: Bir Nefes Daha (Hayal Köseoğlu) -Umut Veren Erkek Oyuncu Ödülü: Bir Nefes Daha (Oktay Çubuk) -Film Yönetmenleri Derneği En İyi Yönetmen Ödülü: Bir Nefes Daha (Nisan Dağ) -SİYAD Cüneyt Cebenoyan En İyi Film Ödülü: Zin ve Ali'nin Hikayesi (Mehmet Ali Konar) -Kadir Beycioğlu Jüri Özel Ödülü: Dermansız (Hakkı Kurtuluş-Melik Saraçoğlu) -Mansiyon Ödülü: Yaramaz Çocuklar (Zeynep Çupur) ULUSLARARASI KISA FİLM ÖDÜLLERİ -En İyi Film: Tapınak (Murat Uğurlu) -Jüri Özel Ödülü: Amayi (Subarna Das) ADANA KISA FİLM YARIŞMASI -En İyi Film: Arasta (Hüseyin Baltacı-Mutlu Kahya) -Jüri Özel Ödülü: Yoksul Adamlar Nasıl Ölür (Serkan Kaçmaz) ULUSAL ÖĞRENCİ KISA FİLM YARIŞMASI -En İyi Deneysel Film: Sürgünde Bir Yıl (Malaz Usta) -En İyi Belgesel Film: Kış (Berrin Öz) -En İyi Kurmaca Film: Mesafeler (Efe Subaşı) -En İyi Canlandırma: Sudan Çıkmış Balık (Nur Özkaya Derleyen ve Yayına Hazırlayan : Zeliha AYDOĞMUŞ Kaynak : Gerçek Gündem

  • Dönme Dolap

    Nerden niçin mi geldim Bilmeden bir şey diyemem, ya siz? Hem hiç önemli değil Geldim, yer açtılar, oturdum Girip çıkanlar vardı Zaten ben geldiğimde. Başka şeyler de vardı, ekmek gibi, su gibi Gülüşler öpüşler ne bileyim hepsi Doğrusu anlamadım bir düğün dernek mi Sonra da kimileri düşünceli, durgundu Gidenler neye gitti doğrusu anlamadım Zaten ben geldiğimde. Bir lunapark mı bir konser bir gösteri Bilmem pek anlamadım önüm kalabalıktı Sıkıştığım yerde vakit çabuk geçti. Bak dediler baktım pek bir şey göremedim Hem her yer karanlıktı Zaten ben geldiğimde. Benim tek düşüncem büzüldüğüm köşede Nasıl çekip gideceğim kalk git dediklerinde Çünkü çıkmak sıkışık sıralardan mesele Kalkacaklar yol vermeye bakacaklar ardımdan Az mı söylendilerdi şuracığa ilişirken Zaten ben geldiğimde.

  • MİA

    Genç bir kadın olan Mina, bir saldırı sonucu ebeveynlerini kaybeder. Kız kardeşi ile hayatta yapayalnız kalan Mina, çok geçmeden saldırının göründüğünden çok başka amaçlarının olduğunu öğrenir. Saldırının arkasındaki isim Mina ve kardeşinin biyolojik babasıdır. Yaşananların intikamını almak isteyen Mina, babasını etkisiz hale getirmek için İngiliz gizli servisiyle birlikte çalışır. Yapım Yılı: 2013 Film Türü: Aksiyon , Dram , Gerilim Yönetmen: Vicky Jewson Oyuncular: James Frain, Sofia Black-D'Elia, Lydia Leonard Ülke: İngiltere , Ürdün, Kıbrıs

  • Hadi SEV

    Bizim Olsun yağmurlar bizim olsun eylül ve o tatlı hüzün aşk bizim sarılar tuturuncular ağlarken seni getiren beni götüren kıvrıla kıvrıla uzayan yollar bizim olsun belki bir yayla evi belki ağaçların son yemişleri sarmaş dolaş ılık ılık eserse lodos sevmenin böylesi asaleti bizim olsun ayın her hali, ışıltısı çıplaklığında aşka çağrı bizim sarmışsa gökyüzünü yıldızlar ve haylazlığı çıtırdayan dallar şarap ve ateş bizim olsun belki çıldırmış kalp ya da rüyasına çiy düşmüş bir sabah sonbaharda aykırı iki bahar eylül bizim olsun ıslak zamanlar yağmur bize aşk bizim olsun İnsanız ya her şey, sevmek bile insanla başlar. Hani o aşkla sevdiğin zamanları; deli divane olduğunu, bir bakışa, bir duruşa aşerdiğini hatırla. Ruhundaki o paslı kilit kırılmış, iyiye güzele dair ne varsa zincirlerinden boşanmıştır artık ve hiç olmadığın kadarsındır yaşamda...Gökyüzünü yeryüzüne kavuşturmak deseler, o bile ihtimal dahilinde. Çiçeklerin hepsini, ağaçları, hayvanları ve tüm yaratılmışları bir başka görmeye başlarsın, açılmıştır üçüncü gözün...Kutlayıp kutsamalısın kendini. Her şeyi bir başka dilde sevmeye adanmıştır yüreğin; aritmetiği yoktur, denklem kuranlarınki bilimsel içerik giydirilmiş, makro boyutta birer palavra. Artık sen duaları, dilekleri, ağzından çıktığı an makbul, kutsanmış bir varlıksın. İnsan ancak böyle sevebildiğinde başlar güneş kara bulutları yırtmaya, azgın fırtınalardan sıyrılmaya ve nihayet güz dallarına, kış ayazını bitimsiz baharlarla kuşatmaya. Zalimin zulmü olsa ve dimdik karşında dursa, tepeden tırnağa isyan kesilirsin ve tereddütsüz, hiç olmadığın kadar İNSAN! Hadi sev! Zeliha AYDOĞMUŞ

  • YOLCULAR

    Genç terapist Claire Summers (Anne Hathaway), hocası (Andre Braugher) tarafından korkunç bir uçak kazasından sağ kurtulan beş yolcuya danışmanlık yapmakla görevlendirilir. Böyle güç bir görev alan Claire'in yaşadığı zorluklar, yardım elini reddeden ve kazayı bahane ederek ona açık açık kur yapan Eric (Patrick Wilson) ile karşılaşınca kat be kat artar. Claire Eric'le arasında mesleğinin gerektirdiği mesafeyi korumaya çabalarken, diğer hastalar kazaya dair ve havayolları şirketinin resmi açıklamalarıyla çelişen ayrıntıları anımsamak için mücadele vermektedirler. Havada gerçekleşen olası bir patlamayla ilgili anıları suyüzüne çıktığında, yolcular gizemli bir şekilde ortadan kaybolmaya; Claire de bu olayda havayollarının parmağı olduğundan şüphelenmeye başlar. Gerçeği açığa çıkarmaya kararlı olan Claire'in git gide içine çekildiği komplo ve Eric'le giderek derinleşen ilişkisi, kaderin şiddetli bir oyunuyla birbirine karışacaktır... Yönetmen: Rodrigo García Tür: Gerilim, Fantastik, Aksiyon Ülke: ABD Oyuncular: Anne Hathaway, Patrick Wilson, Andre Braugher

bottom of page